Somalı madenci ailelerinin son duruşmada Terörle Mücadele polislerince ablukaya alınması şüphe yok ki “Türk Usulü Sömürü rejiminin” faşizan yasakçı 1 Mayıs hazırlığına dahildi.

Ailelerin hıçkırık seslerinden rahatsız olan pişman değil ama pişkin, sırıtık yüzlü, iktidar yanaşması sanıkların can güvenliği “riskli” mesajı vermek için Somalı ailelerden “terörist örgüt” çıkarmaya ramak kalmıştı.


Boğazına kadar işçi kanı içinde yüzen “kamu-özel cinayet ortaklığı”; sanık partner kadrosunu korumayı birincil vazife edinmişken umuma da yaklaşan 1 Mayıs’la ilgili mesajını vermeyi esirgemiyordu.

Taksim’de günler öncesinden üst üste yığılan çelik bariyerler kadar İstanbul Belediyesi’nin yine Taksim’i büyük bir beton saksıya dönüştüreceği mutat açıklaması da “İç Güvenlik Devleti’nin” Taksim Meydanı’nda sahneleyeceği “şiddet müsameresini” haber veriyordu.

Son birkaç yıldır 1 Mayıs’ı Taksim’de alan tartışmasına “hapsedip” etkisizleştirmeye ve kriminalize etmeye çalışan siyasi iktidar 7 Haziran ve Soma katliamının yıldönümü yaklaşırken içinde “işçi” sözcüğü bile geçmeyen seçim beyannamesiyle emekçi düşmanı tavrını iyice belli etmişti.

Baş sorumlusu olduğu tarihimizin en büyük toplu iş kıyımlarını tekme tokat bastırmaya çalışan, icraatlarına “milli güvenlik” gerekçeli grev yasakları ve istihdamda reform başlığıyla milyonlarca güvencesiz -örgütsüz kıldığı ve birbirine kırdırdığı “taşeron-emekçi” nüfusu piyasaya arz etmiş “yeni rejim” için..

1 Mayıs ancak kendi buyruğundan çıkmayan “hijyenik ve suskun” bir sarı-sendika  tören/kutlamasıyla sınırlıydı.

Bu hafta kamu finansmanlı iktidar medyası “Karanlık 1 Mayıs” manşetlerine yüklenecek milli iradeye “1 Mayıs komplosu” haberlerini döşeyeceklerdi.

1 Mayıs’ın temsil ettiği tarihi anlam ve değerler onların geldikleri kritik yol ayrımında öylesine ödlerini patlatıyordu ki...

Çünkü “belleksizleştirilmiş” kamu zenginliği tamamen boşaltılmış kabuk “Yeni Türkiye” taşeron hayatlarda, açlık sınırına kovaladığı milyonlarca işçi ve emekçiyi 13 yıl sonra “milli ruh” popülizmiyle ikna edemezdi.         

Çünkü “Yeni Türkiye” 12-15 yaşındaki çocuğun ayda 300-400 TL’ye Organize Sanayi Bölgelerinde “yoğun sömürüldüğü”, meslek lisesi kisvesi altında “genç-emek gücünü” asgari ücretin üçte birine çalıştırıldığı, amele pazarlarında lise mezunu gençlerin gündelik emeğini hamal olarak satmaya zorlandığı her gün aşağılandıkları “vahşi kar ve sömürü havzalarıydı.”

Sanayi sitelerinde, merdiven altı atölyelerde çocuk işçi yaşının 7’ye kadar düşürmüş “Yeni Türkiye istikrarı” adlarını duyurmadığı, yüzlerini göstermediği, varlıklarını soğuk sayılara bile katmadığı 13 bin 500 işçi cesedini nasıl gizleyeceğini bilemiyordu.

Beton istinat duvarına “milli eser” diye dualı tören tertip eden, tekbirle holding açılışı yapan kapitalist azgınlık hakkını yemediği tüyü bitmemiş yetim bırakmamıştı.

İktidarı boyunca “dindarlık” paravanıyla  işçi-işveren arasında en ilkel ve kaba sömürü hatlarını döşeyen İslamcı neoliberalizm yoksulluğun en dibine ittiği emekçilerle paylaştığını iddia ettiği “ortak evrenden” sırra kadem basıp çoktan Sultan kılığında yalnızca kapıları 107 bin asgari ücret tutan Saray’a yerleşmişti.

Ve kavuğunu öyle bir düşürmüştü ki, artık iş ve ekmek kavgası değil hergün “can” mücadelesi veren emekçiler zincirlendikleri “zindandan” mecbur çıkacaklardı. Tarihin böyle bir huyu vardı.

Her tersane, her imalathane, her şantiye, her can yiyici ocak ve “taşeron insan” paketleyen işletmenin önü doğal ve süresiz 1 Mayıs alanı olacaktı, kaçınılmaz zaman yaklaşıyordu.