Benim sınıfımda Musevi de, Alevi de, Sünni de, Ermeni de vardı. Derse kim girmek istemiyorsa, Müslüman da olabilirdi bu çocuklar, girmeyebiliyordu. Aileler çocuklarını nasıl yetiştirmek istiyorsa biz buna saygı duyardık. Çünkü din terbiyesini verecek olan ailedir.

87 yaşında  bir Hazirancı

> BELİT ÖZÜKAN @ozukanbelit

Gözleriyle tarif ediyorum ya insanları.. Anneannem için rahmetli dedem ‘eşek gözlü’ derdi. Hatta bir gün, sabahın köründe eve gelirken yolda bulduğu bir sıpayı eve getirmiş. “Jale’m gözleri sana benziyor” diyerek. Ben Türkan Şoray’a benzetirim gözlerini. Gümüşlük’e yeni bir hayata başlarken, bana yardıma geldiler annemle. Öyledir o. Zorlukları aşmayı da iyi bilir, başkalarına aştırmayı da. Jale Erman bir öğretmen, deli dahi sosyalist bir maden mühendisi eşi, üç çocuk annesi ve kendi deyimiyle bir ihtiyar. Üstüne üstlük bir Hazirancı.. Bu haftaki konuğum anneannem. Eğitim sistemini, Gezi’yi, Soma’nın eski halini, sevmeyi, okumayı ve yaşlılık hallerini konuştuk. Ben ondan sevgiyi, paylaşmayı, mücadeleyi öğrendim. Sizinle de paylaşmak istedim..

>>Gümüşlük’ü nasıl buldun?
Turistik buldum. Yaz kış yaşamaya uygun değil. (bana laf çakarak başladı)

>>Güncel siyasetle başlayalım. Son dönem siyasetini nasıl değerlendiriyorsun?
Benim siyasi gündemim 1940’larla başlar. O zamandan beri siyasete dair yaşanmışlıklarım, geliştirdiğim düşünceler var. 87 yıllık ömrümün en kaos dolu dönemini yaşıyorum. Bir karışıklık, ne yapacağını bilmezlik hali içindeyim.

>>Ne yapacağımı bilmez haldeyim diyorsun ama Birleşik Haziran Hareketine katıldın.
Haziran’a katılma nedenimi anlatayım. Kızım ÖDP Fethiye ilçe başkanı. Bense Halk Partiliyim. Öyle ki Allah rahmet eylesin teyzen Kadıköy’de ÖDP’den belediye temsilcisi seçildiğinde ben ona oy vermedim, gittim yine Halk Partisine oy verdim. Bu kadar da ilkeliyimdir bu konuda. Hatta şunu söylemek isterim. Kılıçdaroğlu koalisyon için 14 maddelik ilkelerini okuduğunda, kalktım, sakat halimle televizyona yanaştım ve onu alnından öptüm ekrandan. Haziran Hareketinde bir şeyin kıvılcım olmasını istedim. Bu kaosu dağıtacak, paramparça edecek bir ışık arıyordum. Sonra Muğla’daki Birleşik Haziran Meclis toplantısına katıldım. Annen evde yalnız kalmayayım diye beni de yanında götürmüştü. O toplantıda konuşulanlar, o coşku bende aradığım kıvılcımın “bu” olabileceği hissini uyandırdı. O yüzden toplantıdan çıkarken “Beni 1 numaralı Hazirancı kabul edebilirsiniz” dedim.

>>“Gezi” sana ne düşündürdü?
Gezi kıvılcımın ta kendisiydi. Hatta bir ateşti.

>>Gezi’ye benzer bir harekete daha önce şahit oldun mu?

87-yasinda-bir-haziranci-55572-1.
Oldum. 1960 ihtilali döneminde. Unutmuyorum. Otobüs’teydim. Tophane’ye inen İtalyan yokuşunda bir genç kız ile bir genç delikanlı, arkalarında bir kalabalıkla ‘Olur mu böyle olur mu’yu söyleyerek geliyordu. Otobüsün içinde tüylerimin diken diken oluşunu hatırlıyorum. Ama orada bile böyle bir kaos, kutuplaşma yoktu. Bir birlik vardı. Otobüsün içindeki insanların hepsi ayağa kalktı. Her düşünceden insan o gençleri coşkuyla izledi. Hareketleri gençler yapar. Gezi’de de gençler vardı. Oradaki yaşlılar anca çocukların anneleri, babalarıydı. Öğretmen okulundan mezun olduğumda hiçbir siyasi görüşe sahip değildim. Yalnızca cumhuriyetçi bir yaklaşımla, köylere gidip çocukları eğitmek, onlara şarkılar söyletmek, köyleri kalkındırmak, ağaç dikmek gibi ideallerle yola çıkmıştık.

