Salı akşamı Habertürk kanalında bir açık oturum yapıldı. Türk solunun neden başarılı olamadığı ve ne yapılması gerektiği konularının tartışıldığı açık oturuma Alper Görmüş...

Salı akşamı Habertürk kanalında bir açık oturum yapıldı. Türk solunun neden başarılı olamadığı ve ne yapılması gerektiği konularının tartışıldığı açık oturuma Alper Görmüş, Fuat Keyman ve sosyalistler adına da Aydemir Güler, Ertuğrul Kürkçü ile Sungur Savran katıldı.

Alper Görmüş solun yeni bir şey söylemediğini iddia etti. Sosyalistler hiç de öyle olmadığını söyledi ama bence anladık ki Alper Görmüş haklıymış, yeni bir şey söylemiyorlar. Sungur Savran yaşanmakta olan krizi öngördüklerini, bankaların devletleştirilmesini talep ettiklerini söyledi. Bunu yeni bir şey söylediklerine örnek olarak verdi. Bu yeni bir şey söylemek değil ki. Nitekim toplantının sonunda, yani ne diyorsunuz sorusu sorulduğunda Kürkçü ve Savran sınıf temeline dayalı emek cephesi önerdi. Savran bu cepheye Kürtleri de ilave etti, Kürkçü de itiraz etmedi. Bu emek cephesinin temel fikri de işçilerin, ezilenlerin, dışlananların kendi kendini yönetmesi. Adama “kendi kendini yönet, başka çaren yok” diyorsun. Tabii o bunun nasıl olacağını ve yönetirse ne yapacağını bilemiyor. O zaman zuladan sosyalist ilkeler çıkıyor tabii. Kendi kendini ona göre yönetecek. Zaten ona göre davranmazsa kendine yabancılaşmış olur. Peki sosyalist ilkeler nedir? Kürkçü bunun esasının  üretim araçlarının kamulaştırılması olduğunu ve bunun devlet mülkiyeti anlamına gelmediğini söyledi. Sosyalistler bu üretim araçlarını özel mülkiyet konusu yapmaktan çıkarmadan zenginlerin tahakkümüne son verilemeyeceğine karar verdiler de, o mülkiyet araçlarını ne yapacaklarını bir türlü bilemediler. İşçiler adına devlete verdiler olmadı, şimdi kamusal mülkiyet diyorlar ama bunun ne olduğu aslında belli olmadığı için kimseye inandırıcı gelmiyor tabii.

Toplantı boyunca hep kendi sınırları içindeki Türkiye üzerinden konuşuldu, sosyalistler zenginlerden alıp yoksullara vereceklerini söyledi. Şu andaki kapitalist dünya sisteminin parçası olarak Türkiye’den kimse bahsetmedi. Oysa buradan bakmadan konuşulduğunda her şeyin havada kalacağını düşünüyorum. Bu dünya sisteminde teknolojik hiyerarşi var ve bir bölgede maddi yaşam koşullarının görece düzelebilmesinin koşulu o bölgenin teknolojik hiyerarşide sıra atlamasıdır. Sosyalistler bu konuda ne düşünüyor? “Biz zaten tam da buna karşıyız.” Şimdi bunu söyleyince aslında şu sırada yaşamakta olan insanların somut sorunları beni ilgilendirmez demiş oluyorsun. O zaman senin söylediklerin de onu ilgilendirmez. Bu dünyada birçok insan o hiyerarşinin kalkmasını istiyor, ben de istiyorum. O zaman öyle bir politika geliştirebilmelisin ki hem yaşamakta olan insanların somut sorunlarını es geçmesin, hem de kapitalizmin ilgasının koşullarına doğru adımlar atılabilsin. Eğer ikisi birden olmaz diyorsan o zaman sadece şunu söylüyorsun: Ezilenleri kendi kendini yöneteceksin diye öne süreceğim, onların hayatları alt üst olacak, bu sayede belki kapitalizmi batırırım. Bu bana pek sosyalistçe yaklaşım gibi gelmiyor. Bu işlerin kimsenin burnu kanamadan olmayacağını herkes biliyor ama yukarıdaki yaklaşım o çuvala sığmaz.

Kürkçü ve Savran ezilenlerin, dışlananların ve sömürülenlerin kendilerinden yana olanı eninde sonunda göreceğini söyledi. Oysa Fuat Keyman tam da bunu sordu: Bütün bu söyledikleriniz doğru da, neden hiç parlamenter başarınız olmuyor? Neden ezilenler, dışlananlar ve sömürülenler size oy vermiyor? Kürkçü burada yüzde 10 barajının önemli bir engel olduğunu, bu mesela 3’e inerse sosyalistlere giden oyların patlama yapacağını söyledi. Bence yüzde 10 sosyalistlerin “aslında çok daha fazla olan gerçek gücünün engeli” olarak görülemez. Biz sosyalistler halktan yana olanın sadece kendimiz olduğuna o kadar inandık, o kadar inandık ki bunun kendisi bizim halkı anlamamızın önünde engel haline geldi. Aslında bu inancın bir temeli tabii var, insanların nasıl sömürüldüklerini, ezildiklerini ortaya koyan, bunun gerçek sebeplerini ortaya koyan sosyalistlerdir ama işte bunun yeteceğini zannettik. Bunu yapmanın halka en iyisini vaat ediyor olduğumuz anlamına geldiğini zannettik. Kritik noktalardan biri de budur işte.

