Ben güzeller güzeli annemin çocuğu, patronumun kadın işçisiyim. Yaşım 17. Yarın 18’ime gireceğim. Yarın dediğim, gelmiş aslında. Cep telefonumun ışığını açtığımda görüyorum: Günlerden 30 Aralık olmuş, saat 02.30.

2. dereceden kusurlu: Sadife

Çizim: Zeynep Özatalay

Can Kartoğlu

Gözkapaklarım düştü düşecek. Düşlere düşmek varken açıyorum gözlerimi bi’ gayret, bi’ gayret daha. Fabrikadayım. Gece vardiyasında. Eve varıp da kendimi yatağa attığımda hep aynı düşü görüyorum: Fabrikada ürettiğimiz yataklar gibi yumuşacık bir yatakta, çiçekler açan bir çarşafın üstünde, puf gibi bir yorganın altında uyuyorum. Ben Sadife. Ben, deniz kabuğunun içindeki inci parlaklığıyım. Bir anda diriliyorum. Kapandı kapanacak gözlerimi fal taşı kadar açıyorum. Kapkara bir duman yaklaşıyor. Duman büyüdükçe büyüyor.

Ortalık karardıkça kararıyor. Göz gözü görmüyor. İçerde on kadınız. Şimdi annem Zarife olsa, “Sen daha çocuksun, ne kadını?” der. Ben güzeller güzeli annemin çocuğu, patronumun kadın işçisiyim. Yaşım 17. Yarın 18’ime gireceğim. Yarın dediğim, gelmiş aslında. Cep telefonumun ışığını açtığımda görüyorum: Günlerden 30 Aralık olmuş, saat 02.30. Yangın çıkıyor! Biz fabrikadan nasıl çıkacağımızı bilemiyoruz. El ele tutuşup ana kapıya koşturuyoruz. Ama kapı kilitli… Bir halledebilsek, hayata açılacak kapı. Açamıyoruz. Hayata kapalı kalıyoruz. Kaytarmayalım diye arkadan sürgülemişler. Hangimiz ustabaşımızı arıyor, bilmiyorum. Ben mi arıyorum, Ayşe mi yoksa? Ayşe de 15’inde. Çığlık çığlığa diyoruz ki: “Yanıyoruz, boğuluyoruz, ne yapalım?” Niye daha önce akıl etmedik? İlk önce amirimize sormalıydık. Yangın yerinin ortasında bırakılsak da itaat eden işçileriz biz. Üstelik o da bir kadın. Bize ne derse onu yapar, kurtuluruz. Dedi ki: «Camı kırıp, atlayın!” Kapattık telefonu. Camı kıramadık. Kırdık, atladık diyelim, ölürdük zaten. Yok, hayır! İtaat etmeyecektik. Aşağıya inmeliydik. “Sevil Abla!” diye bağırdım. Sevil Abla, üç aylık hamileydi. Ses vermedi. Melek Abla yanımdaydı. “Melek Abla, nerdesin?” dedim. Ondan da ses gelmedi. Dünyanın ortasında yapayalnız kaldım. Biraz önce Ayşe demişti ki, “Sana çok tatlı bir oyuncak aldım! Pufuduk bi’ ayıcık!” Ben, “Şimdi versene” dedikçe, “Hayır bekle, yarın yaş gününde vereceğim!” dedi durdu. Yarın yokmuş Ayşe! Korkunç bir patlama oldu! Dışarıya fırladım!

Sigorta nedir bilmediğim, yangın merdiveni nedir görmediğim, yangın tüpü var mı, varsa nerede durur, farkında bile olmadığım, haydi var diyelim nasıl kullanılır, kimseden böyle bir eğitim almadığım, hamile kadınların, genç işçilerin gece vardiyasında çalıştırılmayacağından bile habersiz olduğum, düzenli bir maaş bile alamadığım 16 aydır, bazen günde 16 saat çalıştığım fabrikam şimdi mezarım mı olmuştu benim? Hani üretim eviydi fabrika. Bir yandan üretirken, bir yandan insan mı tüketirmiş fabrikalar? Tüketirmiş ya. Meğerse binalar, makineler, ürettiğimiz ürünler, bizden kat be kat kıymetliymiş. Biz sigortasız çalışırken, fabrikanın arazisi de, kendisi de çok ama çok büyük rakamlara sigortalıymış! Yangına karşı sigortalı fabrikanın yangına karşı sigortasız işçileriymişiz biz.

Amirimiz, “Onlara ‘camı kırıp, atlayın’ dedim. Fabrikaya ulaştım, ama kurtaramadık. İtfaiye zamanında müdahale etmesine rağmen alevler her tarafı sardı. Herhalde korkudan camdan atlayamamışlar” demiş. “Köpek bile canını kurtarmayı başardı, onlar beceremedi!” diyen kim bilmiyorum. Fabrikanın köpeği Sultan’ı düşünüyorum. Sultan da hamileydi. İyi ki kurtulmuş. Bilirkişi, bizim yangını fark etmemize rağmen içerde kaldığımızı, çıkış kapısına giden merdivenin yanına gelmemize rağmen içeriye kaçtığımızı, kendi sağlık ve güvenliğimizi sağlama yolunda beklenen davranışı gösteremediğimizi söylemiş. Ve 2. dereceden kusurlu ilan etmiş bizi. Biz mi kimiz? Ben Sadife, Ayşe, Gülden Abla, karnında 3 aylık bebeğiyle Sevgi Abla, sonra Necla Abla. Biz, yangın sonrası sadece para cezasıyla kurtulan patronumuzun bugün tıkır tıkır çalışan fabrikasında, yeni yılı görmeye bir gün kala 2005’te daha alnımızdaki ter kurumadan canlarından edilen, hayatları da, eceliyle ölme hakları da ellerinden alınan beş kadın işçi.

Toprak Ana, bağrını açıp da beni koynuna aldıktan dört gün sonra benim de sigortam yapılmış. 2003 Eylül’ünden başlayarak çalıştığım fabrikaya işe giriş tarihim 2 Aralık 2005, bildirgelerdeki fotoğrafım ise yangından sonra gazetelerde çıkan fotoğrafımdan apar topar çektikleri renkli fotokopi olmuş. Fotoğrafta, o gün yanacaklar diye çok korktuğum saçlarım ortadan ayrık, çok sevdiğim uzun saçlarımda gözüme girmesin diye iki yana taktığım tokalarım, üstümde beyaz tişörtüm, öyle dimdik duruyorum, uzaklara bakıyorum. Baktığım yerden ne ben gelecek görüyorum, ne gelecek bana görünüyor. Kendime çok büyük geliyorum ama annem galiba haklı, daha çocuğum. Şimdi buradan; çocuk cennetinden cehenneminize bakıyor ve burada 15 yaşındaki arkadaşımdan öğrendiğim şiirin son iki dizesiyle, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nüzü kutluyorum:

“Yaşamak görevdir yangın yerinde
Yaşamak insan kalarak…”

Teşvikiye, 20 Şubat 2018

*Can Kartoğlu’nun metni, Zeynep Özatalay’ın çizimiyle “2. Dereceden Kusurlu: Sadife” adlı çalışma, 8-18 Mart 2018 tarihinde Fulya Sanat Merkezi’nde açılan “Konu: Kadın Değil, Kadın Meselesi!” adlı karma sergide yer almıştır.