Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da üç yarışması vardı: Uzun metraj, dokümanter ve kısa film. Yine geçen yıl olduğu gibi Venedik’in birçok filmini bu yarışmalarda bulmak mümkün oldu

2. El Gouna Film Festivali: Mısır Filmleri

Cüneyt Cebenoyan cuneytcebenoyan@birgun.net

El Gouna Film Festivali bu yıl ikinci kez düzenlendi. 20 Eylül’de başlayan festival 28 Eylül’deki (dün akşam) ödül töreniyle sona erdi ama ben bu yazıyı daha önce yazdığım için size sonuçları bildiremiyorum. El Gouna’dan geçen sene de söz etmiştim. Mısır’ın Kızıldeniz kıyısındaki mercan resifleriyle ünlü bu sahil kenti Hurgada’ya çok yakın. El Gouna, mühendis Sawiris kardeşlerin kurduğu, dış dünyadan sıkı önlemlerle ayrılmış, dolayısıyla son derece steril, zengin ve güvenli bir tatil beldesi. Sawiris kardeşler için mühendis dedim çünkü onlar kendilerini işadamından önce mühendis diye tanıtıyorlar. Burada hâlâ bilimle ilgili olmak iş adamlığından daha önemli gibi.

Festival, daha önce Abu Dabi Film Festivali’nde de birlikte çalışmış olan ve Intishal Al Timimi liderliğindeki son derece profesyonel bir ekip tarafından düzenleniyor. Program hiç aksamadan işliyor, Ortadoğu’da olduğunuzu hissettirecek hiçbir baştan savmalıkla karşılaşmıyorsunuz. Ulaşıma bu yıl, siyah İngiliz taksileri eklenmiş. Çoğu mükemmel İngilizce bilen Mısırlı gönüllü gençlerle birlikte düşününce sanki İngiltere’deyiz. Burada temel sorun benim için soğuk! Dışarıda 36 derece olan hava, sinema salonlarında sanki eksilere düşüyor. O kadar güçlü bir soğutma uyguluyorlar ki bazen dayanamayıp sinemadan çıktığım oldu. Sıcağa alışkın Mısırlıların bu soğuk salonlara nasıl dayanabildiklerini anlayabilmiş değilim.

3 yarışma var

Festivalin geçen yıl olduğu gibi bu yıl da üç yarışması vardı: Uzun metraj, dokümanter ve kısa film. Yine geçen yıl olduğu gibi Cannes’ın, Venedik’in birçok filmini bu yarışmalarda bulmak mümkün oldu. Mısır’ı bu yıl Cannes’da temsil eden Yommedine festivalin uzun metraj yarışmasının en heyecanla karşılanan filmiydi. Seyirci beklediğini fazlasıyla buldu Yommedine’de ve filmi bitmesiyle birlikte uzun süre ayakta alkışladı. Filmin kahramanları Beshay ve Obama, ilki boyu ve adamdan sayılmayışıyla, diğeri çocuk oluşuyla küçük seyircilere de hitap etti. Yommedine, Mısır’ın yabancı dilde Oscar adayı olarak da gösterildi.
Kahire’nin oldukça yakınında hâlâ bir cüzzam kolonisi var. Türkan Saylan Türkiye’de cüzzamı sona erdiren kişiydi. Mısır’ın da kendi Türkan Saylan’ını bulmasını dileyelim. Film bu cüzzam kolonisinde başlıyor. Beshay, cüzzamdan çok çekmiş, elleri ve yüzü çok deforme olmuş ama artık cüzzamı yenmiş bir hurdacı. Çok sevdiği eşeği ve arabası onun tek sermayesi. Obama ise öksüz ve yetim bir çocuk, ülkenin güneyinden, Nübye’den. İkisi de aileleri tarafından terk edilmişler. Beshay, hasta olan karısını kaybedince, iyileştikten sonra kendisini geri alacağını söyleyen ailesini bulmak için yola koyuluyor. Obama da gizlice Beshay’ın arabasına saklanıyor ve eşekle birlikte bu üçlü güneye doğru yola çıkıyor. Fil Adam’dan beri gördüğümüz belki de en deforme olmuş bedene sahip film kahramanı olan Beshay rolünde gerçek bir cüzzamlı olan Rady Gamal müthiş bir oyunculuk sergiliyor. Filmin Mısır ve Avusturya kökenli yönetmeni A.B. Shawky, Beshay’a Fil Adam’ın unutulmaz repliği “Ben bir insanım”ı da söyleterek, iki film arasındaki ilişkiye işaret ediyor zaten. Senaryonun kimi kusurlarına ve bir ilk film olmanın kimi acemilikleri ve Ortadoğulu olmanın kimi aşırı duygusallıklarına rağmen Yommedine’nin Cannes’da yarışmaya seçilmesi filmin iletişim kurmadaki becerisinden kaynaklanıyor. Filmin adı ise kıyamet günü anlamına geliyor. Zenginle yoksulun, güçlüyle güçsüzün eşitleneceği gün Yommedine!

