Sizi bilmem. Ben bu YEŞİL lafına iyice sinir olmaya başladım. Hiç, ağzınızı yeni gelin gibi büzüp, yahu sen ne biçim ekolojistsin, çevrecisin, biyologsun? Yakışıyor mu sana? Olmaz olsun...

Sizi bilmem. Ben bu YEŞİL lafına iyice sinir olmaya başladım. Hiç, ağzınızı yeni gelin gibi büzüp, yahu sen ne biçim ekolojistsin, çevrecisin, biyologsun? Yakışıyor mu sana? Olmaz olsun senin gibisi, falan demeyin. Elimde değil yahu, sinir oluyorum, gıcıklanıyorum işte! Üstelik yeni de ortaya çıkmadı bu “gıcık olma” hali bende. İlk kez Susurluk’tan sonra şu meşhur Yeşil Efendi ile başlamış olabilir. Başlatmadıysa da etkili olduğu besbelli. Ama tek neden o değil ki?

Kardeşim, nereye dönsem yeşil, Sayın Başbakan bile çevreci, yeşil. Sermaye olmuş yemyeşil. TEMA ağaç dikiyor her yere, çok güzel, yemyeşil olsun her yer diyorlar, erozyonla mücadele etmeli diyorlar. İyi de bu memleketin yalnızca batısında mı erozyon oluyor? TEMA Güneydoğu’da, Doğu’da projeler yapıyor da bizim mi haberimiz yok? TEMA tek bir muhalif çevreci eyleme destek oluyor da biz mi duymuyoruz, duyurmuyoruz? Sayın Hayrettin Karaca’yı çok severim, sayarım. TEMA’nın Kafkas Arısı yetiştirme gibi bazı projelerini de çok beğeniyorum doğrusu ama TEMA’nın genel gidişatında bazı tuhaflıklar sezinliyorum. Üzülüyorum. Bir zamanlar Doğal Hayatı Koruma Derneği de aynı hataları yapmıştı. Belki TEMA onların yaşadıklarından bazı dersler çıkartır.

Yeşil tam olarak ne demektir? Şu pozitif enerji lafı gibi, herkes bildiğini anlıyor. Örneğin Ankara bozkırın ortasında bir kent. Kuru diyorlar Ankara’ya, sarı diyorlar tutup her yere çim ekiyorlar. Sırf yeşildir diye. Oysa çim su ister. Şimdi Ankara’da da başka kentlerde de karayollarının ortası yemyeşil çim, her gece belediyeye ait tankerler tonlarca su döküyor, suluyor bu çimleri. Ankara’nın içme suyu yok ama yeraltı suları tankerlere doldurulup ortalığa saçılıyor. Sözüm ona Ankara yemyeşil oluyor. Kentte bir damla sağlıklı su bulunmuyor ama biz suyu, “yeşil” görmek için yollara döküyoruz. İyi hoş da bozkır denilen şey biyoçeşitlilik açısından en zengin yerlerden birisi. Ankara’nın floristik yapısı fakir değil ki, dile kolay tam 1.115 bitki türü şurasında burasında doğal olarak yetişiyor ama kenti yönetenler ha babam, de oğlum gece yarıları İngiliz çimi suluyor. Tepelerinde tam 230 farklı kuş türü uçuyor ama kenti yönetenler Kuğulu Parkı nasıl eder de dümdüz ederim, oradaki iki kuğuya da dünyayı dar ederim hesabıyla yaşıyor.

Murat Karayalçın benim babamın oğlu değil ama belli ki bu kentin mevcut yönetiminin yarattığı çevre tahribatına bir dönem daha dayanacak hali kalmamış. Seçilirse Sayın Karayalçın’ın kapısına gider tek bir şeyi rica ederim. Sayın Başkan derim, bırakın Allah aşkına, varsın yeşil olmasın Ankara artık derim. Bırakın da bozkırın tadını çıkartalım derim.

Büyük kentlerde onlarca hipermarket var. Utanmadan her gün yenilerini açıyorlar. Hepsinin sloganı üç aşağı beş yukarı aynı “yeşil yaşam”, “çevreye destek çarşı”, “içimizde bahçeler var”, “akvaryumlar, doğal görünümlü bahçeler burada” feşmekân. Hiç bir kentte dolaşmaya tek bir yer bırakılmadığı için insanlar mecburen bu çarşılara gidiyor. Doğal gıdaydı, organik sebzeydi hep buralarda. Hepsi sapına kadar çevreci, hepsi köküne kadar yeşil. Oysa Avrupa’da yapılan bir araştırmaya göre hipermarketlerin yarattığı (özellikle de otoparklardan kaynaklanan) ağırlık etkisi yüzünden yeraltı sularının yatakları değişiyor.

Yeraltı suları yerkürenin can damarlarıdır. En önemli özellikleri gün yüzü görmedikleri için “temizlenemez ve yenilenemez” olmalarıdır. Biz yeşil renkli kentler yaratmak için yeraltı sularımızı çimlere, hipermarketlere heba ediyoruz.

İşte ben bu nedenler yüzünden yeşil lafına sinir oluyorum. “Yeşiller” kızmayın bana. Haksız buluyorsanız söyleyin. Ama benim için yazık oldu, bunu da kaybettik “ne yeşil adamdı” demeyin. En iyisi ya adımızı gökyüzüne bakıp “maviler” olarak değiştirelim ya da bozkırın sarısında Ankara Çiğdemi ile birlikte hep beraber yitip gidelim.