Son dönemde hukuk, kentsel rant odaklı bir biçim kazanmış, iktidar kentsel adaletsizliği tercih etmiştir. Bugün Beykoz Tokatköy’de, Güngören Tozkoparan’da, Okmeydanı Fetihtepe’de yaşanan adaletsizliklerin ve yerinden edilmelerin nedeni, iktidar tercihleri ve hukuk dışılık.

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü: Adaletten değil ranttan yanalar
Fotoğraf: Depo Photos

Dr. Öğr. Üyesi, Tayfun KAHRAMAN
Silivri Cezaevi’nden yazdı. (Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47)​

Bugün 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü. Her yıl olduğu gibi TMMOB Şehir Plancıları Odası öncülüğünde üniversiteler ve kurumların destekleri ile Dünya Şehircilik Günü geleneksel kolokyum ile kutlanıyor. Bu yıl 46’ncısı düzenlenen kolokyum, Eskişehir’de, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve TMMOB Şehir Plancıları Odası ortaklığında “Toplumda ve Mekanda Adalet” başlığı ile 6 Kasım’da başladı ve bugün tamamlanacak. Şehircilik alanından meslektaşlar, akademisyenler ve öğrenciler 3 gündür Eskişehir’de Kentsel Adaleti tartışıyorlar. Bu yılın tema başlığı aslında hiç şaşırtıcı değil, zamanın ruhu ile epey uyumlu. Bu nedenle ben de buradan meslektaşlarımın “adalet” tartışmasına katılmak istedim.

ADALETE İHTİYAÇ

Adalete en çok ihtiyacımız olan bu dönemde, toplumda ve mekânda adaleti konuşmak, bizi kentsel adalet kavramına yönlendiriyor. Kentte askıya alınan hukuk, mülkiyet, rant ve bütünde ekonomik ve toplumsal ilişkilerin içine girdiği meşruiyet krizi, kentsel adaleti tartışmayı kaçınılmaz kılıyor. Neoliberal kentleşme pratiğinde ortaya çıkan bu çatışmanın kamu yararına çözülmesi için gerekli yol haritasını da yine kentsel adalet kavramı sunuyor.

Türkiye’de 2000’li yıllar ile birlikte hızlanan neoliberal kentleşme süreci, kentsel mekânda yeni bir hukuku ortaya koyarken bir yandan da mekânda bir meşruiyet krizini gündeme getirdi. Meşruiyet krizi yaşayan kentsel mekan, rant talebi ile yeniden biçimlenmeye başladı. Böylece kentsel yaşamı ve düzeni belirleyen kurallar da rant yaratma kapasitesi üzerinden şekillendi. Bu nedenle kentsel adaleti ararken kent hukukunun düzenlenme biçimini ve kentsel rantla ilişkisini anlamak gerekmektedir.

Aslında yapılan yasal değişiklikler mekânsal ve toplumsal adaleti kent üzerinde ortadan kaldıran iktidarın yönetim biçimini gözler önüne sermektedir. Çünkü hukuk toplumların siyasal ve ekonomik rejimlerinin yerleştirilmesinin temel aracıdır ve iktidar varlığını sürdürmek için adalet ya da meşruiyet değil, kendi karar alma gücüne dayanır. İktidar sağlamakla yükümlü olduğu kentsel adaleti, emlak piyasasının spekülatif belirleyiciliğine ve kontrolsüz mülkiyet ilişkilerinin yıkıcılığına terk etmiştir. Bu nedenle kentte ortaya çıkan çatışmanın ana belirleyicisi iktidarın tercih ettiği küçük bir azınlığın çıkarlarını önceleyen ekonomik yapı ve toplumsal ilişki biçimleridir.

Kentsel mekânda adaleti sağlamak ile sorumlu iktidarların mekâna ve hukuka yaklaşımı sadece bugün değil, her zaman sorunlu olmuştur. Fakat özellikle son dönemde hukuk, kentsel rant odaklı bir biçim kazanmış, iktidar kentsel adaletsizliği tercih etmiştir. Anayasa’nın “herkese sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının sağlanması” hükmü, sağlıklı ve adil kentlerde yaşam koşullarının sağlanması bir anayasal görev olarak vurgulamaktadır. Buna göre iktidar, sağlıklı kentsel mekânlar düzenlemek, tüm kentililere uygun konut ve yaşam koşulları sağlamak için; kent hukukunu, kurumları ve müdahale biçimlerini, eşitliği gözeterek tanımlamalı ve uygulamalıdır. Anayasa’da yer aldığı gibi kentte ortak yaşamın sağladığı faydalardan herkesin adil ve eşit şekilde yararlanacağı, dezavantajlıların kollanacağı bir sisteme ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak Türkiye kentleşmesinin ortaya koyduğu sonuç, Anayasa’da tanımlı kentsel adaletin hiç olmadığını göstermektedir.

