Sınırlar; politik, ekonomik, sosyal ve kültürel teşekkülün çeperleri ve toplumsal hiyerarşilerin karşılaşma alanları olarak pek çok olgu için bir laboratuvar işlevi görmeye devam ediyor.

21. yüzyıla sınırdan bakmak

SİBEL KARADAĞ

Sınırların temel mantığı baki kalırken formu ve işlevi değişiyor, dönüşüyor. Sınırları incelemek, 1970’lerden beri eleştirel coğrafya alanının yanı sıra sosyoloji, antropoloji, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, tarih ve hukuk gibi pek çok farklı disiplinde ilgi odağı haline geldi. 80’li yıllarda akışın ve hareketliliğin, ulaşım ve iletişim teknolojileri ile beraber küresel boyutta hız ve yoğunluk kazanması ile sınır nosyonunun anlamı, işlevi ve maddiliğine dair çok boyutlu çalışmalar artmaya başladı. Küreselleşme ve kozmopolitanizm tartışmalarına da içkin olarak ulus aşırı ağlar ve mekânlar, çoklu vatandaşlık tasnifleri ve tipolojileri, ulus aşırı ticaret ve insan trafiği, AB gibi bölgesel entegrasyon modellerinin de etkisiyle “erimekte olan sınırlar” vb konular oldukça yoğun ilgi gördü. 11 Eylül saldırıları ve beraberinde gelen güvenlik paradigması ve “teröre karşı savaş” söylemi sınırlar üzerine yapılan çalışmalarda bir dönüm noktası oldu diyebiliriz. 2000’li yıllarda, küreselleşmenin etkisiyle yeşeren “sınırları olmayan dünya” savı tarihe gömülürken, yerini dünyanın dört bir yanında yükselen duvarları, tel örgüleri, yüksek gözetleme teknolojilerini, mülteci kamplarını, insandışılaştırma mekanizmalarını inceleyen çalışmalara bıraktı. Sınırlar; politik, ekonomik, sosyal ve kültürel teşekkülün çeperleri ve toplumsal hiyerarşilerin karşılaşma alanları olarak pek çok olgu için bir laboratuvar işlevi görmeye devam ediyor.

GÖÇ ENDÜSTRİSİ

Özellikle son on yılda, sınırlarda hayatını kaybeden binlerce insan, kıyılara vuran ölü bedenler, kamplarda kapatılarak insan dışı yaşama mahkûm edilen yüzbinlerce göçmen her gün gazete haberlerini doldururken, sınırlar ile göç arasındaki ilişki büyük önem kazandı. Antropolog Ruben Andersson’ın 2014 yılında çıkardığı “Illegality, Inc.” (Yasadışılık, A.Ş.) isimli kitabı, özellikle 21. yüzyıla damga vuran küresel göç hareketini Afrika’dan Avrupa’ya uzanan göç koridoru özelinde keskin bir gözle inceler. Kitap boyunca okuyucu, zamansal ve uzamsal zikzaklar eşliğinde yollara düşmüş bedenlerin yolculuğuna yakından tanıklık eder. Senegal’in arka sokaklarından Akdeniz’deki botlara kadar uzanan bu uzun yolculukta, yakalananlar, geri gönderilenler, kandırılıp kendini bambaşka bir yerde bulanlar, parasını ve umudunu kaybedenlerin hikâyesi eşliğinde, Mohammadou’nun ağzından şu soruyu sordurur Andersson: Göç yasadışı hale getirilirken bundan kim fayda sağlıyor? Bu sorunun cevabını kitap boyunca çok incelikli bir gözle, zihin açan bir anlatımla ve edebi bir dille anlatır Andersson. “Göç endüstrisi” adını verdiği bu büyük ve çok aktörlü sınır ekonomisi, Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı FRONTEX mensuplarından Afrikalı sınır kolluk güçlerine, Avrupalı insancıl yardım çalışanlarından, şişme bot kaptanlarına, insan ticareti yapan rehberlerden biometrik veri, insansız hava araçları, sürat botları, radar sistemleri gibi “akıllı sınırların” tüm altyapısını üreten savunma sanayi ve özel güvenlik şirketlerine kadar pek çok farklı aktörü içine barındırır. Andersson, ulus aşırı özel güvenlik şirketleri için AR-GE çalışması yapan araştırmacıları ya da göç üzerine çalışan akademisyen, gazeteci ve sivil toplum çalışanlarını da bu sınır endüstrisinden azade tutmaz, trajik hayatlardan türlü sosyal ve kültürel sermaye devşiren herkes Andersson’ın radarındadır. Bu çok katmanlı güvenlik-endüstriyel kompleks, devletler tarafından eşgüdümlü politikalar, anlaşmalar ve mutabakatlar ile desteklenir, uluslararası kuruluşlarca da siyasal altyapısı döşenir. Andersson’ın bu çok boyutlu ve mekânlı etnografik çalışması, insan hareketini yasadışılaştıran sınır endüstrisine ve Avrupa’nın çeperindeki ülkeleri nasıl taşeronlaştırdığına dair en somut anlatılardan birini sunar.

