1958-1961 yılları arasında, bugün nüfusu bir milyar 400 milyona dayanmış olan dev Çin’i perişan eden büyük kıtlığı bilmezler. Milyonlarca insanın açlıktan can verdiğini, o vakitler yamyamlığın sıradan hale dönüştüğünü öğrenince insan, denizden babam çıksa yerim ha şakası da pek komik gelmiyor hani.

2020-2

Alper Turgut

Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve yayılmaya çabalayan salgının ardından ortaya çıkan karantina görüntüleri, biyolojik felakete dair distopik filmler gibi resmen. Dünyayı paniğe sevk eder Corona virüsü, her ülkeyi, acil önlemler almaya sevk ediyor, Çin’deki tecrit ise giderek büyüyor. Yasak Saray ve Çin Seddi bile ziyaretçilere kapatılıyor. İşte reyonları hücuma uğrayarak boşaltmış marketler, hazırda tutulan ve tıka basa doldurulan bavullar, gözlerdeki endişeyi saklayamayan maskeler, sokağa çıkanların tek tek ateşini ölçen görevliler, aman bana bulaşmasın diye evlerine kapananlar, gerçeğin yakıcılığının göstergesi değilse, harbiden nedir? Elbette yarasa yediler, fare tıkındılar, yüzeni, uçanı, kaçanı yuttular ve benzeri sözlerle, Çin yemek kültürüne yönelik hücum da başlamış oldu, yerkürenin tüm bölgelerinden. Hak ettiler canım ya, leşçi bunlar, böylesi bir bilanço onlara müstahak gibi şeyleri, gündelik hayatımızda sık sık duyar olduk, insan böyle bir canlıdır, anında düşene sırtını döner.

Oysa, 1958-1961 yılları arasında, bugün nüfusu bir milyar 400 milyona dayanmış olan dev Çin’i perişan eden büyük kıtlığı bilmezler. Milyonlarca insanın açlıktan can verdiğini, o vakitler yamyamlığın sıradan hale dönüştüğünü öğrenince insan, denizden babam çıksa yerim ha şakası da pek komik gelmiyor hani. Evet, izlediğim videolar midemi kaldırıyor, bakamıyor ve kapatıyorum, iğrenç geliyor, yok artık diyorum, lakin bu mevcut insanların beşte birini aşağılayabileceğim anlamına gelmiyor, gelemez.

Hayvanlardan geliyor bu melanet diyerek, direkt tür düşmanlığına kollarını sıvazlayanları, gaza getirmenin de pek bir manası yok! Yalan yanlış bilgiler, internet üzerinden hızla yayılıyor, herkes ahkâm kesiyor, endişeyi çoğaltacak saçmalıklar peşine düşüyor. Gerçekten merak ediyorum. Biz neden böyleyiz?

Virüsün laboratuvar işi olduğunu, kontrol edilemediği için yayıldığını savlayanların sayısı da azımsanacak gibi değil! Komplo teorileri, zaten en sevdiğimiz ve asla vazgeçemediğimiz gizemli zamazingo değil midir? Bilim insanı da oluruz biz, teknik direktör de, siyaset uzmanı da, film eleştirmeni de, inanılmaz bir şekilde, fikrimiz ummana sığmaz, biz çok zekiyiz, çok! Neyse Çinlilere kızıp, of be, hepsi birbirine benziyor diyerek yine Koreli veya Japonlardan acısını çıkartmaya çalışanlar olabilir, aman dikkat! Sadece ramazan ayında yaşanan Çinlilerden nefret etme ritüelini, 12 aya taşımak adına coşanlar çıkacaktır, hımmmm, bu hevesleri geçebilir de çünkü canım halkımız, dikkat dağınıklığından çok çekmiştir, hepimiz gibi. Yanlış anlaşılma olmasın, bu nefret bazlı saldırganlık mevzusunda sebat etmesinler, aman ha!