Toplantı sırasında bir kamuoyu araştırmasının sonuçları gösterildi. Orada insanlara sizce sol yoksulların partisi midir, zenginlerin partisi midir diye sorulmuş. Yüzde 50 küsur yoksulların, yüzde 49 zenginlerin diye cevap veriyor! 

Bütün bunları birleştirince bence şu çıkıyor: “Biz size bütün tepedekileri devirerek kendi kendinizi yönetmenizi teklif ediyoruz” diyoruz ama insanların yarısı bizi zenginlerin partisi sanıyor, kalan yarısı da oy vermiyor. Çünkü bu söylediğimiz insanlara “hayali cihan değer” etkisi bile yapmıyor. Çünkü bunu zaten istemiyorlar. Evet istemiyorlar, işin bir yanı da bu. Bütün gün çalışıyorlar, sonra ağır trafik. Evde yemekten sonra işte biraz sohbet, çocuklar, TV derken uyuyakalıyorlar. Hafta sonu da dinlenmek, ailesiyle kalmak veya belki bir yere gitmek istiyorlar. Bu çerçevede bir de siyasal “yönetmek” işine bulaşmak istemiyorlar. “Ben sana oy veriyorum. Zaten anlamadığım bu işle sen uğraş. Beğenmezsem seni gönderir başkasını seçerim” diyor. Böyle dediğinin örneklerini de gördük. Hal böyle iken, yok sen illa kendini yönet diye yakasından çekerek komik duruma düşüyoruz. Bu sözün kendisinde kalarak politika yapılamaz. Dahası, bu zaten uzun vadeli hedeftir, kısa ve orta vadeli politikalarla desteklenmezse bir kez daha havada kalır.

Sosyalistler politikada genelde başarısız oldu. Gizli oy açık sayımla seçim kazandıkları çok azdır. Sungur Savran’ın dile getirdikleri doğrudur, sosyalistlerin toplum analizleri ve öngörüleri gerçekten görece en başarılısıdır, çünkü en gerçekçisi onlarınkidir ama işte sorun bu kadar başarılı analiz yapanların politikada çuvallamalarıdır, çünkü politika başka bir şey. Bunun tipik bir örneği de Türk sosyalistleridir. Dünya kapitalizminin analizini yapıyor ama politikada o analizde bulduklarına uygun davranmıyor. Yukarıda salı akşamı yapılan toplantının temel gediğinin “Dünya kapitalist sisteminin bugünü içinde Türkiye” açısından bakılmaması olduğunu söyledim. Şimdi siz gidip Türk işçilerine “Bizi seçersen veya kendi adaylarını seçersen (ama o aday bizim kafada olacak, yoksa kendisine yabancılaşmış, çıkarının nerede olduğunu görememiş oluyor) ücretleriniz artacak, sendika haklarınız genişletilecek, grev haklarınız eskisi gibi, hatta daha ileri olacak, sosyal güvenlik sistemi her zamankinden daha iyi olacak” diyeceksiniz. Buna kendiniz inanıyor musunuz? Tüm dünyada tersi uygulanırken burada, hele burada, en zor durumdaki gelişmekte olan ülkelerden birinde bunu söylerseniz, kusura bakmayın kargalar bile güler. Efendim, ben bunun da kendisini değiştireceğim. Böyle bir niyetiniz olabilir, inşallah başarılı da oluruz ama bu işçilere bu sözleri söylemenin doğru olmadığı gerçeğini değiştirmez. Çok basit kardeşim, Çin böyle bir sermaye birikimi rejimiyle gelirken sen burada iyi ücret, eskisi gibi sosyal güvenlik filan uygulayamazsın.

Sosyalistler iyi ağız yaparlar, karşılarında konuşmak zordur. Hele karşında Sungur Savran gibi Türkiye"nin Marks ve Marksizm külliyatını en iyi bilenlerinden biri, muhtemelen başta geleni ile Ertuğrul Kürkçü gibi bir düşünür varsa işiniz oldukça zordur. Nitekim salı akşamı da onlar ağır basmış gibi göründü. Ne var ki biraz dikkatle izleyenler açık oturumun galiplerinin Alper Görmüş ve Fuat Keyman  olduğunu fark etti sanırım.