Çocuk dediğiniz genelde kural bilmez. Yasak tanımaz.

Çocuk dediğiniz genelde kural bilmez. Yasak tanımaz. Tek otoriteyi anne babası bilir. Ta ki okula gidene kadar. Ailelerinin yanından çıkıp ilk defa gri taş binalarda, kendinden epeyce iri olan,  otoriter bakışlı amca ve teyzeleri gören çocukların küçük bedenleri titremeye başlar. ‘Öğretmen’ kavramı o yaşlardaki kimi çocuklar için Mahmut Hoca’dır belki. Hayal kırıklığı çoğu zaman burada başlar. İnsanın belki de ilk defa ailesinden daha fazla zaman geçireceği, kurallarla örülen bir duvarın arkasında tutulmaya başlanması bu döneme rastlar. Pavlov’un köpeklerine benzemeye de bu zamanlarda başlarız biraz da. Derslerde zil çalınca sevinçle kendini dışarı atan öğrenci tekrarlanan zili duyduğunda hareketleri yavaşlar, masunlaşır. Gün içinde bu birkaç kez tekrarlanır. Belli bir süre için kesinlikle konuşmadan, gülmeden, fazla kıpırdamadan, asla uyumadan çok da fazla soru sormadan uslu uslu oturacağı sınıflara yönelir. İdealist öğretmenlerim oldu. Hepsini saygıyla anıyorum. Öğretmenlik mesleğinin maalesef gerektiği değeri göremediğini düşünüyorum. Eğitim konusu bana göre en önemli konulardan biri değil, en önemlisi olduğu için öğretmenlere şimdikinden çok daha fazla değer verilmesi ve çok iyi seçilmesi gerektiğine inanıyorum çünkü onlar aktardıkları bilgilerden çok  öğrencilerin seçimlerini, geleceklerini, nasıl bireyler olacaklarını düşündüğümüzden daha fazla etkiliyorlar. Ailemde annem de dahil olmak üzere çok öğretmen var. Ama bu gerçek bile ‘öğretmen’ kelimesini duyduğum an yüzümün ekşimesine, içimin sıkılmasına engel olamıyor. Biz küçümsüyoruz bazı gerçekleri gibime geliyor ama çocuklar için öyle önemli ki okul yılları. Bize göre o zamanlar ‘normal’ olan bir sıra dayağı gerçeği vardı mesela. Bir çocuğum olsa ve onun başına böyle bir şey gelse bir kaplan gibi atlarım gibi geliyor o küçücük ellere tahta cetvellerle vuran öğretmenin üstüne. Küçükken de anlayamazdım nasıl bir insanın bu kadar büyük kin ve nefretle, bir metrelik cetvellerle kendinden on kat küçük birine derin bir intikam hırsıyla vurabildiğini. Küçük çocuklar belki de büyüklerin gerçeklerini anlayacak kadar ‘akıllı’ değiller ama onların da bir hafızaları var ve onlar da bir gün sizin boylarınıza geliyorlar. Ve çocuklar bütün arkadaşlarını, öğretmenlerini bir gün unutsalar bile ilkokul öğretmenlerini asla ama asla unutmuyorlar. Ben hâlâ hatırlarım bana boş yere atılan tokatları, bütün sınıfın önünde dayak yiyen arkadaşlarımızı, sıra dayaklarını… ‘Sıra dayağı’ başka hangi ülkenin dilinde vardır acaba? Arkadaş arasında gülerek anlatıyoruz belki ama yedi yaşında bir çocuğun bunları yaşaması aslında hiç de normal değil. Başka yaşlarda da normal değil. Daha küçücük, savunmasız yaşında şiddete maruz kalan çocuklardan ilerde ne bekleyebiliriz? Bir ülkenin öğretmeni; ülkenin aydın kesimi diye değerlendirilen bireyi, yedi yaşındaki bir çocuğun üzerinde cetvel kırabiliyorsa o ülkenin geleceğinden ne bekleyebiliriz? Kafası bütün arkadaşları önünde öğretmeni tarafından tahtaya vurulan öğrenci liseye geldiğinde bir öğretmeni dövüyorsa suçlu kim? Okuma yazma öğrenme hevesiyle, arkadaşlarıyla oyun oynama heyecanıyla okula giden çocukların bir gün Kubrick karakterlerine dönüşmesi hiç de şaşırtıcı gelmiyor bana.

Öğretmenler bilmeden de olsa belki bizi daha o yaşlarda gerçek hayata hazırlamışlar. İyimser ve hastalıklı bir bakış açısından bunu böyle de yorumlayabiliriz. Yaramazlık yaparsan cetveli yersin, onunla yetinmezsen ibret-i alem olsun diye herkesin önünde meydan dayağı yersin, ne de olsa  büyüyünce yaramazlık yaparsan da aynı şeyleri polis amcalar sana yapar. Korkudan kimse itiraz edemez ya çoğu zaman büyüyünce de değişmez bu gerçek. Cetvelin yerini coplar alır belki. Çocukları tahta cetvellerle ya da özel yaptırdıkları sopalarla (bu öğretmenin hayal gücüne ve yaratıcılığına bağlı olarak değişebiliyor) döven öğretmenler, öğretmenleri coplayan polisler… Ortaya çıkan tablo utanç verici. Az bir ücret karşılığı, var gücüyle çalışan bütün idealist öğretmenler bir yana, bizim eğitim sistemimiz bu. Sert bir otorite ve şiddete dayalı. Önce öğretmen diye okullara atanan ve bu güzel mesleği kirleten canavarlardan kurtulalım sonrası çok daha kolay… Ama daha yedi yaşında küçük kalpleri, kocaman bedenlerin karşısında dışarı fırlayacak gibi atan, korkudan altına yapan, kafasına vurulan, parmak uçları, avuç içleri cetvelle vurulduğu için yanan, sırtı üzerinde sopa kırıldığı için acıyan bugün büyümüş olan o çocuklardan ‘normal’ olmalarını nasıl bekleyebilirsiniz? Şiddet, şiddet, şiddet… Sen öğrenmezsen onlar döve döve öğretirler… Bir ülkede bir insan top oynayıp, ip atlayacağı dönemde şiddet ve dayak bu oyunlar gibi normalleşmişse yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir.