1971’de sahneye adım atan Metin Belgin 40 yıllık kişisel serüveninden yola çıkarak Yeşilçam’a ilişkin gözlemlerini kitaplaştırdı. Belgin’in anılarını kapsayan Renkli-Türkçe Sine’masal adeta bir film şeridi

40 yıllık film şeridi

VECDİ ÇIRACIOĞLU

Metin Belgin, 1971’den beri oyuncu ve yönetmen olarak tiyatronun içinde. Yanı sıra, kırk yıldır da seslendirme yapıyor, dizilerde oynuyor; oyuncu, yapımcı ve senaryo yazarı olarak da sinemanın içinde yer alıyor. Belgin kişisel serüveninden yola çıkarak Yeşilçam’a ilişkin gözlemlerini kitaplaştırmış. Biz de Metin Belgin ile hem kitabını hem sinema dünyasını konuştuk.

>> Çocukluğun Bursa’da geçmiş. Tiyatroyla tanıştığın yıllardan söze başlayalım.

Bursa’da doğdum, çocukluğum bu kentte geçti. Özetlemek gerekirse, ilk sahne tozunu 14 yaşında Halkevleri zamanından kalma Oda Tiyatrosu’nda yuttum. Sonra Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda hem kurslara katıldım, hem de sahneye çıktım. Daha sonra Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde eğitimimi tamamladım ve Devlet Tiyatrosu kadrosuna dahil oldum. Nihayet, 1979 yılında İstanbul’a taşındım, tiyatrosunun yanı sıra, sinema, televizyon ve seslendirme piyasasının içine öyle bir daldım ki, kırk yıllık anılar yolculuğu böyle başladı ve devam ediyor.

>> “Renkli - Türkçe Sine’masal” kitabını sinema, televizyon ve seslendirme alanında yaşadığın anılardan oluşturmuşsun, bu anıları ne zaman yazmaya başladın?

Yıllar önce seslendirme sektöründe yaşadığım ilginç olayları çevremdeki arkadaşlarıma anlatıyordum, 1997’de Antrakt Sinema Dergisi’ni çıkaran Saim Yavuz, bu anıları dergi için yazmamı önerdi, arka sayfayı bana ayırdı, on sayı kadar yazdım sonra dergi kapandı. Bir süre daha yazmayı sürdürdüm sonra bıraktım, geçen yıllarda ortama uyarak tozlu dosyaları çıkardım, sosyal medyada paylaşmaya başladım. Olumlu tepkiler üzerine seslendirme ile birlikte, sinema ve televizyon dünyasında yaşadıklarımı da yazmaya başladım. Senin, “Mutlaka kitaba dönüştürmelisin!” yorumların gibi pek çok arkadaşımdan övgü aldım, böylece yazdığım anılar çoğalmaya başladı. Geçen yılın ortalarında, en büyük destekçim Atilla Birkiye son noktayı koydu ve kitabın Literatür Yayınları tarafından basılacağını bildirdi, çok heyecanlandım tabii… Salgından kapandığımız dönemde yazılarımı yeniden düzenleyerek, kitaba göre kurguladım, “Renkli - Türkçe Sine’masal” Nisan 2021’de yayımlandı ve dağıtımı yapıldı.

>> Anılarını anlatırken konuşma diline yakın farklı bir dil oluşturmuşsun, kendine modern meddah diyorsun. Böyle bir anlatımı seçmenin nedeni neydi?

Senaryo ve oyun yazmanın dışında edebiyatçı olmadım, herkes bildiği, olgunlaştığı işi yapmalı diye düşünüyorum. Benim bildiğim iş diyalog işçiliği… Tezgâhımı bunun üzerine kurdum, tiyatroculuğumu kullanarak, yazı dilinin dışında konuşma dilinden medet umdum. Anlattıklarımın sadece sinemacı kesimine yönelik olmasını istemedim, meraklı okuyucunun hepsine ulaşmaya çabaladım. Aslında okuyucunun benim duygularımla, beni okumasını; benimle birlikte gülmesini, kızmasını, hüzünlenmesini ya da sorgulamasını amaçladım. İçten, yalın, zorlamasız bir dil oluşturma derdindeydim, amacıma ulaştığımı sanıyorum.

40-yillik-film-seridi-878398-1.

>> Yeşilçam’a bugün abartılan, güzellemelerle anılanın tersine; senaristinden yapımcısına, yönetmeninden oyuncusuna, figüranına kadar başka bir açıdan yaklaşıyorsun, amacın bir dönemi kendi bakış açından yeniden yorumlamak mı?

