Virginia Wolf’un kadınlara çağrısından neredeyse yüz yıl sonra, sevgili yeni yılımız 2020! Biz kadınlar, seni bu yıl ‘misafir odası’na değil de, ‘kendimize ait oda’ya alırız artık demiştik. Başköşedeki, şu kendimize ait dağınıklığı öteye itip oturtalım, nasıl artık tüm kadınların kendilerine ait bir odası oldu konuşalım istemiştik.

2020 hoş geldin! Sanırım yine ellerin boş geldin...

L. GÜLDEN TRESKE

27 Aralık 2019 günü Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Twitter’dan bir mesaj yayımladı:

“Mutlu ve üretken birey, uyumlu aile ve daha müreffeh bir Türkiye hedefimiz doğrultusunda, 2020 yılı için geçerli olacak asgari ücret hayırlı olsun. 1 Ocak 2020’den itibaren geçerli olacak asgari ücret, brüt 2 bin 943 lira, net 2 bin 324 lira 70 kuruş olarak belirlendi." Yeni yılımız 2020 için belirlenmiş asgari ücretimiz, kadın, erkek, çocuk hepimize hayırlı olsun!

Açıklamayı yapan bakanlık, biz kadınların da Bakanlığı, bilen var mı? Kadın istihdamı konusunda Türkiye, otuz dört OECD ülkesi sıralamasında yüzde 32,9 ile sonuncu geliyor. TÜİK verilerine göre Türkiye’de 10 kadından sadece 3’ü istihdam edilebiliyor. 20 milyondan fazla kadın iş gücünde yer almıyor. Bu sayının 11 milyonu, ev işleri ve aile sorumlulukları yüzünden çalışamadığını söylüyor. Ailenin bakım işleri hâlâ kadının asli görevi sayılıyor. ‘Kadın’ dahil edildiği Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın ‘aile’ kısmında sıkışmış, en ağır işi yapıp ücretsiz kalmış, hala ‘çalışma’ kısmına geçememiş durumda. Birçok kadın, bir asgari ücretli erkeğin, babanın, kocanın, ağabeyin eline bakıyor.

Yaşı yetenler bilir, bir zamanlar bir Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’müz (KSGM) vardı. 1990 yılında bir KHK (Kanun hükmünde kararname) ile kuruldu. ‘kadın’ ‘eşitlik’ ‘Toplumsal cinsiyet rolleri’ gibi kavram ve kelimelerle konuşuluyor, üniversitelerde bölümler, Kadın Araştırma Merkezleri kuruluyor, Kadın Kütüphaneleri açılıyor, Kadın Filmleri Festivalleri yapılıyordu. Kadınlar eski tarih yazıcılarının yazmadıkları kadınları bulup yazıyor, hemcinslerimizin emeğini, mücadelesini gün yüzüne çıkarıyordu. Güzel günlerdi! Devlet de, 10 yıl kadar yasal boşlukla da olsa, Meşrutiyet Caddesi 19 Numarada, 2-3 apartman katından, özverili çalışanları ile karınca kararınca destek veriyordu. KSGM’nin yasal statüsüne kavuşması, kamu kurumları arasında gidip gelen yazılarla neredeyse 15 yıl sürse de süreç nihayet 2004 yılında sonuçlandı. AB İlerleme Raporları’nda zorunlu görünen bu yasayı çıkartmak, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına nasip oldu.

Sevindik mi? Çok sevindik. Sevincimizin kursağımızda kalacağını hiç düşünmedik.

Daha sonra; genel müdürlüğümüzün ailenin yanına konuşlandırılmış olduğu, ama gene de içinde ‘kadın’ olan, 1991 yılında kurulan Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı kaldırıldı. Kadınlar, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı (2011) içine dahil edildi. Artık ‘kadın’ kelimesi yoktu ve sadece ‘aile’ vardı. Aile kurmamış kadınlar, kadın değil mi itirazlarımız işe yaramadı, yarımız yok sayıldı, içimiz acıdı. Her türlü ‘ayrımcılığa karşı’ uluslararası sözleşmelere aykırı olarak, kadın politikaları kenara itildi ve ‘kadın’ tekrar sadece aile içindeki konumuna indirgendi. 2011 yılından beri bu konu üzerine kafa yoran kadınlar, ‘Kadın Bakanlığı’ ya da ‘Eşitlik Bakanlığı’ gibi kararlar beklerken 2018 yılında ‘kadın’, iyice gözden çıkarılarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı içine dahil edildi. Kadın, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi politikalar eridi gitti, yok oldu.

Oysa ne çok beklemiştik.