Sandro Mezzadra ve Brett Neilson tarafından 2013 yılında kaleme alınan “Border as Method, or, The Multiplication of Labor” (Metot Olarak Sınır, veya, Emeğin Çoğaltılması) isimli kitap ise sınırı emeğin üretimi kapsamında kavramsallaştıran nadir çalışmalardan biri. Mezzadra ve Neilson, sınırları, salt fiziksel bariyerler olarak değerlendirmez, egemenlik ile küresel finans kapitalizmi arasındaki ilişkinin ve çatışma yoğunluğunun özellikle görünür hale geldiği mekânlar olarak görür. Malların, ürünlerin, sermayenin ve paranın hareketinin son hızla küreselleştiği bir çağda insan hareketliliğinin kısıtlanması, Mezzadra ve Neilson’a göre egemenlerin coğrafi çeperlerini koruma edimiyle açıklanamaz. Aksine, giderek daha katmanlı ve boyutlu hale gelen sınırlar, durdurma, tutuklama, filtreleme, geri gönderme, kapatma ve yasadışılaştırma vb çeşitli stratejiler yoluyla küresel hareketliliğin ihtiyacı olan hiyerarşik ve heterojen emek gücünü üretirler. Kitap, sınır teorisini Marksist literatür ve ilksel birikim tartışmaları ile birleştiren nadir örneklerden birini oluşturur.

LİBERAL ÖZNENİN İNŞASI

Son olarak, genç kuşağın en iyi siyaset felsefecilerinden biri olan Hagar Kotef’in etkileyici çalışması ise, “Movement and the Ordering of Freedom: On Liberal Governances of Mobility” (Hareket ve Özgürlüğün Tahsisi: Hareketliliğin Liberal Yönetişimi Üzerine) adıyla 2015 yılında kitaplaştırıldı. Kotef, kitabında çok temel bir soruyu aklımıza kazır: Bedenin bir yerden başka bir yere gidebilmesi, yani hareket alanı siyasal öznelliğe dair ne söyler? 17. yüzyıldan başlayarak Hobbes, Kant, Wollstonecraft ve Locke gibi düşünürlerin eleştirel izleğini sunarak, liberal siyasal düşünce tarihini, bu soru etrafında yeniden yorumlar.

Sömürgeci tarihten AB’nin kurucu anlaşmalarına kadar, hareket özgürlüğü “liberal özne”yi nasıl inşa etti? Kotef’e göre, kimin ve neyin hareketinin meşru ve özgür olduğu, kimin hareketinin kısıtlanması, kapatılması ya da cezalandırılması gerektiği siyasal, toplumsal, ırkçı ve toplumsal cinsiyetçi hiyerarşilerin temelini oluşturur. Herhangi bir siyasal düzenin kurulumu ve işleyişi, hareketin tahsisi ve organizasyonu ile doğrudan ilişkilidir. Kotef’e göre liberal teoride hareket özgürlüğü, temelini sömürgeleştirilen, zorla yerinden edilen ya da kapatılan kitlelerin bedenini ve hareketini kontrol edemeyen “irrasyonel asiler” olduğu varsayımından alır. Tarih boyunca, fakir olanın hareketi başıboş gezen serserilik, yerli Amerikalının hareketi gelişememiş göçebelik, kadının hareketi bedenini kontrol edemeyen histeri olarak kurgulanır ve “evcillleştirilmesi” meşru kılınır. Kotef’in kitabının ilk bölümü, Filistin işgalinin mimari altyapısını oluşturan somut örneklerle başlar, devamında ise yazar okuyucuya üç yüz yıllık liberal siyasal düşünce tarihinin eleştirel bir okumasını bambaşka bir perspektiften sunar.