1 Mayıs’ta yürüyoruz. O da ne? Kim sokulmuş yanıma öyle? Onu tanımayan yoktur bizim oralarda, özellikle minibüs durağı çevresinde. Askıntı mı askıntı bir dilenci kadındır kendileri. Uğraşı(meslek) bu, işin uğraşmanı(profesyoneli). Üç beş kuruş ne koparırsa, almadan bırakmaz peşini. Ama bize nicedir asılmaz olmuş, tanışız artık. Öyle, gelip geçerken laf atarız birbirimize. Kimi zaman onunla dalga geçmek adına biraraya gelindiğinde bize aktardığı “dilenciler olarak örgütlenmek” teziyle insanlar eğlenedururken o elinden geldiğince geliştirse de bu düşünceyi, sonunda yandaş bulamadı pek uğraştaşlarından. “Seni gördüm de geldim gerilerden...” diyor. “Ne arıyorsun burada?” diyorum... “Bugün emekçilerin günü!” diyor. “Sen emekçi misin?” diye soruyorum. “Dilenmek kolay mı, ne sandın!” diyor arsızca açarak ağzını. “ “Çoktan yükünü tuttu, 5-6 tane dairesi var!” diyorlar senin için. “Amma atmışlar, yuh! Topu topu iki tane...” “Yetsin bitsin yaptığın bu iş. Şu haline bak...” diyorum, “Önce dişçiye git...” “Söktürdüğüm dişlerimi mi taktırayım? Görünüş önemli. Ağzımı burnumu düzeltirsem kim sadaka verir bana.” “İşe devam ha?...” “En gıcık kaptığım ‘elin ayağın tutuyor çalışşsana’ demeleri. Birincisi, ilgisiz insanlar nerden biliyorlar nerelerimin tuttuğunu; ikincisi, elim ayağım tutmasa nasıl çalışırım ki ben? Bu memlekette sosyal güvenliğim mi var? Geleceğim için para biriktirmeliyim daha!” Arada bir birilerini çarptığını da duydum ya, koluma girerken eliyle cebimi yoklamış mı diye kuşkulanıyorum. “Bana bak,” diyorum, “yürüyüşte kimsenin canını yakma!” Anlıyor ne demek istediğimi. “Burada, bugün olur mu hiç, aşk olsun abi!” diyor. “Yahu merak ediyorum, şu hırsızlığın...” Kesiveriyor: “Kırk yılın başında, ufak tefek, çok sıkışırsam...” “Neyse ne senin sıkışman da, esas diyeceğim dilenmen üzerine zaten. Hiç ağırına gitmiyor mu, tanımadığın birilerinden bir şeyler istemek...” “Az daha bağır. Gürültüden duyamadım, ne?” “Dilenmek! Dilenmen!?” “Peygamberler Allahtan, insanlar insanlardan, herkes birilerinden bir şeyler dilenir...” “Felsefe yapma! Ve de saçmalama, ben senden bir şey istiyor muyum?” “Sadede gel, artık istemenin, dilenmenin zamanı geçti...” diyor. “Eee?...” diyorum, “Yüksek sesle söyle, neyin zamanı?... Neee?...” Bu kez de kulak zarım patlayacak bağırtısından: “Koparıp almanın zamanı!...”

“Yürüyoruz birlikte, 1 Mayıs şarkısını söyleye söyleye...”