Türkiye’nin, AB’ye uyum yasaları içinde sendikal haklara ilişkin olanları içeriğini boşaltarak gerçekleştirmek istediğini, o nedenle...

Türkiye’nin, AB’ye uyum yasaları içinde sendikal haklara ilişkin olanları içeriğini boşaltarak gerçekleştirmek istediğini, o nedenle de AB’nin bu konuda uyarıda bulunduğunu biliyoruz. Acaba Türkiye AB ülkelerindeki grev ve sendikal hakları aynen alsa ne olur? Bir arkadaşım anlatmıştı. İsveç’te, işçilerin AB üyeliği konusunda olumlu oy kullandığı bir fabrikada,  işçilerin ücretlerin artırılması talebine patron, “fabrikayı ücretlerin düşük olduğu bir ülkeye taşırım” tehdidi ile cevap vermiş. Bunun üzerine işçiler AB’ye başvurarak patronu şikâyet etmişler. Gelen cevap: “AB’de sermaye hareketleri serbesttir”. Nitekim AB üyesi ülkelerde birçok fabrika AB dışındaki ülkelere taşındı, birçok fabrikada işçilerin direnişine rağmen, ücretlerin yüksekliği yüzünden rekabet edemediği için kapatıldı.
Türkiyeli işçilerin ekonomik ve siyasal açıdan taleplerini oluşturup ortaya koyabilmesi için iki şeyin değişmesi gerekir. Bunlar işsizlik ve neoliberal küreselleşmedir. Birincisi varken patronlar işçileri çıkarmakla tehdit eder, çünkü ücret ne olursa olsun çalışmaya hazır çok sayıda insan vardır. O nedenle patronlar işsizliği sever. Tuzla Tersanelerinde 100 kişi öldükten sonra işçilerin bir kısmı tepki vermeye çalıştı ama arkadaşları işlerinden olmaktan korktukları için, eve ekmek götürmek zorunda oldukları için ve biraz da genç işçi nesillerinin mücadele geleneği olmadığı için buna katılmadılar. İkincisi ise neoliberal küreselleşmedir. Türk patronların başka ülkelerde fabrika kurduklarını ve bunun hızlandığını biliyoruz. Sermaye hareketi serbest ise sermaye ücretlerin en düşük olduğu yere gitme eğilimi taşır. Dolayısıyla Türkiye’de işçilerin grev ve sendika hakları geliştiği takdirde buradan sermaye kaçışı hızlanacak ve dolayısıyla işsizlik daha da artacaktır.
Tabii grevlerde ve sendikalaşmada da gelişme beklenebilir ve bu işin olumlu yanıdır. İşçi sınıfının biraz olsun toparlanmasına katkıda bulunabilir. Ne var ki bence ağır basacak olan işsizlik ve neoliberal küreselleşmenin etkileridir.
Üçüncü bir husus neo-liberalizm öncesi toplusözleşme düzeninin değişmekte olmasıdır. Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrası ile neo-liberalizm arasındaki dönemde işçilere, verimlilik farklarına bakılmaksızın aynı ücret verilirdi ( bu o dönemin çöküşünün nedenlerinden biridir). Şimdi verimliliğin altında ücret veriliyor, hatta bir yandan verimlilik artarken öte yandan reel ücretler düşürülüyor ama ücretler de giderek farklılaşıyor (Türkiye’de bunun boyutları nedir, araştırılmış mıdır, bilmiyorum). Ücretlerdeki farklılaşmanın sınıf dayanışmasını zayıflatıcı etkisi vardır.
Bir başka neden de göçlerdir. Göçmen işçilerin sayısı önceki dönemlere göre kıyaslanamayacak ölçüde artmıştır ve bu da bir yandan ücretleri aşağıya çekerken yine sınıf dayanışmasını azaltıcı etki yapmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’de iç göçün etkisi üzerinde durulmalıdır. Nüfusu daha hızlı artan Kürtlerin göç ettikleri kentlerde ücretlerin aşağıya baskısı üzerinde ne ölçüde etkileri olduğunun da araştırılması gerekir. Türkiye’de dışarıdan göçün ve ücret farklılaşmasının çapı mesela merkez ülkelere göre daha az görünüyor ama iç göçün etkisi üzerinde durmak gerekir. Geçerken, Türkiye’de nüfus artmakla birlikte artış ivmesi azalmaktadır ve bunun işçi sınıfının maddi konumu üzerinde uzun vadede olumlu etkisi görülecektir.
Oldukça önemli bir başka neden işçi sınıfının ideolojik gücünün zayıf olduğu bir dönemden geçiyor olmamızdır. Geçmişten sovyet deneyiminin olumsuz etkisi ve gelecekten de teknolojik gelişmenin olumsuz etkisi işçi sınıfının toplumsal dönüşümdeki öncü rolü (bu rolü onlara aydınların atfettiğini unutmadan) fikrinin oldukça zayıflamasına neden olmuştur.
Bu nedenlerden ötürü Türkiyeli işçilerin toplumsal değişimde, bu dönem itibarıyla, önemli bir rol oynaması zor gözüküyor. Solun zor duruma düşmesinin nedenlerinden biri de budur. O bakımdan solun içine düştüğü durumu sadece solcuların hataları ile açıklamak en azından eksik olur. Tabii bunu mekanik olarak okumak doğru olmaz. Brezilya’da olanları hatırlamak yeter. Hayat çok sayıda ilişkinin iç içe geçmesinden doğan bir sentez olarak ortaya çıkıyor. Ben sadece bunlardan birine, sol açısından çok önemli bir tanesine değinmek istedim.