Virginia Wolf (1882-1941), Kendine Ait Bir Oda (1929) kitabında, entelektüel özgürlük için maddi bağımsızlık gerektiğini söyler. Kendinize ait bir odanız olsun der. Oysa kadınlar hep yoksuldur. Evde ve tarlada ücretsiz işçidirler. Ve her kesimden ev işçisi kadınlar, toplumsal beklentiler doğrultusunda en güzel odayı misafir odası yaparlar.

V. Wolf’un kadınlara çağrısından neredeyse yüz yıl sonra sevgili yeni yılımız 2020! Biz kadınlar, seni bu yıl ‘misafir odası’na değil de, ‘kendimize ait oda’ya alırız artık demiştik. Başköşedeki şu kendimize ait dağınıklığı öteye itip oturtalım, nasılsa artık tüm kadınların kendilerine ait bir odası oldu konuşalım istemiştik.

Kendine ait bir odanın, önemli olduğu bir toplum tasarısı...

Fars şiirinin en etkili kadın sesi Furuğ Ferruhzad (1935-1967); Kurma Bebek şiirinde, “.... su gibi çukurunda kuruyabilir insan..” demişti ve 32 yıllık kısa hayatında en çok bundan korkmuştu.

‘Kadın’ olmanın sadece üreme, beslenme, bakma, giydirme, tüketme, süslenme ile tanımlanmadığı, kadının toplumsal cinsiyet rollerine kıstırılmadığı bir iklim için mehter marşı ile bir ileri iki geri de olsa yola çıktık bir kere. Evde ya da dışarıda, ya da şahane kadın Virginia Wolf’un yıllar önce söylediği gibi, ‘kendine ait bir oda’da. Artık biliyoruz ki o odalar bize kendiliğinden gelmeyecek, biz de odamızın kraliçesi olmayacağız.

İtalyan yazar Dino Buzzati’nin (1906- 1972), Tatar Çölü (1940) ismiyle çevrilmiş bir romanı vardır. Romanda, Teğmen Dragon, bir görev için ıssızlığın ortasında bir kaleye gönderilir. Hemen dört ay içinde dönmeyi planlayıp, yıllardır orada kalmış olanlara hayret ve küçümseme ile bakarken, bilmediği şey tüm ömrünü bu kalede geçirecek olduğudur. Dönemeyeceğini anlayınca hep bir şeyler bekler, dönmemek için nedenler bulur. Elinde dürbün, sırtında kahramanlık hayallerinin pelerini, ucu bucağı görünmeyen çölden düşman bekler, gelsinler ki o da kahramanca kaleyi savunsun, bir şeyler olsun, bir şeyler değişsin.

Bekler. Zamanla neyi beklediğini de unutur. Gene de beklemeye devam eder. Hiç bir şey olmaz ve yıllar sonra kaleden sedye ile yaşlı bedeni çıkar.

Teğmen Dragon gibi ya kendimizi kendi kalemize kapatırız, ya da kendi özgür odamızda yaşarız. O özgür oda kafamızda, işimizde, gücümüzde, komşu kadında, anamızda, bacımızda, arkadaşımızda, yoldaşımızda.

Bu oda sadece kafamızın içinde bile olsa... En önemlisi de ‘kendine ait bir oda’ hakkımız olduğunu anlamakta. Kendine ait bir odanın, misafir odasından daha önemli olduğu bir toplum tasarısı için uğraşmakta.

‘Bu benim hayatım’ dediğimiz anda, artık tüm odalar bizim odamızdır. Sonra bir bakacağız ki artık ‘dışarısı/içerisi/ odalar’ fark etmez olmuştur! Her yer hepimizin, evler, sokaklar; artık ölmeden, korkmadan yaşadığımız her yer bizimdir, kendi evimizdir, yurdumuzdur.

Bunun olmasını, gelen yeni yıllardan beklersek, Teğmen Dragon gibi sıkışıp kaldığımız kalemizden sedye ile tükenmiş yaşlı bedenimiz çıkacaktır.

Biliyoruz ki Godot da gelmeyecektir. Sen 2020 yılı, elin boş, dolu istediğin gibi gelebilirsin! Hoş geldin, umarım iyi anlaşırız, umarım iyi kalplisindir, ama bil ki çok da umrumda değilsin.

Yazıda adı geçen kitaplar:

♦ Yaralarım Aşktandır/ Furuğ Ferruhzad

♦ Tatar Çölü / Dino Buzzati

♦ Godot’yu Beklerken/ Samuel Beckett

cukurda-defineci-avi-540867-1.