Turistlerin kılıç-kalkan ekibi ile karşılanmasının mesele olduğu yıllardı. Konu çok derin ve olmadık yerlere çekilmişti. Öyle ...

Turistlerin kılıç-kalkan ekibi ile karşılanmasının mesele olduğu yıllardı. Konu çok derin ve olmadık yerlere çekilmişti. Öyle zaman oldu ki turistleri Mozart ile karşılamak gerektiği bile tartışılıyordu. Folklorik bir gösteri milli kavramların yozlaşması ile elitizm arasında sıkışıp kalmıştı. Madem ki ineklere Mozart dinletince süt verimi artıyor neden turistlere dinletince turizm patlamasın diyebilirsiniz. Bilemiyeceğim.
O yıllarda da bilen yoktu. Henüz Fethullah Hoca daha yeni Hocaefendi olmuştu, küçük kasetleri el altında dolaşırdı, solcuların hepsi ya içeride ya da yurtdışındaydı o nedenle ortalıkta çok ciddi bir entelektüel boşluk vardı ve bu boşluğu doldurmaya birileri lazımdı. Hocaefendi’nin (kendi ifadesi ile) İzmir Kestanepazarı’nda asi çocuklara meydan sopası attığı zamanlar bile geride kalmıştı. O artık bir sevgi ve hoşgörü insanı olmuş, Fehmi Koru’nun talebe iken çıkarttığı dergilerde gurbet yazıları yazdığı meşhur tahta kulübesini, parasızlıktan yoğurdu sulandırıp yedikleri günlerin tatlı hatıralarını vaaz etmekteydi. Adnan Oktar, Harun Yahya olma yolunda önce tıpış tıpış sonra tam gaz ilerliyordu, Scientoloji falan bilinmiyordu daha. O yıllarda TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisini yine çıkarıyordu ama Darwin sansürlerini aslında inşaat mühendisi olan ama her nasılsa biyolojik evrim konusunda engin bilgiler ile donanmış Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Vehbi Dinçerler üstlenmişti. Nükleer bomba biliniyordu ama nükleer santrali duyan yoktu. Hormonlar memlekete girmişti ve şimdi tıpkı GDO’ları söyledikleri gibi hormonlara da, kimyasal böcek öldürücülere de zararsızdır hatta gereklidir deniyordu. İşte tam o yıllarda çocukların diline bir şarkı dayatılmaktaydı;
Türkiye’ni temiz tuuut / Yeşili koruuuu,
Arş çocuklar ileri / Güneşe doğruuu,
Ve o yıllarda henüz otel ya da golf sahası yapmak için ormanlar yakılmadığından ve dolayısıyla duman çıkmadığından turizme “bacasız sanayi” deniyordu. Bilinen tek turist de “bitli turiz”di. Antalya’da, Alanya’da, Side’de gerçek yörük çadırlarında, gerçek yörükler, parasız turistlere gözleme ve ayran ikram etmekteydiler. Her şey gerçekten gerçekti ve sade bir güzellik ile örülü idi. Sokaklarda kedi ve köpekler yatardı, kimse onlara dokunmazdı. Şimdi aman turistler rahatsız olmasınlar diye itlaf ediliyorlar.
Ama turistler yine de rahatsız oluyor ki büyük bir kampanya başlatıyorlar. Türkiye’de sahipsiz hayvanlara uygulanan eziyetlerin ve şiddetin sona erdirilmemesi nedeniyle, ünlü çevre örgütü PETA Türkiye’nin‚ “Türkei-Macht einfach Spaß [Türkiye tek kelimeyle zevk verir]” sloganıyla başlattığı turizm kampanyasına karşılık vermeyi planlıyor. Mart ayında hayvanseverler, Türkiyeli Koruma Kuruluşlarıyla birlikte hazırladıkları ve “Türkiye-Tek kelimeyle hayvan cehennemi“ sloganlı korkunç cesetler ile kaplı afişi, Çevre Bakanlığı’ndan zerre ümit ve beklentileri olmadığından olsa gerek, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na göndermiş ve hayvanlar için girişimde bulunulmasını talep etmişlerdi. Fakat şu ana kadar Ankara’nın herhangi bir cevap vermemiş olması nedeniyle, PETA, turistlerce yoğun olarak kullanılan tüm Türkiye havaalanlarında bu konuya geniş çaplı olarak pankartlarla dikkat çekmeyi planlıyor. Pankartlar tam anlamı ile iç yakıyor. Harika bir deniz manzarası önünde yatan korkunç köpek ve kedi ölüleri betimleniyor.
PETA yetkilisi Magdalena Scherk: “Türkiye’de her yıl yüz binlerce Alman turist tatil yapmaktadır. Sahipsiz hayvanların çektikleri eziyet çoğu zaman otellerin duvarları arkasında gizli kalmakta. Geniş çaplı olarak uygulanacak olan pankart eylemi, turistlerin gözlerini, daha havaalanlarındayken açıp, onların dikkatlerini bu konuya çekmeyi sağlayacaktır“ diyor. Biz de şöyle diyebiliriz. Onlar köpekleri ile yatıp kalkmaktadırlar, aldırmayalım. Yahut şarkı ile karşılarız kendilerini: Türkiye’ni temiz tut, yeşil sermayeyi koru, arş çocuklar ileri, deniz fenerine doğruuuuu. Olmadı mı, kılıç-kalkan ekibi erkete de bekliyordur, merak etmeyin.