Beyazıt Meydanı’nda 7 gencin öldürüldüğü 16 Mart Katliamı’nın 44’üncü yıldönümü. Tanık Kangal “12 Eylül Darbesi’ne giden yol o katliamla açıldı” dedi.

12 Eylül’ün yolu 16 Mart’la açıldı

Dilan ESEN

Bugün ülke tarihinin en kanlı katliamlarından biri olan 16 Mart Katliamı’nın 44’üncü yıldönümü. Devrimcileri ve üniversite mücadelesini hedef alan polis ve devlet destekli faşistlerin Beyazıt’taki bombalı saldırısında İstanbul Üniversitesi’nden çıkan 7 öğrenci katledildi, 50’den fazlası yaralandı.
Katliamla, devrimci ve üniversite mücadelesi ile demokratik, bilimsel, özerk, laik akademi talebi hedef alındı. 44 yıl sonra ise geriye zamanaşımı ile düşürülen bir dava ve cezasızlık kaldı. Özerk, demokratik, bilimsel, laik akademi talebi kanla yıkıldı.

Toplumsal muhalefetin, halkın bir araya gelip kitleselleşerek ses çıkardığı, binlerce yurttaşın faşizme karşı demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesi verdiği yıllarda, üniversite öğrencileri de bunun bir parçasıydı. Antifaşist mücadele edenlerle demokrasi, eşitlik ve özgürlük talep edenlerden rahatsızlık duyanlara yönelik birçok kez saldırı düzenlendi. İktidarların her dönem hâkim olmaya çalıştığı üniversitelere müdahalenin bir parçası olan Beyazıt Katliamı’yla birlikte karanlık bir döneme girildi. Gençlik hareketi ve üniversitelerin çatışma alanlarına dönüştürülmek istenmesi, 12 Eylül’den sonra YÖK’ün kurulmasından başlayarak OHAL’de akademisyenlerin KHK’lerle ihraç edilmelerine ve rektörlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanmasına kadar vardı.

Katliam tanıklarından biri olan Avukat Nejat Kangal, üzerinden 44 yıl geçmiş olsa da ilk günkü canlılığıyla tüm ayrıntıları belleğinde tutuyor. O dönem İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan Kangal, bomba sesini Süleymaniye’den duyarak koştuğunu anlatıyor. Kangal saldırıya giden süreci şu sözlerle aktarıyor:

İstanbul Üniversitesi’nde ve çevresinde faşist polisler görevlendirildi. 1 Mart’tan itibaren devrimci öğrenciler üniversiteye toplu gidip gelmeye başladı. Okulun arkasındaki Süleymaniye bölgesinde buluşulur öyle okula gidilirdi, saldırı ihtimaline karşı. Ancak sürekli olarak bu tehdit vardı: 15 gün geleceksiniz, 16’ncı gelemeyeceksiniz. Aralarında daha sonra milletvekili olan Mehmet Gül, Kazım Ayaydın, Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu vardı.

SESİ DUYUP KOŞTUK

Silahlı saldırıya uğrayan arkadaşlarımız oluyordu ama o çevrede 16 Mart’a kadar ciddi bir saldırı yaşanmadı. Okul içerisinde de önce faşistler sonra polisler saldırırdı. 16 Mart günü ders erken bitmişti. Yağmurlu bir havaydı. Çok kalabalık olmasa da 200 kişi vardı. Süleymaniye’deydim o sırada. Bomba sesini duyup geldim. Ortalık kan gölüydü, ölüler ve yaralılar vardı. Faşistler slogan atıyordu. Ortada polis yoktu.

REKTÖRLÜK İŞGALİ

Katliamın ardından tepki olarak öğrenciler, üniversiteyi işgal etti. Süleymaniye’nin arka kapısına gidip, zincirleri kırdık. Arka kapıdan üniversiteye girmeye başladığımızda polisler kaçtı. O gece içeride herhalde 10 bin kişi vardı. Forumlar gece boyunca devam etti. İçişleri Bakanı, vali geldi görüşmeler devam etti ama bir şey yapma şansları yoktu.

Sabah olduğunda üniversite bahçesi de Beyazıt Meydanı da dolmuştu. O kalabalıkla Sirkeci’ye yürüdük. Sanki tüm İstanbul oraya akmıştı. DİSK genel grev kararı aldı. Ankara’da denk geldim DİSK’in eylemine. Bütün sokak ve caddelerin kapatıldığını gördük. Okul açıldıktan sonra faşistler de çekildi ama bunlar bitmedi.

Beyazıt Katliamı’nın benzerleri Yıldız’dan Ankara’ya, Çorum’dan Maraş ve Sivas’a kadar çok sayıda kentte yaşandı. Sanıklar arasında itirafçılar da oldu ama hiçbir şekilde bu dava normalde görülmesi gerektiği gibi görülmedi. 12 Eylül’e giden sürecin önemli noktalarından biri olduğunu söyleyebilirim. 16 Mart Katliamı ve benzerlerinin üzerinin örtülmesi devletin yapısıyla ilgili. Sol muhalefet bu katliamlarla bastırıldı, 12 Eylül’e giden yol açıldı.

CEZASIZ KALDI

12 Eylül darbecilerinin ya da benzer olayları yapanların yargılanmaması sonrasındaki gelişmelerin de önünü açtı. 12 Eylül’le hesaplaşılmış olsa bugün böyle bir yönetim kurulamazdı. Demokratikleşmenin yolunu açmazsanız, muhalefetin gücü bu demokratikleşmeyi sağlamaya yetmeyecek olur ise bir süre sonra karşınıza benzer yönetimler çıkacaktır. Hiç fark etmez, birinde ölürsünüz, birinde yaşarsınız ama hiçbir demokratik hakkınız yoktur, sokağa çıkamazsınız. Hiçbir hesap sorulmamıştır, sorulmadıkça bunlar devam etmiştir.

***

Tek sanık ceza almadı

Devrimci ve örgütlü mücadelenin, aynı zamanda devlet destekli saldırıların yoğunlaştığı yıllardan olan 1978’de İstanbul Üniversitesi öğrencileri derslere toplu şekilde girip çıkmaya başladı. Özellikle 1 Mart’tan sonra neredeyse her gün bir faşist saldırıyla karşılaşırken öğrenciler üniversiteyi teslim etmemek adına büyük bir mücadele başlattı. Polis ise Beyazıt Meydanı’nı ‘öğrencileri korumak’ adı altında ablukaya almıştı. Tüm bu saldırıların sürdüğü yağmurlu ve polis sayısının az olduğu 16 Mart 1978’de okuldan çıkan devrimci öğrencilerin üzerine “Beyazıt Meydanı komünistlere mezar olacak” sloganlarıyla beraber bomba atıldı, daha sonra ateş açıldı. Katliamda, öğrenciler Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt yaşamını yitirdi, 50’den fazla öğrenci yaralandı. Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alındı. Sıddık Polat ise Elazığ’da yakalandı. Bombayı atan Zülküf İsot, itiraf etti ve teslim olacağını söyledi. Zülküf İsot’u, daha sonra ülkücü Latif Aktı öldürdü. Ülkücü itirafçı Ali Yurtaslan ise öğrencilerin üstüne atılan bombayı Abdullah Çatlı’nın temin ettiğini öne sürdü.