Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’ye kapatma davası açması, muhtelif tepkilere neden oldu. Görevini kötüye kullandığı iddiasıyla Başsavcı’ya dava açmaktan...

Yargıtay Başsavcısı’nın AKP’ye kapatma davası açması, muhtelif tepkilere neden oldu. Görevini kötüye kullandığı iddiasıyla Başsavcı’ya dava açmaktan, “hırsızın hiç mi suçu yok” diyerek hadisenin esasen AKP’nin izlediği politikaların bir sonucu olduğunu söyleyenlere uzanan bir yelpaze...

İtiraf etmeliyim ki süreci biraz da eğlenerek izliyorum... Bir tarafta demokrasi savunuculuğu görüntüsü altında ikiyüzlülükler, bir tarafta içten içe zil takıp oynarken dökülen timsah gözyaşları... Bir tarafta sözüm ona mağdurlar, diğer tarafta durumdan vazife çıkaranlar... En muhteşemi de büyük bir sahtekarlıklâ DTP’yi sahiplenmeler falan... Tam bir tuluat tiyatrosu.

Benzer bir tartışma ÖDP’liler arasında da başladı. Daha önce de rastladığımız benzer durumlarda olduğu gibi, kafa karışıklığı kendini hemen gösterdi. Bazıları haklı olarak hukuk devletine vurgu yaparken bir kısım ÖDP’li de AKP hakkında açılan kapatma davasını haklı ve yerinde buluyor. Haliyle parti kapatılırsa mutlu olacaklar.
Bir kere baştan şunu söyleyelim. Bir hukuk devletinde ırkçılığı ve şiddeti savunmadığı sürece fikirlerinden ya da eylemlerinden dolayı bir partinin kapatılması kabul edilemez. Tabii Türkiye gibi bir ülkede bu laf ziyadesiyle ‘teorik’ kalıyor. Rejimin asli sahipleri var. Kendilerini cumhuriyetin banisi ve ebedi muhafızı olarak gören... Dolayısıyla herhangi bir siyasi partinin onların ölçütlerine uygun olması gerekiyor.

Olup bitenler, bir zamandır yaşanmakta olan iktidar mücadelesinde yeni bir aşama. Kimler arasında? Bir tarafta otoriter rejimin devamından yana sivil-asker bürokrasi var. Diğer tarafta dini esaslara dayalı olmakla birlikte piyasanın vicdanına terkedilmiş bir toplum projesi yürüten siyasal islamcı neoliberaller...
Bu hesaplaşmada taraf olamayacak mıyız? Elbette olacağız. Peki nerede? Tabii ki kendi tarafımızda. Yani, iki tarafın da karşısında.
Biliyoruz ki, rejim bekçilerinin bugün AKP’yi kapatmak istemelerinin nedeni, bu partinin siyaseten taşıdığı ağırlık. Karşılarında alternatif olma özelliği... (Aynı şey DTP için de geçerli; en azından ülkenin bir bölümünde). Yarın emek güçleri bir siyasal ağırlık merkezi olsa, aynı şeyler onun da başına gelecek. Öyleyse 12 Eylül artığı bir rejimin devamından yana değilsek, bugün ‘teorik’ kalan hukuk devleti olmanın gereklerine sahip çıkmak zorundayız. Aksi, en azından ayıptır.

•••
Davayı bir fırsata dönüştürme operasyonu başlatan AKP için fazla söze gerek yok. Bu köşede defalarca yazdık, bunların demokrasiyle falan ilgisi yok diye. Değiştirmek için imkanları olduğu halde senelerdir muhafaza ettikleri Siyasi Partiler Kanunu, DTP’yi kapatmak için iyi, sana karşı kullanıldığında antidemokratik. Türbana gelince özgürlük, 301’e gelince ayak sürü, top çevir, bu arada davalar açılmaya devam etsin.
Uzatmayalım... Mesele şu: Hal böyleyken bile “oh olsun, bırakın kapatsınlar” diyemeyiz. Evet, bu memleketin insanları bazen duvar gibi sağır oluyor ama anlatmaya devam etmekten başka çare yok: Kendilerini mağdur ilan eden bu çifte standartçı ikiyüzlülerin demokrasi diye bir sorunu hiç olmadı, bundan sonra da olmayacak! Kendileri ve açgözlü yandaşları akıl almaz biçimde zenginleşirken emeğiyle geçinenlerin haklarını gaspetmekte bir dakika tereddüt etmezler. Yeter ki IMF’den, Dünya Bankası’ndan aferin alsınlar. Şimdi de ABD’den yeni bir aferin alma peşindeler. Dışişleri Bakanı Ali Babacan ağzından baklayı çıkarmadıysa bile ucunu gösterdi. ABD’nin istekleri yönünde Afganistan’a muharip asker gönderme hazırlıklarına başlamışlar.

Şaşırmayalım, ayağımızı yere sağlam basalım. Ne liberal yalakalık, ne asker kuyrukçuluğu bizim işimiz olabilir. Bizim sesimiz 14 Mart’ın sesidir. İki tarafın da hiç hazzetmediği o malum ses.
Not: Yıllık iznimin (âdet olduğu üzre) bir bölümünü kullanacağım. Kısa bir süre buralarda olmayacağım. Bilginize...