Göçe zorlanan Suriyelilerin yüzde 75’i kadın ve çocuklardan oluşuyor. Savaştan kaçıp yardım ve kaynaklara erişmeyi beklerken; taciz, cinsel saldırı, aile içi şiddet ve yoksullukla karşı karşıya kalan 1 milyonu aşkın kadın Geçici Koruma Yönetmeliği’nde dikkate alınmıyor

1 milyondan fazla  sığınmacı kadın yok sayılıyor

MELİS BAŞARAN

Günümüzde göç, gönüllülük esasından çıkıp bir mecburiyet haline gelmiş durumda; pek çok göç hareketi travmaları da ‘sınırların’ dışına taşıyor. Dünyanın dört bir yanına göç etmek zorunda kalan Suriyelilere yönelik nefret dili ve şiddet kendini her alanda gösterirken, Türkiyelilerin unuttuğu bir gerçek var: Hepimiz bir gün mülteci olabiliriz. Zira ne mülteci olmak ne de savaş yeni değil.

Toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık, geleneksel uygulamalar, cinsel istismar, cinsiyete dayalı şiddet, aile içi şiddet gibi özünde ‘kadın’ olmalarından kaynaklı şiddetten ötürü ülkelerini terk eden ve başka bir ülkeye sığınan kadınlar dünyanın dört bir yanında yaşam mücadelesi veriyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin raporları incelendiğinde toplumsal cinsiyete dayalı zulüm pratiklerinin dönemler bakımından bazı kategorilerde ele alındığını görüyoruz. Kadınlar çatışma esnasında iktidarda bulunan kişiler tarafından, kaçış esnasında da hudut görevlileri tarafından cinsel istismara ve şiddete maruz bırakılırken, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığın etkileri sığınılan ülkede de kendini göstermeye devam ediyor.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ GÖÇMEN KADINLARA DA UYGULANMIYOR

Sığınılan ülkede otorite sahibi kişiler tarafından yardım ve kaynaklara erişmeyi beklerken; cinsel saldırı, aile içi şiddet, hayatta kalabilmek için birlikteliğe zorlanma, kadınların karşılaştığı başlıca zulüm biçimlerini oluşturmakta. Tüm bunlara ek olarak göç sürecinde destek ve hizmetlere ulaşmada ekonomik, kültürel ve dilsel engellerle karşılaşanların yine kadınlar olması da ayrıca ataerkinin etkileri arasında görülüyor.

Savaştan önce 22 milyon nüfusu olan Suriye’de nüfusun yaklaşık olarak yarısı zorunlu biçimde göç etti. Yerinden edilen Suriyelilerin yüzde 75’ini kadın ve çocuklar oluştururken, patlak veren savaşın en çok etkilenenleri kuşkusuz kadınlar. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 2019 tarihli verilerine göre Türkiye’de Geçici Koruma Statüsü sağlanan 1 milyon 687 bin 864 Suriyeli kadın bulunuyor. Savaş ortamından kaçan kadınlar ülkelerinde ve kaçış sırasında yaşadıkları travmanın sosyal ve psikolojik izlerini taşırken, bir yandan da “sığınmacı” olmanın getirdiği yeni travmalarla yüzleşmek durumunda kalıyorlar.

2011 itibariyle yaşanan kitlesel göç sürecine ilişkin, Türkiye’ye giriş yapmış Suriye vatandaşlarını kapsayacak biçimde hazırlanmış olan “Geçici Koruma Yönetmeliği” 22 Ekim 2014’te yürürlüğe girdi. O tarihten bu yana Türkiye’deki Suriyelilerin statülerini düzenleyen Geçici Koruma Yönetmeliği’ni incelediğimizde, Türkiye’ye geçiş yapan toplamın yarısından fazlasının kadın olduğunun dikkate alınmadığını, cinsel yönelimleri nedeniyle zulüm gören LGBTİ+ bireylerin ise adeta yok sayıldığını söyleyebiliriz. Ayrıca Yönetmelik yürürlükteki düzenlemelerle toplumsal cinsiyete duyarsız usulleri ile Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin çeşitli hükümlerine de aykırılık teşkil ediyor.

YALNIZCA BİN 641 SURİYELİ KADININ ÇALIŞMA İZNİ VAR

Yasal olarak cinsiyet eşitsiz pek çok uygulamayla karşılaşan 1,6 milyonluk Suriyeli kadın nüfusunun yaklaşık olarak yarısının yaş aralığı aktif çalışma dönemini kapsıyor. Lakin Suriyeli erkeklere oranla çalışma yaşamına katılım son derece düşük. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Uluslararası İşgücü Genel Müdürlüğü’nün 2017 tarihli Çalışma Hayatı istatistiklerine göre çalışma izni bulunan 20 bin 966 Suriyelinin yalnızca bin 641’i kadın. Suriyeli kadınlar çalışma yaşamında yer alamamaktan kaynaklı çeşitli sorunlarla karşı karşıyalar. Bunların başında Türkçe öğrenmek ve sosyal hayata katılım geliyor. İş yaşamına dâhil olan kadınlar ise başta tarım ve tekstil gibi kayıt dışı ve emek sömürüsünün yoğun olduğu sektörlerde varlık gösterseler de, aynı işi yapan Suriyeli erkeklere nazaran çok daha uzun süre çalışıp çok daha az maaş alıyorlar. Bunlara ek olarak maaşların olması gerekenden aylar sonra yatırılması veya hiç yatırılmaması, baskıya ve tacize maruz kalmak, diğer işçiler tarafından dışlanmak Suriyeli kadınların iş yaşamında karşılaştığı sorunlardan yalnızca birkaçı. Tüm göç eden kadınlar gibi Suriyeli kadınlar da hem göçmen hem de kadın olmanın çift yönlü dezavantajını hayatın her alanında hissetmekteler.

Türkiye’de devletin resmi kurumları tarafından entegrasyona yönelik somut adımların atılmıyor oluşu işleri her geçen gün zora sokmakta. Tam da bu noktada hepimizin atladığı bir şey var; 8 yıldır yan yana, aynı alanları paylaşırken, aynı krizle mücadelenin farklı bileşenleriyken Suriyelilerin ‘misafir’ olduğu düşüncesini üstümüzden atamıyoruz. Oysa dışlayan, ötekileştiren, ırkçılığa varan tüm bu söylemlerle mücadele eden kadınlar yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen dayanışarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bizim de bu dayanışmayı güçlendirmekten, birlikte yaşamayı öğrenmekten başka şansımız yok. Sahiliyle, kırsalıyla, tarımıyla tarlasıyla, metropolüyle kısacası her alanda birlikte yaşama pratikleri geliştirmeliyiz. Zira göçü ve göçmeni yaratan egemen zihniyet mevcut sorunları daha da derinleştirmekten öteye gidemez. Bu yüzden dayanışma ezilenlerin inceliğidir.