50 soruda teknolojik gelişmeler ve hayatımız: Teknolojinin meyvesi hakça bölüşülmeli

DİLARA ŞİMŞEK

BirGün yazarı Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu ile yeni kitabını konuştuk. Kozanoğlu, “Çoğu zaman göz açıp kapatana kadar teknoloji ile ilgili bilgilerimizin ve becerilerimizin günün gerisinde kaldığını şaşkınlıkla fark ediyoruz” diyor.

► Bu kitabı nasıl ve neden yazdınız? Pratikte teknoloji ile aranızın iyi olmadığını söylüyorsunuz ama sanırım teknolojiye karşı büyük bir merakınız var.
Bilindiği gibi bütün bilim ve bütün buluşlar insanın merakından, öğrenme arzusundan kaynaklanır. Siyasi ve toplumsal bir değerlendirme yapmak için toplumsal yaşamdaki tüm boyutları iyi kötü bilebilmek, önemini tartabilmek lazım. Hem ekonominin hem toplumsal cinsiyetin, sınıfsal mücadelenin ve taleplerin önemli bir ağırlığı var. Bunun yanında teknoloji de arka plan olarak her zaman hayatımızın içinde. Kitabın içerisinde de anlatmaya çalıştığım gibi teknoloji zaman zaman bir tehdit unsuru olabiliyor. Öbür yönüyle de insanların yaşamını kolaylaştıran bir boyutu var. Bunları önce anlamak, anladıklarımı okuyucu ile paylaşmak ve sonraki tartışmalara biraz daha donanımlı ve birikimli olarak kendimi hazırlamak kapsamında bunu düşündüm.


TEKNOLOJİ, ORTAK MİRASI TEMSİL EDİYOR
► Kitabınızda tekno-iyimser ve tekno-kötümser kavramları var. Siz hangisisiniz?

Ben birçok konuda orta yolcu bir tutum aldığımı söylüyorum ve bundan şikâyetçi değilim. Çünkü hayat çok yalanlamıyor. Tekno-kötümserler özellikle; tekillik, süper zeka, genel yapay zeka kavramları üzerinden teknolojinin sonunda insana egemen olacağını, insanı esir alacağını ve bu işin sonunun kötü olduğunu iddia ediyorlar. Bunun daha yumuşak versiyonu ise robotların insanın işini elinden alacağı, sade yurttaşların işsizlikle karşılaşacağı şeklinde. Tekno-iyimserler, teknolojinin büyük bir hızla geldiğini ve hayatımızı çok kolaylaştırdığını, toplumsal sorunların birçoğunu çözdüğünü iddia ediyorlar. Bu bir anlamda tekno-şovenizmi yaratıyor. Teknolojiye tapma, teknolojinin getirdiği toplumsal süreç sonunda işsiz kalan, yaşam standarttı gerileyen ve becerileri yetersiz kalan insanları aşağılama ve dışlama gibi bir tavır sergiliyor.

Konuya şöyle yaklaşıyorum; bütün teknolojik gelişmeler insanlığın ortak birikimi ve ortak mirasını temsil ediyor. Bilim insanları, araştırmacılar, zamanın filozofları, bilimleri yaratmasalardı bugün geldiğimiz teknolojik aşamaya ulaşamazdık.

Madem insanlığın önünde böyle olanaklar var, bunu da bireysel kârın bir uzantısı olarak değil de, insanlığın kolektif birikimi haline getirecek bir toplumsal düzeni kuralım. İnsanlığın en temel sorunları işsizlik, dışlanma; hem küresel anlamda hem de ülkeler içerisinde birçok insanın en temel gereksinimlerinden yararlanamama gibi sorunları devam ediyor. Onun için de teknolojiyi bir veri olarak alarak, toplumsal mücadeleler ile insanlığın ilerlemesi için çabalar sürdükçe teknolojinin meyvelerinden hepimizin daha hakça yararlanabileceği bir noktaya geliriz diye düşünüyorum ve bunun da gereğini yapmak gerektiğine inanıyorum.