>>Umut verdi mi sana Gezi?
Gezi bu günü hazırladı. Gezi bazılarını korkuttu, sarsaladı. Gezi olmasaydı bugünkü muhalefet bloğu oluşamazdı.

>>Kendi dönemindeki eğitim sistemiyle bu günkünü karşılaştırır mısın?
Ben her gün sınıfa girdiğim vakit, ilk beş dakika terbiye dersi verirdim.

Annemize, babamıza, büyüklerimize nasıl davranalım, sokakta nasıl yürüyelim, nasıl yol, yer verelim, yemekte nasıl davranalım, nasıl yemek yiyelim, giysilerimizi nasıl düzenleyelim... Şimdiki sisteme bakınca aklımı oynatacak gibi oluyorum. Dersler selamünaleyküm, aleykümselamla başlıyor.

>>Okul çatısı altında dini söylem olmamalı mı?
Din, aile terbiyesidir. Benim büyükannem namaz kıldığını bir başkası görmesin, oruç tuttuğunu bağıra bağıra kimseye söyleyemezsin, fukaraya yardım yaptığın zaman bunu kimse bilmesin derdi. Şimdi kapı kapı dolaşıp kömür dağıtıyorlar. Ve bununla övünüyorlar.

>>Eğitimde din vurgusu bir çocuk için neden sakıncalı olsun?
Dinin ahlak bakımından isabetli yönleri var. Biz de dini terbiyeyle yetiştik ama bu ailemiz içinde oldu ve kimse bize baskı yapmadı. Din anlatılır, yaparsın, yapmazsın, senin bileceğin iştir. Okulda din eğitimi sakıncalı olabilir çünkü farklı dinlerden çocuklar olabilir sınıfta. Benim sınıfımda Musevi de, Alevi de, Sünni de, Ermeni de vardı. Biz din derslerinde onları ayırırdık. Derse kim girmek istemiyorsa, Müslüman da olabilirdi bu çocuklar, girmeyebiliyordu. Ve bu, kimse tarafından yadırganmazdı. Aileler çocuklarını nasıl yetiştirmek istiyorsa biz buna saygı duyardık. Çünkü din terbiyesini verecek olan ailedir.

>>Öğretmen faktörü de önemli sanırım. İyi öğretmen tarifin nedir?
Tiyatro oyuncusu olması lazım. Ben sınıfa girdiğim zaman bir tiyatro sahnesine girmiş gibi hareket ederdim. Benim üzüntülerim olmaz mı? Olur. Ağrım, sancım olmaz mı? Olur. Ama bunları çocuklara aksettirmezdim. Hep güler yüzlü, anlayışlı olmalı.

>>Bir öğretmen kendini nasıl yetiştirmeli?
Öğretmenlerin çok okuması ve iyi gözlemciler olması gerekir. Ayrıca biz öğretmen okulu mezunuyuz. O okulda biz iki üniversite okuduk adeta. Şimdi öğretmenler normal üniversiteye gidiyor ama bizim geçtiğimiz eğitimden geçtiklerini sanmıyorum. Biz okulu 24 dersen imtihana girerek bitirdik. Hiç unutmuyorum. Sınavları verdim, Çapa’nın arkasında tarlalar vardı o zaman. 47 senesi. O tarlalarda “Ben öğretmen oldum, ben öğretmen oldum, ben öğretmen oldum” diye sevinçle sayıkladığımı hatırlıyorum. Ve 30 yıl boyunca hep bu sevinçle hareket ettim.

>>Öğretmen olmasaydın ne olmak isterdin?
Hakim. İyi de bir hakim olurdum.

