1990’lara dönmüyoruz!

1990’lı yıllarda doğan çocukları dizi dizi tabutlara yerleştiriyoruz.

20 Temmuz sabahı Suruç’ta o sabah son kez güneşe bakan gençlerin toplandığı “gökyüzü bahçesi” zifir karanlığına gömüldüğünden beri...

Parlamenter sistemi 7 Haziran seçimleri sonrasında rehin alınmış, iki aydır Yeni Meclis iradesi “sakıncalı” bulunan ülkeye gerilen dehşet perdesinde Kurtlar Vadisi izlemiyoruz...

1990’larda dünyaya gelmiş çocukların her gün üçer beşer 2015 model “sivil” Türkiyesi’nde bombalı saldırı, mayınlı tuzak, keskin nişancı, yargısız infaz kurşununa hedef olmasını izliyoruz.

Etrafı iç-dış düşmanlarla sarılı, bir “üst aklın” kontrol panellerindeki düğmelere basarak habire istikrarsızlık yaydığı “kara parçası” ülkemizde o çocukların hepsinin “engellenebilir ölümlerle” hayatını kaybettiğini görüyoruz.

1990’ların dinmez, tükenmez Kürt nefreti uğultusuna, kan çıngırak seslerine doğmuş büyümüş bu çocuklar 2010’lu yıllarda muhalif vatandaşa karşı “açık alanda şiddet” konseptini geliştirmiş ve en son YAŞ kararlarıyla TSK ile hemhal olmuş fiilli rejimin kurduğu “savaş kapanının” önüne ilk atılanlar oluyor.

Zorunlu göç mağduru Kürt gencin şehit cenazesindeki Kürtçe çığlıklar 2015 Türkiyesi’nin kulaklarını parçalamıyor.

Çünkü devlet zindeliğinde “örtbas edilen” 1990’ların alacakaranlığından ilhamla ülkeye iç savaş provası biçiliyordu.

Köklü budaklı mezhepçi popülizm ve ırkçı hamaset tarihi “Türk sağ siyaseti” HDP’nin Meclis’teki temsiliyetini görünce, İslamcı rejimle “benzeyen noktalarını” alt alta getirip..

HDP’ye oy veren “hain, şerefsizlerin” içindeki “Müslüman Türklüğü” çağırıyorlardı.

Milliyetçi güdü sömürüsü üzerinden kurdukları siyasi bekaları için son siyasi fırsatı kullanarak “kader birliğine” girişiyorlardı.

Var gücüyle o zamanların hınçlı ve zehirli ruhunu çağıran, bir daha tek başına iktidar olma ihtimalini tarihsel olarak kaybetmiş ama kabullenemeyen fiili rejime uzay mekiği gibi kenetlenmişti.

Ama seçmen bloklarına bir yandan “makbul vatandaş aslında kim” işaret edilirken, HDP’nin demokratik/eşit/bağımsız meşruiyeti yoktur “teröristtir” propagandası bu defa açılan şiddet ırmaklarından siyasi rant vaat etmiyordu.

Güya “milli kültür” ve “İslamiyet alanı” kesiştiğini itiraf eden bu milli cephe memleket topraklarındaki ABD üslere indirilen 300 asker ve F-16 filodan katiyen incinmiyordu.

Arka arkaya gelen şehit cenazelerini “Kürt Düşmanı” tepkiselliği dalga dalga yükselttiği bilgisi 2015 Savaş Halkla İlişkiler aygıtı “kara teyakkuz” medyası tarafından tepe tepe kullanılsa da...

Bu kez arka planda sürekli “yoksulluk-mülksüzlük-teslimiyet” üreten, düşük yoğunluklu faşizan savaş dönemlerinde semirmiş, bugün şişmiş, arsız, hukuk-kaçkını “neoliberal Türkiye” siluetinin arz-ı endam ettiği saklanamıyordu.

Tarih 2015’e varmıştı ve halkımız da dayatılan “sipariş” savaşın “tek başına iktidar” olma hırsının savaşı olduğunu apaçık görüyordu.

O anne evladının şehit cenazesinde ne demişti?

“Affet oğlum beni, 18 bin lirayı bulamadım...”

O ana da biliyordu, homur homur milliyetçi demagojisinde boğulan ama piyasaların canını can yapmış ülkesinde “ölüm ve dirimin” finansal bir işlem olduğunu.

Ve bu zorlama savaşa halkı kesinlikle ikna edemeyeceklerdi.