Yurtdışında yayımlanan bir TV programını, örneğin bir yarışmayı, diziyi kalaylayıp kendi tipine çevirip sunmaya “format program”

Yurtdışında yayımlanan bir TV programını, örneğin bir yarışmayı, diziyi kalaylayıp kendi tipine çevirip sunmaya “format program” deniyormuş. Acun Firarda’nın Acun’undan öğrendim bu engin ve önemli bilgiyi. Herkes böyle yapıyormuş.
Acun ve benzerleri sosyoloji tezlerinin konusudur. Mutlaka bu döneme ve bu formatlara ait tezler yazılacaktır. Kişisel boyutu da bizi çok ilgilendirmiyor, Acun’un yerini alacak birileri olur.
Özgün bir şey yaratamayıp, bir şeyleri süsleyip pazarlamak bazılarınca bir yetenek olarak da görülebilir. Bundan trilyonlar kazanmak da.
Buna heves eden gençliğin içler acısı hali de herhalde başka bir araştırma konusudur.
Bu format programlardan bir şeyler edinebileceğini sanıp telefonlara sarılan ve yarışmacı olmaya çalışan milyonlarca insanın emek ve parası birkaç kişinin cebine girmektedir.
Oysa bu programların ne konuklarının ne de yarışmacı ya da katılımcıların telefon katılımı ile rastgele belirlenmediği iddia ediliyor. Kimilerine göre, yollardan yapımcılar tarafından toplanıp servis ediliyorlar. Bu iddia da herhalde hukukun konusudur.
Bizim konumuz başka bir format.
Format bir hayat.
Yeni Türkiye kent hayatı. AB üyesi olmaya aday bir ülkenin ABD’nin küçülmüş hali olarak şekillendirilen bir yaşam biçiminin servis edildiği hayatı.
Bu format alışveriş merkezleri, ev ve iş üçgeninden meydana geliyor.
Artık misafirler alışveriş merkezlerinde ağırlanıyor, çocukların doğum günleri buralardaki hamburgercilerde kutlanıyor, kablosuz internete bağlanan, kulağında mp3 (empeüç) bulunan gençler buralarda birbirinin aynı salonlarda aynı fırından çıkmış format filmleri seyretmek için sıra bekliyor. Format sohbetler ediliyor; örneğin, dört genç arkadaş bir alışveriş merkezinin yemek bölümünde aynı masada oturuyor. Dördünün de kulağında telefon var. Başkaları ile konuşuyorlar. Dakikalarca.
Sözüm ona birlikte yemek yiyorlar. İşin ilginç yanı, telefon ile konuştukları kişiler ile buluştuklarında da aynı şey devam ediyor. Bu kez birlikte yemek yiyip konuşmadıkları dostları ile telefonla konuşuyorlar.
İş dediğiniz şey zaten gizli açlık ve borç merkezi. Memleketin yarısı asgari ücret ile tam gün çalışıyor. Açlığa mahkûm. Biz bunlara şanslı diyoruz. İşsiz değiller diye. Bir gün yırtma hayali ile yaşıyorlar. Sınıf atlamış gibi görünmek için borç alıyorlar, kredi kartları ağzına kadar dolu. Dolaşmak için başka hiçbir yer bırakılmadığı için alışveriş merkezlerine gidiyorlar. Orada her şey var.
Birçoğunda çevrecilik unutulmamış. Akvaryumlular, tavşanlılar, organik tarım ürünü satan mağazalar, aklınıza ne gelirse var.
Yeter ki başka yere gitme.
Hoş nereye gideceksin? Neresi bırakılmış? Hepsi hesaplanmış, sana biçilmiş formatı yaşayacaksın. Aralarda artık tercihine göre mescide, toplantıya, iki kadeh içmeye, kitap okumaya, çocukların ile oynamaya ya da tiyatroya gidebilirsin. Ya da gitmene gerek yok, çünkü hepsini yapabileceğin yerler bu alışveriş merkezlerinde zaten var.
Yeter ki başka yere gitme.
Bir tek mezarlık yok içinde. Zaten ondan sonra lazım değilsin.
Yeter ki format hayatı yaşa. Evinde de format dizileri, format yarışmaları seyret.
Yat uyu. Mışıl mışıl uyu.
Format kâbuslar görmeye başlayana kadar uyu.