>>Kendin aktif olarak siyasetin içinde olan biri değildin ama sosyalist bir adamla evlendin.. Bu evliliğinize, sana, aile hayatınıza nasıl yansıdı?
Ah ah... Tarık’ın düşünceleri, okuduğu kitaplar, çocuklarına yaklaşımı farklıydı. Benim de nüvemde varmış ki ben de bunlara sarıldım. Aykırı bulmadım. “Çocukları niye bu şekilde yetiştiriyorsun, niye bu kitapları onların önüne atıyorsun?” demedim. Okusunlar öğrensinler ve kendileri seçsinler istedim.

>>Dedem Soma’da maden mühendisiydi. Nasıldı o zaman Soma ve maden koşulları?

87-yasinda-bir-haziranci-55573-1.
Fevkalade iyiydi. Tam bir madenci şehriydi. Hepimizin eşyalı lojmanları vardı. Kömür, elektrik, su bedavaydı. Şehre sinema geldiğinde öncelik hep işçilerindi. Filmi ilk gece işçiler, ikinci gece memurlar, üçüncü gece mühendisler seyrederdi. Pazar günleri de çocuklarındı. Alacaklarımızı ilk elden, üreticiden yarı fiyatına alırdık. Güvenliğe çok önem verilirdi. Üç yıl orada kaldık, bir kez bile alarmın çaldığını duymadım. Hiç unutmam, Tarık’ın (dedem) iki arkadaşı vardı. Biri madenin baş mühendisi, diğeri de emniyet mühendisiydi. Üçü çok yakın arkadaşlardı. Ocağın tamiri için gelecek olan kalaslar bir gün gecikince işçilerin güvenliği söz konusu olduğundan emniyet mühendisi Cemal Bey, diğerinin canına okumuş, çok büyük bir kavga etmişlerdi.

>>Sen hem çalıştın, hem senin deyiminle beş çocuğa bedel bir kocayla evliydin ve üç tane de çocuk büyüttün. Hepsini bir arada nasıl yürüttün?
Sevgiyle. Saygıyla. Bir de sıkıntılar karşısında hep “Ben bunu aşarım, ben yılmam” dedim.

>>Bu günkü evliliklere, aşklara, ilişkilere baktığında ne görüyorsun? Ne eksik?
Eksik olan “tek eşlilik” düşüncesi. Ben görücü usulüyle evlendim ama sonradan evlendiğim kişiyi sevdim, ona aşık oldum. Bütün aşıklar gibi onunla tırkalaştım. Sağlığına dikkat etmezdi çünkü. Bu yüzden de çok erken yaşta öldü. Ben de genç denecek bir yaşta dul kaldım. Ama tekrar evlenmeyi hiç düşünmedim. Ben tek eşlilikten memnunum. Bazen düşünüyorum. Acaba bunun bir terbiyesi var mı diye. Çocuklarımıza yemeyi, içmeyi, tuvalete gitmeyi öğretiyoruz, okutuyoruz ama birini sevmek ve ilişkiler hakkında, acaba onlara ne veriyoruz? İnsanların tabiatları da önemli tabii ama aile içinde bu konuda bir terbiye verilmiyor sanırım.

>>Sen annenle konuşur muydun bunları?
Hayır. Ayıptı bunları konuşmak bizim zamanımızda. Hiç unutmam Emirdağ’da düğünler olur kışları. Orada tefçi Saniye diye bir kadın da düğünlere giderdi. Sonra bir haber geldi. Saniye kız kaçırmış diye. Ben “Oğlu mu var ki kaçırmış” dedim. Annem de “Hayır kendine kaçırmış” dedi. Ben böyle bir ilişkinin olabileceğini bile ilk kez o zaman, 18 yaşımda duymuştum.

>>On sene önce bir trafik kazası geçirdin ve o günden beri engelli bir bireysin. Bu sana ne hissettirdi?
96 yılında izlediğim, Civan Canova’nın yazdığı ‘Kıyamet Sularında’ adlı oyunda bir adam sürekli bir koltukta oturuyordu... Artık ben de sürekli bir koltuktayım. Desteksiz yürüyemiyorum. Fakat burada Polyanna’cılık oynadım. Kulağa basit geliyor belki. İyi ki kolum kırılmadı dedim. İş yapamaz, işe yaramaz hale gelirdim ve üzüntüm daha çok olurdu. Polyanna ilk okuduğum kitaptır bu arada. Hikayesi ilginçtir.

