Günümüz Türkiye’sinde AKP iktidarıyla 15 Temmuz’dan beri apaçık ortaya konan caminin siyasallığı tartışmasında, camiyi iktidarın araçsallaştırdığı bir mecradan saymaktan öte iktidar ilişkilerinin üretilmesindeki simgesel siyasetin kurucu bir unsuru olarak yeniden okumak gerekir

15 Temmuz: Minareler süngü, müminler asker

Deniz Parlak 1

Geçtiğimiz hafta bir gazete sürmanşetinden 15 Temmuz gecesi 90 bin camiden salâ okunacağını birkaç sütunla duyururken, hemen yan sütunda Diyanet’in hazırladığı 15 Temmuz’u anma programı yer alıyordu. “Ezanları Susturan Darbelerden, Darbeleri Susturan Salâlara” şiarıyla hazırlanan Diyanet programı “gece boyunca salâlar verilerek milletimizin hukukuna sahip çıkmaya” çağrı yapıyordu.

Geçen yıl 15 Temmuz akşamı günümüzün dijital hızına ayak uydurur biçimde twitter ve facebook gibi sosyal medya kanallarından haber aldığımız darbe girişimi, saatler ilerledikçe bankamatiklere koşan insanlarla, başımızdan geçen uçaklarla gerçekliğe kavuşmuşken, gece mahallelerin tüm minarelerinden peş peşe yükselen salâlarla uhrevi kılıfını da kuşanmıştı. Türkiye siyasal ve toplumsal hayatının daha önce deneyimlemediği bu darbe sahnesinde henüz ne olduğunu anlayamamışken kimi televizyon kanallarından salâ okunmalı çağrıları çoktan yapılmıştı2. Camilerden yükselen salâlar “Allah için, milletiniz için alanlara çıkın” nidalarıyla son buluyor, kimi yerlerde de Fetih Suresi’nin okunduğu haberleri geliyordu. Salâ bayram ve cuma namazlarında kimi zaman da cenazeyi haber vermek için okunan bir dua ise, 15 Temmuz günü Türkiye tarihinde minarelerden yükselen salâ ne anlam taşımaktadır?

Egemenliğinin kaynağının “millet” olduğunu deklare eden AKP iktidarı, hitabını din ve milliyet temelinde homojen bir kitleye çevireli hayli zaman olmuştu. Fakat bu kez sokaklara döküldüğü ve tanklara siper olduğu iddia edilen kitle ile mücadele ettiği kitle aynı bayrağın ve ezanın altındadır. Oysa “millet” ortadan yarılmıştır.

İslamiyet’in ilk yıllarından beri faili ya da öznesi olmayan bir yapı olarak orada durduğu kabul edilen camilerin bugünün Türkiye’sinde failsiz olduğundan söz edilebilir mi? Toplumsal bir fenomen olarak caminin iktidar ilişkilerindeki konumunu doğrudan gözle görmesek de yeterince sistematik bir bütünün parçası olduğu ortadadır. Her şeyden önce Türkiye modern devlete sahip sınıflı bir toplumdur. Böyle bir toplumda kültürel alana ait olduğu iddia edilen caminin, salt kamusal bir alan olmasıyla dahi iktidar ilişkilerinden bağdaşık olması mümkün değildir.

Din ve siyaset arasındaki ilişki kadim bir meseledir. Din ne liberal bir savunuyla kişisel vicdanlara gömülecek bir inanç meselesi ne de yalnızca siyasal iktidarın meşruiyet kaynağıdır, Talal Asad’ın deyişiyle esasında tüm bu “iktidar ilişkilerinin düzlemidir.” 3 Bu düzlem göz önüne alındığında, bütündeki ilişkisellik analiz için gerekli anahtardır.

