İkinci albümü “Ateş Suyu”nu 28 yıl sonra plak formatında kaydeden Whisky’nin davulcusu Alpay Şalt, “42 yıllık Whisky yılmayan bir savaşçı olsa da yoğurdu üfleyerek yiyecek kadar da gerçekçi” diyor.

42’lik yılmayan savaşçı: Whisky

IŞIL ÇALIŞKAN

Türkçe rock müziğin mihenk taşlarından Whisky, 1993’te yayınladığı ikinci albümü “Ateş Suyu”nu yeniden kaydetti. Grubun “Ateş Suyu 2.0” adıyla dinleyiciyle buluşturduğu albüm, plak formatında yalnızca 500 adet üretildi. Grup böylece “Binnaz”, “Cadı”, “Cumartesi”, “Yalnız Seninle” gibi sevilen şarkıların bulunduğu albüme yeni bir soluk getirdi. “Plak bizim yaşlarımızdakiler için kutsal bir nesnedir, en üst mertebedir” diyen grubun davulcusu Alpay Şalt ile Whisky’nin müzik serüvenini konuştuk.

►Whisky’nin bugün yaşayan bir grup olmasının sizin için nasıl bir anlamı var?

Bazı müziklerle, filmlerle, sanatçı ve gruplarla özel bağ kurarız. Bize yaşadığımız güzellikleri hatırlatır, yaşamımızın, anılarımızın bir parçası olurlar. Whisky birçok kişi için böyle bir anlama sahip. Bir kale, bir sığınak. Aynı şekilde bizim için de öyle. Acımızla, sevincimizle, emeğimizle, kavgalarımızla inşa ettiğimiz kalemiz.

Grup işi çok zordur, Serdar Çokuslu şöyle der “İki kişinin bile evliliğini zor sürdürdüğünü düşünürseniz siz bir de grup işini düşünün, tıpkı 4-5 kişilik bir evliliğe benzer.” Fikirler, egolar, alışkanlıklar çarpışır durur ve bu kaostan güzellikler ortaya çıkar. Bu kadar yıl geçmesine rağmen hâlâ ortada yaşayan bir Whisky olması genç yaşta kaybettiğimiz kurucumuz Kamil Özaydın’ı da yaşatıyor belki de en güzeli de bu.

►42 yaşındaki Whisky bugün nasıl bir karaktere sahip?

Whisky 42 yaşında bir delikanlı gibi. İnsanlar ürettikleri sürece genç kalırlarmış. Ancak üretimi kısıtlayan, baltalayan bazı unsurlar var. Whisky Norveç’te yaşıyor olsaydı her yıl bir albüm çıkarabilir, devletin sanatçı desteği ile dertsiz tasasız yaşar, geçinmek için başka iş yapmasına gerek olmayacağı için tüm enerjisini üretmeye harcardı. Bizim 42’lik delikanlı ise önce bu zor şartlarda hayatta kalmak için çaba harcıyor, sonra verdiği molalarda üretebildiği kadar üretiyor. 42 yıllık Whisky yılmayan bir savaşçı olsa da yoğurdu üfleyerek yiyecek kadar da gerçekçi.

PLAK BİZİM YAŞLARIMIZ İÇİN KUTSAL BİR NESNEDİR

►“Ateş Suyu” albümünü plak formatında basma fikri nasıl ortaya çıktı? Plak formatında ve sınırlı sayıda basılmasının nasıl bir önemi var sizin için?

Ateş Suyu’nda çalan kadro 10 yıllık bir ayrılıktan sonra 2013 yılında hem albümün 20’nci yılını kutlamak hem de Kamil Özaydın’ı ölümsüzlüğe uğurlanışının 20’nci yılında anmak üzere yeniden bir araya gelmişti. O dönem dünyada baştan sona ve albüm sırasıyla çalınan efsane albümlerin konserleri furyası başlamıştı, bundan güzel bir fırsat mı olacaktı? İşte Whisky’den yine bir ilk! Bize Gezi Olayları denk geldi o ayrı! İstediğimiz konserleri veremedik ama bürokratik pürüzler yüzünden yeniden yayınlayamadığımız ikinci albümü kaydetme fikri o dönemde oluştu. Plak bizim yaşlarımızdakiler için kutsal bir nesnedir, en üst mertebedir. Bir müzisyensen, grubun varsa, şu hayatta ölmeden mutlaka bir plağın olmalıdır. 2007 yılından sonra plağın tekrar gözde olması da bize cesaret verdi elbette. Bu plağı öncelikle kendimiz, sonra da grubun kemik takipçileri için hazırladık, değerine değer katmak için de bu albümden sadece 500 adet basılacak, koleksiyon değeri olacak. Hatta iyice abarttık, kapak üzerindeki sayıları bizzat ben elimle yazıyorum.