‘Haydan Gelen’

Festivalin belgesel film yarışmasında seyrettiğim diğer 2 Mısır filmi de son derece ilginçtiler. Reem Saleh’in “Haydan Gelen”i (Al Gami’ya) Kahire’nin yoksul bir mahallesindeki hayata odaklanıyor. Burada bir dayanışma sistemi kurulmuş ve bir yardım fonu oluşturulmuş. Birinin bir ihtiyacı olduğunda, sosyal devletin yapmadığını mahalleli kendi kendine yapıyor ve ihtiyacı olana yardım ediyor. Film, bekleneceği üzere bir yoksulluk sömürüsü filmi değil. Aksine, güçlü ve hayattan kâm almasını bilen insanlar üzerine bir belgesel. Filmin bir de Dünya adlı karakteri var ki, seyretmeye doyamıyorsunuz. Florida Project’i görenler oradaki büyümüş de küçülmüş kızı hatırlayacaklardır. Dünya işte onun Mısırlı versiyonu. Babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen annesiyle işbirliği yaparak sünnet olan (evet, Mısır’da kadın sünneti yaygın), kuzeniyle evlenmeyi ve büyüyünce ondan sabah, akşam dayak yemeyi (!) hayal eden bu kız çocuğu sanmayın ki sevimsiz… Dünya tatlısı bir şey. Sırf onun için bile bu film görülmeye değer. Ayrıca kadın-erkek rollerinin nasıl kendisini yeniden ürettiği üzerine de düşündürücü…

Diğer Mısır belgeseli ise aslında belgesel ile kurmaca arasındaki belirsiz bölgede duran “Hayal Ettiğimiz Gibi Uzaklara” (Al Holm Al Ba’eed). Marouan Omara ile Johanna Domke’nin birlikte yönettikleri film, kahramanlarının hayatına dayanıyor. Şarm El Şeyh, Mısır’ın en büyük tatil beldesiydi, 2015’e kadar. 31 Ekim 2015’te Şarm El Şeyh’ten havalanan bir Rus uçağı Sina yarımadası üzerinde düştü. Uçağın IŞİD tarafından yerleştirilen bir bombanın patlaması sonucu düştüğü tahmin ediliyor. 224 kişinin öldüğü bu katliamdan sonra, Şarm El Şeyh bir hayalet şehre dönüşmüş. Ama yine de otellerde animatörler hayat normal akışındaymış gibi olmayan müşterileri eğlendirmeye çalışıyor, masörler, güzel kızları “rahatlatmayı” hayal ediyor, dj’ler Avrupa’da bir iş bulmanın yolunu aramaya çalışıyor, donmuş heykel rolü yapanlar, çözülmeyi umuyor.

Filmin kahramanlarının askıda kalmış, belirsizlik içindeki hayatlarının sinemasal karşılığını bulmaya çalışmış sanki yönetmenler. Donny Darko’nun dev tavşanını hatırlatan dev bir maymunla iç hesaplaşmalarını yapan kahramanların bu tuhaf hikâyesi, seyirciyi belirsizliklerine rağmen kendisine bağlamayı başarıyor.

El Gouna’ya ödüller açıklandıktan sonra da devam edeceğim.