GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR Yürüdüler. Sıradan işçiler, üstlerinde işçi tulumları ile yürüdüler. Dört koldan yürüdüler. Birinci kol, Anadolu Yakası’nda Ankara Asfaltı. İkinci kol, Eyüp-Alibeyköy-Silahtar-Cendere. Üçüncü kol, Topkapı-Çekmece-Zeytinburnu. Dördüncü kol, Levent-Boğaz. Yüzelli bin kişiydiler. Elleri, öfkeleri, sözleri, hayalleri birleşen yüzbinler. Aşık İhsani’nin dizeleriyle, “Kemikli tırnaklı birleşen eller. Yeni bir türküyü söyleyen diller. Torunu yanında yaşlı nineler. Evinden […]

15-16 Haziran yolunda yürüyelim

GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR

Yürüdüler. Sıradan işçiler, üstlerinde işçi tulumları ile yürüdüler. Dört koldan yürüdüler. Birinci kol, Anadolu Yakası’nda Ankara Asfaltı. İkinci kol, Eyüp-Alibeyköy-Silahtar-Cendere. Üçüncü kol, Topkapı-Çekmece-Zeytinburnu. Dördüncü kol, Levent-Boğaz. Yüzelli bin kişiydiler. Elleri, öfkeleri, sözleri, hayalleri birleşen yüzbinler. Aşık İhsani’nin dizeleriyle, “Kemikli tırnaklı birleşen eller. Yeni bir türküyü söyleyen diller. Torunu yanında yaşlı nineler. Evinden dışarı çıktı yürüdü.”

Yürüdüler… Yıllardan 1970, aylardan Hazirandı.

Sınıf hareketinin mümkün olduğuna, işçi sınıfının gücüne, kendi kaderlerinin memleketin kaderi ile bir olduğuna, yurdun kendi elleri ile kurtulacağına inananların yarım yüzyıl önceki kavgasına selam olsun! 49. yılında işçi sınıfının en büyük direnişine selam olsun demek, direnişin kazanımlarını, derslerini ve birikimlerini sosyalizm mücadelesini barındıran bugüne ve sosyalizmin yeniden kuruluşuna tanıklık edecek yarına taşımak demek.

Önce o iki uzun gün ve bir uzun yürüyüşü hatırlayalım. 11 Haziran 1970’de sendika, toplu sözleşme ve grev hakkı yasalarında değişiklik amaçlayan bir tasarı Meclis’e geldi. Tasarı, sendikal örgütlenmenin, grev hakkının kısıtlanmasını ve DİSK’in önünün kesilmesini amaçlıyordu. Türk-İş’in devlet ve işveren yanlısı tutumu, işçilere destek vermemesi, yönetiminin oligarşik bir hale dönüşmesi ile işçiler 1967’de kurulan DİSK’e yönelmeye başlamıştı. İktidar da gerekli müdahaleyi yaptı. Tasarı kabul edildi.

Tasarının kabulünden 4 gün sonra 15 Haziran’da protesto eylemleri başladı. İlk gün yetmiş bin işçi önce fabrikalarına girip çalışmadan bekledi, daha sonra dışarı çıktı. 16 Haziran’da, eylemdeki işçi sayısı yüz elli bini geçti. Sadece İstanbul değil, İzmit, Ankara gibi şehirlerde de alanları doldurdular. Direnişin ardından, Anayasa Mahkemesi Şubat 1971’de yasayı iptal etti.

İşçi sınıfının en görkemli direnişi, Türk-İş üyesi işçilerin DİSK işçilerinin yanında saf tutmasıyla, yurt dışına kaçan patronlarla, işçilerin birleşmemesi için Galata ve Unkapanı köprülerinin kaldırılmasıyla ve polis barikatlarını yıkıp ilerleyen işçilerin kararlı duruşuyla hafızalara kazındı. 15-16 Haziran’dan yarına kalanları üç başlıkta tartışmak istiyorum. İlki sınıf hareketi. İkincisi sınıf hareketinin siyasal talepleri/ufku. Üçüncüsü ise sınıf kültürü.

İlk olarak, 15-16 Haziran Direnişi sınıf hareketinin iki ekseninde, örgütlü mücadele ve kendiliğindenlik, önemli deneyimler içeriyor. Direnişi sürükleyen hem örgütlü sendikal mücadele hem de işçilerdir. Tasarının kabulünden ardından DİSK üyesi işçiler işyerlerinde Anayasal Direniş Komiteleri kurarlar. Bu direniş, işçi sınıfı mücadelesi tarihinde önemli bir yer edindiyse; bu, doğrudan emekçilerinin eseridir. Direnişi mümkün kılan işçiler örgütlü sendikal hareket içinde aktif çalışanlardır. Sınıfın hareketliliğini ve kendiliğindenliğini biçimlendiren “öncü işçiler” ve/veya “önder işçiler” örgütlü mücadele geleneğinden gelmektedir.