►Yeni düzenlemelerde hassasiyetleriniz nelerdi?

Yıllar içerisinde çıktığımız konserlerde genelde orijinal düzenlemelere sadık kalarak çaldığımız şarkıları LP formatına sığdırmak için biraz kısalttık. Kısaltırken de hep gülüştük, “Yahu neden o zaman bu kısaltmayı yapmamışız” diye birbirimize sorduk, dokuz dakikalık şarkı mı olurmuş! Ama bu çok normal çünkü kayıtlara başladığımızda Kamil Özaydın otuzlarının başında diğerlerimiz yirmili yaşlarımızın başındaydık, aslında alaylı ve acemi müzisyenlerdik, düzenleme yerine çalmaya odaklanıyorduk. Bir de şarkıların o uzun halleri kafamıza öyle bir kazınmış ki, provalarda ister istemez dalıp uzun versiyona kayanlarımız oluyordu. Orjinal albümde hatalı olduğu halde stüdyo süresini kısaltmak için öyle bıraktığımız bazı bölümleri yok ettik. Bazı bölümleri istesek de bir daha aynısını yapamayacağımız için değiştirdik. Şarkıların eski hallerini bilenler dinlediklerinde daha geniş, daha oturaklı ve daha olgun bir Ateş Suyu duyacaklar zannediyorum ki bunda miksleri de yapan Eser Taşkıran’ın büyük katkısı var. Orjinal albümde dört şarkıda Kamil Özaydın’ın gitar ve vokali vardı, onun gitar tonu çok imza bir tondu. O boşluğu uzun yıllar birlikte çaldığımız gitaristimiz Taner Keleş’in dokunuşuyla doldurmaya çalıştık.

►28 yılın ardından şarkılarla buluşmak nasıldı?

Albümü kaydettikten sonra geçen 28 yıl içerisinde hem biyolojik olarak hem de ruhsal olarak değiştiğimizin çok farkındayız. Müzik dinleme zevklerimiz zaman içinde değişse bile bu şarkılar artık bizim birer parçamız olmuş, bizdeki yerleri ayrı. Aradan o kadar yıl geçse de ki biz çok farkında değildik, sanki dün kaydetmişiz gibi çaldık çünkü şarkılar resmen iliklerimize işlemiş. 28 yılda kaç konser verdik, kaç programa katıldık hatırlamıyorum ama az ya da çok 500’er kere çaldığımız şarkılar bunlar. Bir şarkıyı bu kadar çok çalarsanız zaten kafanızda bir mükemmel trafik, mükemmel tavır, mükemmel his şablonu oturuyor. Şahsen doğurup büyüttüğümüz çocuklarımızla katıldığımız bir aile yemeği gibi hissettim.

AĞUSTOS BÖCEĞİNİ OYNAYACAKSAK SONUMUZ KÖTÜ

►Pandemi, bu süreçte zor günler geçiren sanatçıların ne kadar güvencesiz şartlarda yaşadığını da gösterdi bize sanırım. Nasıl yorumluyorsunuz bu yaşananları?

Müzisyenlik ülkemizde hiçbir zaman garantili bir iş olmadı, bugün belki on kazanırsın ama sonra üç ay sıfır. Bunu bilenler, abilerinden, ailelerinden bu uyarıyı duyanlar müzisyenliği bir nevi hobi olarak yapıyorlar, başka işlerde çalışıyorlar, hatta sigortalarını da bu şekilde yaptırıyorlardı. Canlı performans harici gelir elde edebilenler de sadece üreten, kayıt imkânları olan veya teliflerini alabilen müzisyenler ki telif ücretleri ülkemizde çok düşük kalıyor. Devlet müzisyenlere sembolik de olsa bir yardım yapacağını açıkladı ama sektörde kaç kişi yer alıyor bilinmiyordu, çoğunluk devlet vergi ister korkusuyla kayıt dışı çalışıyor. Bu konuyla ilgili atılan bazı güzel adımlar var. Müzik sektörü yediği bu tokat ile biraz kendini sorguladı, bunu fırsata çevirebilirsek ne ala. Salgın bittiğinde buna benzer bir sonraki krize kadar yine ağustos böceğini oynayacaksak hiç ders almamışız demektir. Organize olmak, sigorta hakkı, vergi muafiyeti, telif hakları ve ücretleri üzerine yoğunlaşmalıyız.