RİSKLİ ALAN KILIFI

İktidar bu yaklaşımı ile oluşturduğu yeni hukuk sistemi ile hukuk dışı normları, istisna hükümleri uygulamaya koymaktadır. Bu hükümler ise hukukun askıya alındığı alanları da istisna mekân olarak sınırlarını çizerek işaretlemektedir. Örneğin 6306 sayılı Afet Yasası ile kentsel dönüşümde, mülkiyete el koyma sonucunu doğuran istisna hükümlerin uygulanmasını sağlayarak, adaleti ortadan kaldırmaktadır. Aynı zamanda bu kanun ile ilan edilen riskli alanlarda, normal hukukun askıya alındığı hukuk dışılığın hâkim olduğu istisna mekânların sınırları çizilmektedir. Amaç ise kentsel rantın elde edilmesi önünde duracak olası tüm engellerin kaldırılmasıdır. Bugün Beykoz Tokatköy’de, Güngören Tozkoparan’da, Okmeydanı Fetihtepe’de yaşanan adaletsizliklerin ve yerinden edilmelerin nedeni, iktidar tercihleri ve hukuk dışılıktır. Hatta bu hukuk dışı uygulamalarla sadece alt sınıflar değil, Kemerköy örneğinde olduğu gibi artık üst sınıflar da karşılaşmaktadır. Altında başka birçok neden olsa da, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yereli gözetmeden istisna yetkileri ile onayladığı imar planları çatışmayı üst sınıf yerleşim alanlarına da taşımaktadır. Bu uygulamalarla mekânsal ve toplumsal adalet zedelenirken, hukuku yeniden konumlandıran iktidar; ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkiler temelinde ayrıcalıkları ve istisnaları kendi sermaye grupları lehine tanımlamaktadır.

Rant odaklı kentleşme pratiğine kent sakinleri açısından bakıldığında ise hukuki düzenlemeler ve kent mekânı ile aralarında bir meşruiyet krizi ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda iktidar kentte hukukun üstünlüğünü gözetmemekte, kentliler açısından adaleti sağlamaktan uzak bir görüntü sergilemektedir. Bunun nedeni hukuksal düzenlemelerin adalet ve meşruiyet ekseninde değil, hukuk dışı istisna hükümlerle belirlenmesidir. Kentliler ve kurumlar arasında yaşanan, sürekli ekranlara yansıyan çatışmalara neden olan uygulamalar ve yıkımlar da meşruiyet zemininin ortadan kalktığını göstermektedir. Kentsel adaletsizliğin yönetilmesi diye tanımlayacağımız bu süreçte, iktidar ekonomik çıkarları ile mekânda adaletsizliği yeniden tanımlamaktadır. Bu şekilde kamusallığın yıpranarak farklı bir anlam kazandığı bugün, kentsel adaleti hukuk normları yerine meşruiyet belirlemektedir.

RANTTAN TARAF HALDELER

Bu nedenle kente özgü faaliyetleri yönlendiren kent hukukunun ortaya koyduğu kurallar bütününün meşruiyet sağladığı bir kentsel düzen içinde ancak kentsel adalet sağlanabilecektir. Unutmamak gerekir ki kentte bireysel ve toplumsal ilişkiler ile hakları düzenleyen kent hukuku, toplumda ve mekânda adaletin yanında çatışmanın da nedeni olabilmektedir. Bu ikili karakter hukuksal düzeni belirleyen iktidar tercihleri ile tarafsız olmadığını da göstermektedir. Kentsel rantlardan taraf olan iktidarın kentliler ile kurduğu bu sorunlu ilişki biçimi, normlara uygun uygulamaları da sorgulanır hale getirmekte ve toplumsal anlamda adaletsizliği yerleştirmektedir.

Neoliberal kentleşmenin etkilerini kaldırmak ancak iktidar tercihlerini bir kenara bırakarak, kamunun düzenleyici işlevini yeniden üstlenmesi ile mümkün olacaktır. Anayasal çerçevede tüm kurumları ile devlet, kentte çatışmayı azaltmak üzere sağlıklı kentsel mekânlar yaratmak, eşitsizlikleri azaltmak, konut sorununa çare üretmek için kent planlamayı uzlaştırıcı bir araç olarak kullanmalıdır. Kent planlama piyasacı mantıktan uzaklaşarak adaleti sağlamak amacıyla dönüştürücü bir işlev üstlenmelidir. Aksi halde iktidarın tercihi olan piyasacı yaklaşım, bir aradalığı daha zorlu hale getirecektir.

BİZE DÜŞEN GÖREV

Kentte giderek yerleşen bu tehditlere karşı, toplumda ve mekânda adaleti sağlamak üzere toplumsal sözleşmemizi yeniden ele almalı ve bir arada, kaderdaş ve kardeş olmayı savunmalıyız. Gezi Direnişi’nin 2013 yılında bize verdiği görev budur. Bu görevi yerine getiremezsek eğer, iktidar yarattığı çatışma ortamında düşman tanımı ile kentsel mekânda adaletsizliği yönetmeye devam edecektir. İşte kentlerimizin ve orada yaşayanların karşı karşıya olduğu bu tehditler nedeniyle meslektaşlarımız, 3 gündür 46. Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu’nda kentsel adaleti yeniden tesis etmek üzere yapılması gerekenleri tartışmaya devam ediyorlar.