>>Anlatır mısın?
Ben beş yaşında evde okuyup yazınca beni erkenden okula vermiş annem. 10 yaşında, altıncı sınıftayken öğretmenimiz, herkese bir kitap okuyup özetini çıkarma ödevi verdi. Bana da Polyanna düştü. Kitabı bulamadık. O dönem Fethi Enişten ablamla flört halinde. Aradı taradı, sahaflardan ilk Türkçe baskısını buldu getirdi. Kitabım benim için o kadar kıymetliydi ki, babamın vefatından sonra İzmir’e halamın yanına gönderildiğimde, yanıma kıymetli eşya olarak bir tek onu almıştım. İzmir’e gittiğimde okulumda da sınıf kütüphaneleri kuruluyordu. “Herkes bir kitap getirsin” dendi. Tek kitabım Polyanna olduğu için kitabımı öperek, okşayarak kütüphaneye bıraktım. Bunu gören okul müdürümüz Bedriye Şan, beni yanına çağırttığında çok korktum. “Ne kabahat işledim” diye. Meğer kitabın çevirisini o yapmış ve yıllardır arıyormuş bu baskıyı. Sarıldı, öptü. Kitabı bana geri verdi.

>>Sevdiğin yazarlar kimler?
Okumayı çok severim ve çok okurdum. Yaşar Kemal’i, Orhan Kemal’i, Reşat Nuri’yi severim. Çalıkuşu’nu defalarca okumuşumdur. Yalnız bir sır vereyim mi? Ara sıra Muazzes Tahsin de okurum (Kahkahalara boğuluyoruz) Fakat gözlerimde bir rahatsızlık oluştuğundan beri okuyamıyorum ve göçtüğümü hissediyorum.

>>Yaşlılık, insan hayatında nasıl bir evre?
Gözlerim iyi görüyor olsa İhtiyarlık Psikolojisini yazmak isterdim. Bedenim benim, aklım Jale, ama içimdeki Jale değişti. Alıngan oldum. Karşımdakilere eziyet mi ediyorum, yük mü oluyorum diye düşünüyorum. Bu sakatlıktan ötürü de bir işe yaramıyorum. Kalkıp bir yemek pişiremiyorum. Bazen kendimi denize dökülmesi gereken bir safra gibi hissediyorum. Eskiden yapmak isteyip de yapamadıklarımın hayalini kurup, onlardan hikayeler üretiyorum. İçimde her şeyi yapabilecek kudreti hissediyorum ama bedenim izin vermiyor. Bir de gülme ama çirkinleştim. Aynaya bakınca “Tuh seni kocakarı” diyorum. (gülüyoruz yine) Tüm ölmüşlerimle kavga yapıyorum. Rahmetli dedenle çok kavga ediyorum. 30 yıldır her şeye tek başıma göğüs gerdiğim için. Yüzleşiyorum. Çoğu kez annemden, çok sevdiğim kayınvalidemden özür diliyorum.

>>Niye özür diliyorsun? Kötü şeyler mi yaşadınız?
Yok, hayır. Kim bilir belki küçük bir şey yapmışımdır, bilmeden kalplerini kırmışımdır.

>>87 yıllık ömründe var mı bir pişmanlığın?
Tabii var. Ama benim yapabileceğim bir şey yoktu. Öğrenciliğimde çok güzel resim yapardım. Meşhur ressam Hasan Kavruk, öğretmen okulunda resim hocamızdı. Son sene Paris’te bir sergi açılacaktı. Bizim okuldan benim üç resmim yollandı ve resimler orada mansiyon aldı. Okul müdürümüz beni, ortaokul öğretmenlerini yetiştiren Ankara Gazi Eğitim’e yollamak istedi. Resim öğretmeni olabilmem için. Sevinçle eve gittim. Annem “Gidemezsin” dedi. “Bu okulda önlük giyiyorsun, orada sana giysi yahut ayakkabı alacak, hatta tren biletini dahi alacak paramız yok” dedi. “Keşke direnseydim” derim kendi kendime. Yalnız şimdi heykeltıraş oğlumun kızı, torunum Yağmur, Akademide resim bölümünü bitirecek inşallah ve babaannesinin hayalini gerçekleştirecek.