Aslında Cem Yılmaz’ın son işi Karakomik Filmler 2’nin eleştirisini yapmaya niyetliydim bu yazıda, ancak kendisi bu kez eleştirilmek istememiş olsa gerek ne özel gösterime ne de galaya çağırmadı, neyse canı sağ olsun. Oysa aynı Cem Yılmaz, 2 Ekim 2014 tarihinde vizyona giren Pek Yakında filminin gösterimi öncesinde yaptığı kısa konuşmada, “Benim için önemli olan, Alper Turgut’un filmi beğenmesidir” diye espri yapıyordu. Sanırım bu kez beğenmeyeceğimi düşündü, bu değişime dair başkaca mantıklı bir açıklama bulamadım çünkü.

Bu elbette, salt Cem Yılmaz’a yükleyebileceğimiz bir dönüşüm değil, kültür ve sanat cephesinde yaşanan büyük gerileme, bu siyasi çöl ikliminin yansımasıdır doğal olarak. Hemen her şeyin dibe doğru çekildiği yaman bir süreç bu, artık ederi yok çoğu şeyin, eleştirmek de neyin nesi? Gazetecilik de ayaklar altında, kimse saygı duymuyor artık, çoğu yayına. Bir avuç insan kaldı, onların da ellerinden hakları alınıyor, habercilik yapamaz hale getirilmeye çabalanıyor. Tüm bunları aşacağımız günlerin çok uzakta olduğunu düşünmüyorum çünkü daha fazla gerileyemeyiz, sırtımız duvara yaslandı iyice, bundan sonra ileri adım atmak dışında bir seçeneği yok bizlerin.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın rehber öğretmenlere dağıttığı kitapta, kadınlar başı açık ve kapalı değil diye ayrıştırılırken, bakanın, kadınları ayrıştırmayın artık diye açıklama yapması, komik mi yoksa trajik mi, hâlâ bir sonuca ulaşabilmiş değilim. Gerçekten bizim Cumhurbaşkanı'nın, Almanya şansölyesine ayna ve miğfer hediye etmesi altında yatan derin anlamları yakalamamaya didinen pek sayın halkımız, fantastik bir aşk kurgusunu dahi masaya yatırabildi. Hiç işimiz yok gibi yaşıyoruz bazen, şaka gibi. Şu gündelik politikadan uzak duramayacak mıyım ben, ne kadar kaçsam beni buluyor, kafamı çevirsem de gözüme ilişiyor. Pofff!

2020’de her şey değişecek diye düşünenler, sanırım ilk ayda bunun çok zor olduğunu kavramış oldu. İnsanlar, kendilerini değiştirmeye yanaşmazlar ama hemen her şeyin değişmesini arzu ederler, elbette netice düş kırıklığıdır, zaman kaybıdır, mutsuzluğa yelken açmaktır. Keşke de yapışmışsa diline, yandığının resmidir, silkelenmek yerine keşke demek, al sana tam tekmil ıstırap!

Doğalgaz faturalarının, Anadolu’da ev kirasının bile üstüne çıktığını konuşsak mı? Elektrik faturalarının acayip semirdiğini de ekleyelim üstüne. Tamam, kızmayın, mesele çok can sıkıcı. Sustum.

Ortaya karışık yazılar yerine, hikâye mi anlatsam artık sizlere, bunca yaşanmışlığı, öykülere çevirerek mi döksem yazıya, bunu düşünüyorum birkaç gündür. Önce kendimi silkeleyeyim, sonra niye hareketsiz duruyorsunuz diye çemkireyim, evet, evet, ilk evvel kendimi tokatlayıp, kendime getireyim. Sonrası kolay!

Ne üfürüyon birader demeyeceksiniz şayet, çünkü bizim orada öyle söylerler, durduk yere bize masal anlatma tadında. Üstelik masallara en çok inanılan coğrafyada. Neyse. Ben kafama koydum, belki güzel bir şeyler çıkar, tadından yenmez. Kim bilir?

cukurda-defineci-avi-540867-1.