Solun “ülke tahlili” konusundaki en önemli belirlemesi, “sermay

Solun “ülke tahlili” konusundaki en önemli belirlemesi, “sermaye birikiminin yetersizliği” dir. Sermaye birikimi yetersiz olduğu için güçlü bir burjuvazinin var olmaması; “iktidar bloku”na feodal egemenlerin de dahil edilmesi, emperyalizmle bağımlılık ilişkilerine girilmesine yol açmakta, bu durum çarpık kapitalist bir yapının kurulmasına; demokrasinin gelişememesine yol açmaktadır vb..

Geri kalmışlık/geri bıraktırılmışlık; çarpık kapitalizm/yarı-feodalite; patron-ağa devleti/ oligarşi bölünmelerinde olduğu gibi sorunu ele alan kavramsal çerçeve üzerinden gelişen ayrılıkların temelinde “sermaye birikiminin yetersizliği”ne ilişkin saptama yatar. Zaman zaman “kavram fetişizmine” dönüşen ve anlamsız fraksiyon ayrılıklarına temel yapılan bu sorun, başka yönleriyle de ele alınmak zorundadır.

Sermaye birikiminin yetersizliğini son derece net bir biçimde saptayan; bunun üzerinde kitaplar dolusu polemik ve fikir geliştiren solun bu “sermaye birikim” sorununun nasıl ortadan kaldırılacağı konusunda somut, anlaşılabilir bir yanıt getirmemesi şaşırtıcıdır. Evet, sol genel olarak burjuvazinin palazlanmasına yol açan sermaye birikim rejimlerine karşı köklü eleştiriler getirmiştir. İthal ikameciliğin, ihracata yönelik sanayileşmenin eleştirisine ilişkin oldukça önemli bir sol literatür vardır.

Bir ülke açısından sermaye birikimini gerçekleştirmenin çeşitli yolları vardır. Örneğin liberallerin kutsadığı “yabancı sermaye” girişleriyle bu açığın kapatılması; ya da uluslararası işbölümü içinde bir yer kaparak “çevre ülkelere” kaydırılan sanayi kollarında uzmanlaşarak; finans merkezi olmak için yasal düzenlemeler yaparak vb. yollardan sermaye birikimini çoğaltmak mümkündür.

DEMOKRASİ VE GELİŞMİŞLİK
Türkiye bu yollardan birçoğunu deneyerek bir “gelişme çizgisi” yakaladı. Ancak gelinen noktada her yıl yüzde 1-1.5’lara varan nüfus artış oranlarıyla, 70 milyona varan çoğunluğu genç nüfusuyla ve bugünkü üretim kapasitesiyle dünyanın gelişmiş ülkelerini yakalaması mümkün görünmüyor. Çünkü turizm, tekstil, otomotiv ve beyaz eşya gibi sektörlerde yoğunlaşmış sermayenin yaratacağı katma değer bu ülkeyi doyurmaya yetmeyecektir. Enerji yollarının stratejik özellikler nedeniyle Türkiye üzerinden geçmesi de yeterli olmayacaktır.

Solun tartışması gereken, sermaye birikiminin ne tür sektörel öncelikler, stratejik tercihler üzerinden sağlanması gerektiğidir. Elbette biriken sermayenin adil bir gelir bölüşümüyle paralel gitmesi, bölgesel eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için planlamanın yapılması son derece önemli ancak solun fikirsel bazda alışkın olduğu konular arasındadır. Yine solun düşünsel kataloğunda “mülkiyet” konusuna ilişkin de çok değerli bir malzeme vardır.

Görünen o ki ileri teknoloji, doğal tarım teknikleri vb. konularda bugünden geleceğini planlamayan, üretim için gerekli “bilgi”yi üretmeyen ülkeler önümüzdeki yüzyılda yarışın gerilerinde kalacaklardır. Bu son derece yakıcı sonuçları olan alanın liberallere bırakılması; toplumsal kaynakların nasıl seferber edileceğine ilişkin tartışmaya solun dahil olmaması kabul edilemez bir durumdur.

Kalkınma, gelişmişlik vb. kavramlarla demokrasi ve özgürlükler arasında doğrudan değilse de önemli bir bağlantı vardır. Burjuvazi her şeyi göze alarak sermaye birktirmek ister; solun hem demokrasi hem gelişmişlik konusunda söyleyecekleri bu nedenle son derece önemlidir.