► Teknolojik gelişmeler hayatımızı nasıl etkiliyor, bizi bekleyen tehlikeler nelerdir?
Toplumsal mücadele ve örgütlenme gerekli ama insanlar bilgilerini ve birikimlerini arttırarak bu süreçlere kendilerini hazırlamaları gerekiyor. İnternet ortamında çok değişik bilgi kaynaklarına ulaşıp kendimizi geliştirme fırsatımız var. Hayatın online alemi aslında offline alemin bir tekrarı gibi oluyor. Benim gibi bir insan; makalesini okuduğu bir yazarın, ABD’de, Hollanda’da veya Hindistan’daki bir seminerini izleyip o kitapta okuduğu ile seminerde izlediğini birleştirebilmek imkânına sahip olabiliyor. Kendi çalışma alanı ile ilgili çok daha geniş bilgilere ulaşabiliyor. Günlük hayatta toplu taşımaya bindiğimiz zaman insanlar akıllı telefonlarıyla haberleşiyor, bir takım oyunlar oynuyor. Aslında teknoloji dışı hayat ile yaşadığımız ilişkileri bir üst aşamada orada kuruyoruz. İnsanların ufkunu genişletebilmesi ve daha çok öğrenebilme idaresini gösterebilmesi ile bağlantılı diye düşünüyorum. Teknolojinin alt yapısının olması insanları bu haklardan muhakkak yararlanabileceğini göstermiyor. Ne teknolojiye tapıp, neo-liberalizme teslim olmalıyız ne de bu hapsolduğumuz dar dünyanın içerisinde debelenmeyi maruz göstermeliyiz.

► Bilim-kurgu filmlerinde teknolojinin, toplumu birbirinden koparıp bireyleri yalnızlığa ve mutsuzluğa hapsettiğini görüyoruz. Teknolojideki bu komplo teorilerinin günün birinde gerçek olma ihtimali var mı?
Zaten kapitalizmin insanı yalnızlaştıran ve yabancılaştıran yönü var. İnsanlar artık evlerinde aynı firmada çalıştığı kişilerin birbirlerinin yüzünü görmeden çalışabiliyorlar. Kitapta da vurguladığım gibi bir şeyi sıralama ve sınıflandırma gibi fonksiyonları çok büyük bir hızla, düşük yanılma payı ile yapan makineler biliyoruz. Yapay zekâ bu süreçleri çok daha hızlandırıyor. İnsanların çok yönlü becerilerini tekrar edilebilecek bir düzeneğin yapılmasının çok uzağında olunduğunu düşünüyorum. Çünkü insan biricik özelliklere sahip bir varlık. İnsanlık her zaman bu tarz filmlerde korkutucu figürler yarattı fakat ben teknolojinin insanı tamamen egemenliği altına alacağı, esir düşüreceği bir gelecek öngörmüyorum. Bunu temenni de etmiyorum.

GELİŞİM SADECE BİLİMLE İLGİLİ DEĞİL
►Türkiye’nin teknoloji karnesini nasıl değerlendirirsiniz?
Teknolojinin kavramları gündelik hayatımıza çok sorgulanmadan girdi. Gündelik hayatta çok kullanılan ‘Endüstri 4.0’ kavramı var. Televizyon konuşmasında birisi “Bırakın biz Endüstri 4.0’ı Endüstri 2,5 bile değiliz. 1,5’u bile bulamadık” diyor ve sempatiyle izleniyor. Sık sık da özellikle de hükümet sözcülerinden “Yüksek katma değerli, yüksek teknolojili ürünlere yönelmemiz gerekir” gibi ifadelere ve “İnovasyonu geliştireceğiz başka türlü küresel ekonomide rekabet edemeyiz” gibi klişelerle bolca karşılaşıyoruz. Öncelikle bilim; önyargısız, bağımsız düşünebilen ve sorgulayan bireylerin çabalarıyla yürütülür. Türkiye’de giderek eğitimin gericileştirilmesi, insanların kendisine lider olarak işaret edilen insanları sorgulamamasının yarattığı iklimin Türkiye’de bilimin gelişmesine hiçbir şekilde hizmet etmeyeceğini biliyoruz ve görüyoruz. Eğitimden başlayarak; bilime ve aydınlanmaya dayanan, kendi ayakları üzerinde durabilen, bağımsız bireyler üretebilen bir iklimin Türkiye’de hâkim olması gerekir. Bu sadece bilim politikaları ile değil Türkiye’de çok ciddi siyasi ve toplumsal değişimle, aydınlanma fikrinin Türkiye’de tekrar egemenlik kazanmasıyla olur.

***