Zamanı geri çevirmek ne mümkün… Hrant’ı o zamanlar kullandığı isim olan Fırat olarak 1982 yılındaki Ödemişspor karşılaşmasına tekrar çıkarmak, büyüdüğü yetimhanede futbol takımına kaptanlık yaptığı yıllara döndürmek ne mümkün… Futbol oynarken yetimhanenin balkonundan onu seyreden Rakel ile göz göze geldiği anlara geri döndürmek ne mümkün. Ne yazık ki gerçekler asılı boynumuzda, Hrant yere düştü ve tabanı parçalanmış bir ayakkabıyla selamladı bizi, paramparça hayatı gibi. Ve ben o sahneyi görünce öğrendim; sadece futbol oynayarak parçalamazmış ayakkabılar öteki olmak da parçalarmış ayakkabıları.

Parçalanmış ayakkabılar

ÖNDER GÖKSAL*

Bazılarımızın çocukluğu bir futbol topunun gölgesine sığınmıştır. Benim çocukluğum gibi. Boş arsaların,sokak aralarının top peşinde koşan çocukluğu… Hem futbolcu olurduk hem de spiker. Kendi maçımızın anlatıcısı ve oyuncusuyduk. Televizyonun hayatımıza yeni yeni yön verdiği yıllardı;ve futbol ile at başı gitmeliydi elbet. Attığımız her golde kendi anonsumuzu yapardık,o gole ad biçtiğimiz ünlü bir golcüyle. Kimimiz Tanju,kimimiz Aykut,kimimiz de Feyyaz’dık.
Sonra yaş ilerledi,hayallerin peşinden koşuldu;ama olmadı. Seçmelerine gittiğin futbol kulüplerinin maçlarında sana sadece 10 dakikada şans tanındı. Yine de o on dakikaya bir röveşata sığdırmasını başardın,ancak malzemecinin oğluna ve hocaya selam göndermiş birkaç ensesi kalının çocuğuna yenik düştü hayallerin. Mahallendeki arsaya ve sokaklara geri döndün. Futbolu seven her çocuk kendi mahallesinin Maradona’sıdır,Tanrı’nın eli sadece İngiltere’ye karşı oynamaz ya! Öttürdün horozu kendi çöplüğünde. Babanın aldığı;hatta bir iki gece beraber yattığın jilet gibi futbol ayakkabılarıyla uyudun. Sonra siftahı yapar yapmaz eskittin,yırttın o ayakkabıları. Azar işittin annenden,babandan.
Gel zaman git zaman bir araba dadandı top oynadığınız arsaya. Ceza sahasının tam ortasına park etti 96 model Doğan’ı saçını parlak jöle ile ortadan ikiye ayırmış zibidi. Madem rakip kaleye baraj olmuştu o araba,topu üzerinden aşırtıp kaleye göndermek farzdı. Gel gör ki top arada baraja takılıyordu ve bazen jöleli zibidi ile sahanın sol kanadından driplinge kalkman gerekiyordu.
İlk aşkı da o arsada tattın,attığın her golden sonra gözün karşı apartmandaki balkondaydı. O esmer kızla her göz temasın onlarca gole bedeldi. Gün geçtikçe arsadaki arabalar çoğaldı top koşturacak yer kalmadı,balkondaki esmer kız da mahallenin serserisiyle çıkmaya başladı. Kalbimiz çift dom dom kurşunu yemişti. Sevdaya ve umutlarımıza dair ilk yaraları o günlerde aldık. İki sevdayı da gömdük Doğan’ın ön tekerinin temas ettiği toprağa,oturduk televizyon başına;artık futbolcu değil,taraftardık. Statların yolunu ezber ettik. Sonra oraları da dar ettiler bize. Televizyondaki maçlara şifre koydular,stada girmek için de kamyon dolusu para istediler bilet parası diye.


Futbolcu Fırat
Yukarda bahsettiğim futbolun güzel zamanları. Bol arsalı,bol aşklı,katıksız,kardeşçe… İşte o anlardan biri:
1982-1983 sezonu. 28 Kasım 1982 günü. O dönem liglerin reklam panolarını andıran isimleri yok. Bildiğin düpedüz 3. Lig;hatta federasyonun resmi adıyla 2. Lige Terfi Grubu A Ligi. Futbol;domates,biber,patlıcan gibi pazarlanan bir şey de değil daha. Saf,temiz...
Büyük gollerin hepsi büyük statlarda ya da büyük maçlarda atılmaz. Toprak sahaların da sokak aralarının da derme çatma stadyumların da büyük futbolcuları ve büyük golleri vardır. Bakmayın siz afili törenlerde egolarını bize böğürerek fışkırtan Balon Do’r ödüllü futbol oyuncaklarına.
Maçın adı:Taksimspor – Ödemişspor,Taksimspor 1-0 geride. Maçın son dakikaları oynanıyor. Taksimspor’un orta sahasında oynayan Fırat beraberlik golünü atıyor. Tribünlerde “tak tak tak,sim sim sim,taksim taksim tak..” tezahüratları gırla gidiyor. Ödemişspor’un bir üst lige çıkma umudu yara alıyor. Fırat çok seviniyor,futbol hayatında yaşadığı çok şey olmuştur elbet;ama bu gol onun için en önemlisi. Fırat’ı tanıyan herkes onun futbolculuğundan bahsedilince bu golü çerçeveletip asıyor salonun duvarına,başköşeye. Zaman geçtikçe Fırat futboldan adım adım kopuyor,hayat mücadelesi onu başka bir yöne sürüklüyor. Kim bilir belki onun da arsasını arabalar basıyor.“Bu ülkenin toprakları öteki olanların mezarı olduğu kadar;meşhur olamamış,elinden tutulmamış topçuların da mezarıdır” demiş olacak ki ekmeğini başka yerlerde arıyor.
Zaman su gibi akıp geçiyor. Fırat için futbol hafta sonları halı sahaların tel örgüleriyle sınırlanmış bir kültürfizik meşgalesine dönüşüyor. Ödemişspor’a atılan o meşhur golden 25 yıl sonra Fırat çalıştığı binanın kapısına çıkıyor. Arkasından,yine futbol oynamış;hatta adını eski bir futbolcudan almış,ama içi kin ile doldurulmuş bir çocuk katil olmak üzere yaklaşıyor Fırat’a. Ateşliyor silahını ve güya kurtarıyor vatanını… Çünkü yere yığılan Fırat değil Ermeni Hrant… Ne fark eder ki Fırat ya da Hrant,sonuçta ölüm herkesin son durağı oluyor işte. Fırat’ın da Hrant’ın da son durağı.


Parçalanmış hayat
Zamanı geri çevirmek ne mümkün… Hrant’ı o zamanlar kullandığı isim olan Fırat olarak 1982 yılındaki Ödemişspor karşılaşmasına tekrar çıkarmak,büyüdüğü yetimhanede futbol takımına kaptanlık yaptığı yıllara döndürmek ne mümkün… Futbol oynarken yetimhanenin balkonundan onu seyreden Rakel ile göz göze geldiği anlara geri döndürmek ne mümkün. Ne yazık ki gerçekler asılı boynumuzda,Hrant yere düştü ve tabanı parçalanmış bir ayakkabıyla selamladı bizi,paramparça hayatı gibi. Ve ben o sahneyi görünce öğrendim;sadece futbol oynayarak parçalamazmış ayakkabılar öteki olmak da parçalarmış ayakkabıları.

* Spor yorumcusu