15-16 Haziran Direnişi işçilerin mücadeleci yapısına dayanmaktadır ama bu direniş işçilerin sendikal örgütlenme içinde olması ile mümkün olmuştur. Belirtilenler, son zamanlarda kabul edilen, yukarıdan yönetilen, öncülüğe dayalı merkezi örgütlenmeden uzaklaşıp, çok sayıda eylemliliği birbirine bağlayan yatay, çok merkezli bir anti-kapitalist farklılıklar ittifakına yönelinmesi tavrının sınırlarına işaret ediyor. Dolayısıyla, bugün sınıf hareketi, merkezsiz, karmaşık ve belirsiz yönelimler ile değil; kitlelerin mücadeleyi ve örgütleri zorlayıp daha ileriye taşıması ile mümkündür.

İkinci olarak 15-16 Haziran Direnişi, sınıf hareketinin siyasal talepleri ve siyasal ufku için çok değerlidir. İşçi sınıfının talepleri, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “Yürüyen İşçiler Kapılarında İstanbul’un” adlı şiirinin dizeleridir: “Yürürüz devrim gününde. Bütün Ulusun önünde. Toprak bu yurt denen toprak. Bu yurt benim elim aya’m. Bu yurt benim elim aya’mla kurtulacak. İşçi yürür mü yürür ya.” Eyleme katılanlar tek tek işçiler değil yaptıkları işleri yaparken kendilerinin basit toplamından fazlasına dönüşen insanlardır. “Toprak bu yurt denen toprak”ta ürettikleri talepler memleketin kurtulması ve eşitsizliklerin, yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır.

Direnişte, işçi sınıfı, egemen bir halk, bir emekçiler ulusu olarak kendini kurar. Son otuz senede önerilen piyasa/kimlik/AB eksenli çözümler apaçık bir şekilde işleri katlanılamaz hale soktuğundan; bugün de geçerlidir dünün emekçiler ulusu için geçerli olan. Öyleyse, son yıllardaki etnik/mezhepsel kimliklere dayalı farklılık siyasetinin aksine tüm emekçiler bir memleket düşünde ortaklaşabilmelidir.

Üçüncü olarak 15-16 Haziran Direnişi, sınıf kültürünün kendini var etmesinin imkânlarını içeriyor. Günlük pratiklerimizi belirleyen güçler masum değildir. Burjuva normlarını alternatifsiz olarak kabullenen pratiklerle örülü bir gündelik hayatın, kendisini kuşatan değerlere teslim olan bir yaşamın karşı hegemonya üretme ihtimali yok denecek kadar azdır. Sömürüyü meşrulaştıran değer, alışkanlık ve normları reddeden ve bu reddi mümkün kılan karşı değerleri üreten bir dil yoksa direniş de zayıflar. 15-16 Haziran karşı değerleriyle, hakkaniyet arayışı ve dayanışma pratikleriyle direniş sıfatını edinmiştir. Yaz mevsiminin ilk ayına Haziran denmesine sebep olmamış olsa bile direnişe Haziran dedirten şey de budur.

Sınıf kültürünün zayıfladığı bugün, insanlar yaşadıkları hayatı, var olan düzeni hiçbir biçimde değiştiremeyeceklerine, buna güçlerinin yetmeyeceklerine inanıyor. Onlar için böyle gelmiş böyle gidecektir. Var olan sisteme, gündelik hayata, sömürüye bir alternatif üretmek imkânsızdır. Alternatif olabilecek her şey başka baskılara vesile olacağından hayırsızdır: Her yer baskı her yer iktidar! Bu kabulleniş, ancak, gündelik hayatta işçi sınıfının kendi kültürü ile karşı hegemonya alanları yaratabildiği durumlarda sorgulanabilir.

Yıllardan 2019, aylardan Haziran. Yürüyelim. Yarım yüz yıl önce 15-16 Haziran, işçilerin “emekten yana, tam bağımsız bir memleket” hayaline sadece sahip olduğunu değil, aynı zamanda bunu gerçekleştirmeye gücü olduğunu da gösterdi. Bu hayale ve bu hayali gerçekleştirme gücüne sahip çıkalım. Yürüyelim.