Ontolojik olarak kurumsal bir din olan İslamiyet apaçık iktidar ilişkilerinin serimlendiği bir düzlemdir. Bu iktidar ilişkilerinin görünür olmadığı cami, ibadet edilen her yerin mabet olduğu İslam’da X. yüzyıldan sonra terimsel olarak da kullanılmaya başlanmıştır.4 Yeryüzünü ve ibadet edilen her yeri mabet kabul eden bir dinin neden kutsal ilan edilmiş bir mekansallığa ihtiyaç duyduğu sorusu önümüzde durmaktadır. İslam tarihinde Peygamber’in emriyle mescitler inşa edilmeye başlandığı, fethedilen yerlerde mescidi bulunan halklara dokunulmaması emredildiği bilinmektedir. Müslümanların yaşadığı her köyde mutlaka bir cami bulunmakta, daha ilk asırlardan itibaren köy camilerinde cuma namazı kılınmaktadır. Mısır’da hicretin 132. (750.) yılında köy camilerine minber konulmuştur. Bu sürecin ilerleyen yıllarında devlet ekranı güçlerinin simgesi olarak muhteşem camiler inşa ettirdikleri gibi bazı kişiler de cami yaptırmaya özel bir gayret göstermişlerdir. Bu, şehirlerdeki cami sayısının da hızla artmasına neden olmuştur. 5 Dikkat edilirse bu seyir, başlangıçta emri uygulayarak cami yapımını, ardından minber konulmasını (minbere o dönem için bölgenin yöneticisi oturduğu ve cemaate namaz kıldırdığı bilinir) ve devlet erkânının ve egemen kimselerin güç simgesi olarak cami yaptırmasını içeren, gittikçe kendine hatlar ören ve kurumsallaşan bir bütünlüğü ele verir. Bugünün Türkiye’sinde değişen tek şey minberde oturanın somut olarak bölgenin yöneticisi olmamasıdır. Nihayetinde bir iktidar kurumu olan caminin status qou’nun bir parçası olmaması mümkün değildir. Bu noktadan ileride din ile iktidar arasındaki kopmaz bağı ve cami bünyesinde sürdürülen organik hegemonya mücadelelerini anlamak gerekir.

Günümüz Türkiye’sinde AKP iktidarıyla 15 Temmuz’dan beri apaçık ortaya konan caminin siyasallığı tartışmasında, camiyi iktidarın araçsallaştırdığı bir mecradan saymaktan öte iktidar ilişkilerinin üretilmesindeki simgesel siyasetin kurucu bir unsuru olarak yeniden okumak gerekir. Son yıllarda her biri ayrı bir simgesel siyaset örneği olan salalar, vaazlar, Cuma namazları, ölenin kimliğine göre kılınan cenaze namazları, devlet ekranının katıl(ma)dığı cenaze törenleri, minareden yükselen çağrılar bir dizi iktidar ilişkisini barındırır. Ve “Din hayattır” diyen mahya hakikati verir. Tersten bir okumayla hayatın dehlizlerinde dolanan dinin bağını ortaya koymak ve bu bağ üzerinden mücadeleyi kurmak esastır.

Cami “yeni” Türkiye’nin toplumsal iktidar ilişkilerinin değişiminde siyasal iktidarın seferber ettiği bir simgedir. Bu ilişkisellik gözden kaçırılmadığı ve buna yönelik mücadele kültürel koşullanmalarla kenara itilmediği takdirde, gündelik hayatın her anına yayılan ilişki biçimleriyle mücadele için yeni kanallar açılacaktır. 15 Temmuzlarda devletin resmi kurumu olan Diyanet’in kanun ve hukuk dışı girişimlere “özgürlüğün simgeleri olan minarelerden” karşı çıkma çağrısı ironik olsa da, barındırdığı organik hegemonya mücadelesi ancak bu bütünlükle anlaşılacaktır. Bu simgeler sınıfların toplumsal iktidar ilişkilerinde tanımladıkları düzlemin bizzat içerisindedirler, tıpkı “minareler süngümüz, camiler kışlamız, müminler asker…” dizelerinin 1999’da hapse neden olması, 15 Temmuz’un ardından aynı dizelerin farklı toplumsal kodları içermesi gibi.

Dipnotlar:
1 Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi, doktora öğrencisi.
2Hasan Öztürk, “15 Temmuz gecesi sala ve ezan fikri kimindi?” http://www.yenisafak.com/yazarlar/hasanozturk/15-temmuz-gecesi-sela-ve-ezan-fikri-kimindi-2034098 (erişim tarihi 12.07.2017)
3 Talal Asad, (1983) “Anthropological Conceptions of Religion: Reflections on Geertz”, Man, New Series, Vol. 18, No. 2, 237-259.
4 “Arapça cem kökünden türeyen, "toplayan, bir araya getiren" anlamındaki cami kelimesi, başlangıçta sadece cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılan el-mescidü’l-cami’ (cemaati toplayan mescid) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. […] X. yüzyılın başlarında “cami” kelimesi tek başına kullanılmaya başlanmıştır” (Özcan, 1993: 46).
5 Abdülkadir Özcan (1993) “Cami Dini ve Sosyo-Kültürel Tarihi”, İslam Ansiklopedisi içinde, Cilt 7, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 46-56.