Türkiye’nin dört yanında yıllardır sayısız toplantı yapıldı, yapılıyor. Dikkati çekebilmek için “canavar domates” tüm ülkeyi baştan aşağı dolaştı. Kimisi tamamen üretimine karşı....

Türkiye’nin dört yanında yıllardır sayısız toplantı yapıldı, yapılıyor. Dikkati çekebilmek için “canavar domates” tüm ülkeyi baştan aşağı dolaştı. Kimisi tamamen üretimine karşı çıkıyor, kimisi tüketici bilgilendirilmeli diyor. Konuştuğumuz şey şu: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) memlekete girsin mi? Girmesin mi?

 

Çok toplantılara katıldım. Organikçi olduğum mâlum. Ne yapsam böyle mimliyim. Bu yüzden olsa gerek toplantılarda söz istediğim zaman hemen yüzler ekşiyor. Bakanlık yetkilileri geriliyor, bazı GDO savunucusu bilim insanları da öyle (!?) (hemen tırnak içinde belirtelim onlar kendilerini bu şekilde nitelendirmiyorlar. GDO konusunda araştırma yaptıklarını ifade ediyorlar).

 

Biz de öyle söyleyelim. “GDO araştırmacılarının” tipik konuşmaları vardır. Öncelikle GDO tarımın yıllık getirisini, üstlerine vazifeymiş gibi, bir muhasebeci becerikliliği ile hesaplar ve şakkadanak önünüze sererler. Bu işte şu kadar milyon dolar kazanç vardır ve memleketimizin geç kalmadan bu pastadan payını alması gereklidir. Mutlaka çevre için geleneksel yöntemlere göre daha iyi olduğunu ispata çalışırlar. Bir de toplumun hassas olduğu simgeleri kullanmaya özen gösterirler. Örneğin çok az hastanın kullandığı bir GDO insülin tipini öne çıkartan konuşmalar artık klişe bendeniz için. İnsülin çok pahalı olduğundan GDO sayesinde ucuzlatmaya çalıştıklarını, bunun sağlık için önemli bir yöntem olduğunu söylerler. Böylece aslında tamamen garip gurebanın yanında olduklarını öğrenmiş oluruz.

 

Hatta bir tanesinin dinleyicileri etkileyebilmek için kendi “annesini kullandığına dahi şahit oldum. Hikaye şöyle. Annesi şeker hastası imiş. Eğer bu insülin olmasa imiş neler olacakmış neler, sanki sırf annesini kurtarmak için bu işlere soyunmuş duygusunu uyandırmalar falan. Bu derece özel bir sembolü kullanınca diyecek söz bırakmayacağını hesap ediyor. Yanılıyor.

 

Devletin işi gerçekten zor. Katıldığım bir başka toplantıda dinleyicilerden birisi alenen bakanlık yetkilisine soruyor;

 

-Türkiye’de genetiği değiştirilmiş herhangi bir bitki ekiliyor mu?

 

Bakanlık temsilcisi kesin olarak “hayır” diye cevap verdi. Bir süre sonra GDO’lu tohum ithalatı yapan bir firmanın yetkilisi ağzından kontrollü alanlarda bakanlık denetiminde ekim yapıldığını kaçırıverince işler fena karıştı.

 

Ama böylece öğrendik ki “evet ekim yapılmaktadır”.

 

Nasılsa mimliyiz. Hadi soruyorum…

 

-Türkiye’de içerisinde genetiği değiştirilmiş mikroorganizmalar kullanılarak üretilen enzimleri içeren deterjan var mı?

 

 

Tamam paketlerin üzerinde içerisinde “enzim” bulunduğu yazmaktadır. Ancak bu enzimler arasında GDO ile üretileni var mıdır ve bu “hammaddeler” hangi ülkelerden alınmaktadır?

 

GDO’lu enzimler doğaya, insan ve çevre sağlığına zararlı mıdır? Diye sormuyorum. Bu ayrı bir konu.

 

Benim sorum basit. Tüketici olarak öğrenmek hakkım: Var mı, yok mu?

 

Asla gelmeyecek cevabı beklerken bir şeye dikkat çekelim. Enzimler aktivitelerini yüksek ısıda yitirdikleri için reklamlarda mutlaka düşük sıcaklıkta kullanmanız öneriliyor. Ancak reklam filminde tüketiciye “bu üründe kaynağı hakkında size bilgi vermediğimiz bazı enzimler var, yüksek sıcaklıkta yapıları bozuluyor, leke çıkartmıyor” denmiyor. “Bu deterjanı düşük ısıda kullanın, çünkü makinede suyu ısıtırsanız şu kadar ton enerji israfı olur, hem suyumuz gider hem de gereksiz enerji kullanımı yüzünden elektrik, kömür vs. şeysi artar küremiz daha da ısınır, aman ha!” diyorlar. Çevre duyarlılığımızı kullanıyorlar.

 

Reklamlar yanıltıcı olamaz. Yasaktır. RTÜK mü? Sayın Başkanı başka konular ile meşgul olsa gerek, bunları atlıyor.

 

Sermaye mi? Onlar hep aynı. Kazandıkları paraları bol kameralı konaklarında, 4x4’ler kullanarak nesiller boyu yiyorlar. Tıksırıncaya, patlayıncaya kadar.

 

Bilim insanları ve çevreciler mi? Biz de hâlâ Türkiye’de GDO’lu ürünler ekilsin mi? Onu tartışıyoruz. Bir de bazen ukâlaca soruyoruz;

 

Üzerinizdeki gömlek ne ile yıkandı acaba, yeterince beyaz mı? Fiyakanız yerküredeki hayatı riske atmaya değdi mi?