Evet, anlattığım masalın içinde, iyiler, kötüler, masumlar, cadılar olduğu kadar, 1950’lerden itibaren palazlanan kapitalistler canavarlar da var, sinema sektörünün yamukluğu buradan kaynaklanıyor kanısındayım. Biz toplum olarak geçmişe özlem duymaya bayılırız, belki yaş gereği ben de aynı özleme kapılıyorum ama eleştirmekten de geri durmuyorum. Kitapta bir anlamda kendi öz eleştirimi yapıyorum, keşke herkes bunu yapabilse… Neyse, Yeşilçam’a övgüler düzenlerle yeniden tartışma ortamı yaratmak istediğimin farkındayım. Yine anılarımın arasında anlattığım gibi Muhsin Ertuğrul’un ‘teatral’ sinema anlayışını yıkmışlar ama, sinemamızı uzun yıllar sessizliğe mahkûm etmişler. Neden biz Yılmaz Güney’in kendi sesini ‘Duvar’ filmine kadar duyamadık? Dönemin algısı onun oyunculuğunu bile niye Abdurrahman Palay’ın sesine mecbur bırakmıştı? Yanıt bekleyen, irdelenmesi gereken sorular olduğunu düşünüyorum. Bunların yanı sıra, sinemaya, televizyona uygulanan baskılar ve yasaklar üzerinden ülke panoramasını gözler önüne sermeye çalıştım.

>> Tanıştığın, çalıştığın ya da yaşamına dokunan insanları da anlatmışsın, bazılarının adını vermeden… Kendine otosansür uyguladığını söyleyebilir misin?

Son zamanlarda hayatta olmayan ünlü isimlere saldırarak, onlar üzerinden gündem oluşturma modası var. Yazdıklarımın içinde sistem eleştirisi yaparken, sistemin parçası olanlarla polemiğe girmek, sansasyon yaratmak beni hedefimden saptıracaktı. O yüzden bazı adları açıklamaktan vazgeçtim. Başlıklara taşıdığım Bülent Oran, Sadri Alışık, Atıf Yılmaz gibi sinemamızın önemli kişilikleriyle yaşadıklarımı, birlikte çalışmalarımızı, arkadaşlıklarımı anlattım. Bu seçkiyi yaparken, senarist, oyuncu ve yönetmen üçlüsünün geçmiş dönemlerdeki yaklaşımlarını, bakış açılarını, çelişkilerini de yansıtmak istedim. Çünkü onlar Yeşilçam sinemasının gövdesini oluşturanlar arasındaydı…

>> Senaryosunu yazdığın Nâzım Hikmet’in sinema filmi ‘Mavi Gözlü Dev’e gelelim, yine anılarının arasında anlatmışsın, o filmi yaparken yaşadığın zorlukları, inadını, mücadeleni kitaptaki anılarından okudum. Şairin filmini yapmaya popüler bir yaklaşımla mı yapmaya kalkıştın? Çünkü onunla ilgili engeller, yasaklar kalkmıştı, sen de Nâzım Hikmet’in sırtından geçinenlerin kervanına mı katıldın?

Bu soruyu sorduğun için teşekkür ederim. 2007 yılında Nâzım Hikmet, hâlâ vatan hainliği yaftasından kurtulmamıştı, tiyatroda onun şiirlerini, destanını birçok kez sahneye taşımıştım, yani senaryo çalışmam yıllar önce başladı, yaşayan tanık ressam Balaban’la uzun sohbetler yaptım, ama projeyi maddi olanaksızlıklar nedeniyle sürekli ertelemek zorunda kaldık. Yazdığım senaryodan dolayı beni popülerlikle suçlayanlar da oldu, filmin şairin devrimci duruşundan uzak olduğunu söyleyenler de… Oysa 12 yılını demir parmaklıklar arkasında geçiren, düşüncelerinden ödün vermeyen, yılmayan ama tutsaklığın işkencesi altında psikolojisi bozulan, ölüm orucuna yatan bir insan vardı karşımda… Diğer tanığım da şairi hapishanede sık sık ziyaret eden Yıldız Sertel’di, onun anlattıkları tam filmdeki gibiydi. Popülerliğin peşinde koşsaydım, bambaşka bir Nâzım Hikmet portresi çizerdim, onun sırtından gelir elde etmeyi hiç düşünmedim, yapım aşamasında borçlandık zaten… Ama hiç umurumda olmadı, şairin dünyada ilk kez sinema filminin senaryosunu yazmanın onurunu taşıyorum, bu benim için yeterli. Onu genç kuşaklara ulaştırmaya çalışanların hiç birinden de destek görmedim. Bunu özellikle vurguluyorum, çünkü bir Nâzım tabusu var, kimsenin ona dokunması istenmiyor. Üstelik, dokunmak isteyenler görmezden geliniyor. Çok ilginç bir durum. Nâzım Hikmet birilerinin tekelinde olmaya mahkûm mu? Şair bunu kabul eder miydi? Kimse bunu aklından bile geçirmiyor.

>> “Renkli-Türkçe Sine’masal” da sinema, televizyon ve seslendirme anılarını anlatmışsın, tiyatroyla ilgili anılarını da anlatmayı düşündün mü?

Düşündüm, hatta yazmaya başladım bile, tiyatro anılarımı da bir kitapta toplamayı hayal ediyorum, nasıl gelişecek bilmiyorum ama, 72 yıllık Devlet Tiyatrosu’nun içinde bulunduğum 45 yılını belgelerle anlatmayı tasarlıyorum.