9 maddede Şam’daki ‘terör’ karşıtı konferans

MUSTAFA KEMAL ERDEMOL

Suriye’nin başkenti Şam’da, 24- 25 Temmuz tarihleri arasından düzenlenen Rusya, İran, Küba, İspanya, Çin, Türkiye, Afganistan, Pakistan, Mısır, Lübnan, Irak, Cezayir, Fas, Bahreyn, Ürdün, Sudan, Suudi Arabistan, Tunus, Kıbrıs, İngiltere, Almanya, Kuveyt gibi çok sayıda ülkeden 130 kişinin katıldığı iki gün süreli “terör” konferansının sonunda hazırlanan Şam Deklarasyonu, Suriye’nin ‘terör’ konusundaki deneyimlerinin dünyaya aktarılmasında önemli bir kilometre taşı oldu.

‘Terörün’ kurbanı olmuş bir ülkenin sadece cephede değil, diplomatik anlamda da verdiği mücadeleninin bir yansıması sayılmalı Şam toplantısı. Suriye diplomatik atılımlarını son aylarda hızlandırdı. Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşşar el Caferi’nin, Şam’daki toplantıdan birkaç gün sonra BM Güvenlik Konseyi’nin düzenlediği toplantının sonunda yaptığı açıklamada Türkiye ile İsrail’i aynı karede değerlendirmesinin Türkiye açısından olumsuz anlamda önemli bir gelişme olduğunu anımsatmak yerinde olur. Bu, bölgedeki Müslüman kamuoyu üzerinde Türkiye-İsrail ortaklığının varlığını güçlendiren bir iddia çünkü. Caferi, “tekfirci ve kiralık” olarak tanımladığı teröristlerin Türkiye sınırlarından aktığı sürece siyasi ve barışçıl yönde atılacak adımların hiçbir faydası olmayacağının altını bir kez daha çizerken hemen ardından İsrail’in de Golan topraklarında ‘teröristlere ‘desteğini kesmeye zorlanması gerektiğini vurguladı. Bu durumda Türkiye ile İsrail Suriye’de kargaşanın yaratıcıları olarak birlikte BM kayıtlarına girmiş de oldu.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (UCM), başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bazı hükümet üyeleri hakkında uluslararası “savaş suçundan” dolayı inceleme başlatıldığı haberleri de, ki henüz inceleme sürecinde bu gelişme, söz konusu çerçeveye dahil edildiğinde Türkiye açısından zor bir dönem başlamış olacak. Olası gelişmeler ve mevcut durum şöyle özetlenebilir:

1- Recep Tayyip Erdoğan ile hükümet yetkililerinin mahkemeye çıkartılmaları zor da olsa bir ihtimal dahilinde elbette. Ama daha önemlisi Türkiye’nin ‘teröre’ destek olduğu iddiası sürekli dillendirilmiş olacak. Suriye’nin, BM Güvenlik Konseyi’ne başvurusuna sunduğu belgeler ile Alman Die Welt gazetesinde Alfred Hackensberger ve İngiliz The Guardian gazetesinde Martin Chulov imzasıyla yayımlanan çeşitli haberlerde Amerikan istihbarat örgütü CIA’in elinde, Türkiye’nin, IŞİD ile aralarında yasadışı petrol ticareti ile ilgili belgeler bulunduğu bilgisi yine olası UCM yargılamasının önemli kanıtlarından biri.

2- Beşar Caferi, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’a ve Güvenlik Konseyi’ne Türkiye’yi “teröristlerin Suriye’ye girişine yardımcı olmakla” suçlayarak şikâyet etmiş, soruşturma istemişti. Bu soruşturma halen açık. Ayrıca Charlie Hebdo dergisi saldırısını düzenleyenler ile ilişkili olduğu düşünülen, Fransa’da bir kadın polis ile bir markette dört rehineyi öldüren Amedy Coulibaly’nin imam nikâhlı eşi Hayat Bumedyen’in Suriye’ye kaçak yollarla girişine yardım ettiği iddiasıyla da Türkiye yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne şikâyet edilmişti Suriye tarafından. Bu soruşturma dosyası da halen işlemde. BM’de veto yetkisi bulunan ülkelerin Türkiye’ye karşı bir kararı onaylayacağı beklenmiyor ama Türkiye’nin bu “jeste” karşı ne gibi tavizler verebileceği de merak konusu tabii ki. İncirlik Üssü’nün ABD kullanımına açılması belki de bu tavizlerden biri.

3-Kim ne derse desin terörle mücadelede Suriye’nin eli, Batı’nın tutum değiştirmesinden ötürü de bir hayli güçlenmiş durumda. Dolayısıyla UCM’ye yapacağı bir başvurunun işleme konması her an mümkün. Bu durum Erdoğan’ı da Suriye karşısında tavır değişikliğine itebilecek gibi görünüyor.

4-Suriye’nin Ayn el Arap (Kobane) bölgesinden de UCM’ye bir başvuru yapılması gündemde. PYD- Türkiye gerginliğinin yaşandığı bir sırada buradan yapılacak olan bir başvuru Türkiye’yi zor durumda bırakacak.

5- Şam’da yapılan terör konferansı sonucu dünyaya ilan edilen Şam Deklarasyonu ile Suriye terör konusunda nasıl mücadele edeceğinin de işaretlerini vermiş oldu. Deklarasyon uyarınca bölgede faaliyet gösteren tüm terör gruplarının “Terör Listesi”ne alınması önerisi uluslararası topluma sunuldu. Bu çağrıya Türkiye dahil ilgili ülkelerin alacakları tutum sonraki süreci belirleyecek.

6-Şam Deklarasyonu’yla Suriye teröre karşı mücadele ettiğini belirttiği Irak, Libya, Mısır, Yemen, Afganistan, Tunus, Cezayir başta olmak üzere birçok hükümetin destekleneceğini ilan etti. Bu adı geçen ülkelerle Suriye’nin ortak hareket edeceği geniş bir cephenin doğmasına yol açabilir.

7-Deklarasyon’da ‘terörün’ mali kaynakları konusuna da değinilerek finansal desteği takip edecek bir hukuk sisiteminin geliştirilmesi de istendi. Bu, hem ABD’nin hem de BM’nin daha önce gündeme getirdikleri önemli bir konu. Bu, Suriye’nin bu konuda açılacak bir araştırmaya kendi elindeki verileri de sunacağı anlamına geliyor.

8-Suriye, kendi sorumlulukları dahil bölgedeki terörün araştırılması konusunda bağlayıcı bir tutum da almış oluyor. Bu ciddi bir meydan okuma. Konferansta radikal İslamcı terör örgütlerinin konvansiyel olmayan silahlara, gelişmiş iletişim imkânlarının yanı sıra öngörülmeyen çok sayıda eğitilmiş silahlı unsurlara mali ve ekonomik imkânlara sahip olduğuna işaret edilerek tehlikenin sanılandan daha fazla olduğu da vurgulandı. Batı’nın bu konuda Suriye’ye yardım etmesi bile mümkün ki bunun işaretleri görülüyor.

9-Son gelişmelerden sonra elinin güçlendiği belli olan Suriye, şimdi Türkiye’yi de kendisiyle birlikte teröre karşı mücadeleye çağırıyor. Konferansta bir konuşma yapan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, yaşadığı ‘terör’ saldırılarından sonra Türkiye’nin de Suriye ile ilişki kurması konusunda daha olumlu bir noktaya geldiğini vurgulayarak “bizimle işbirliği yapmaya muhtaç” dedi. İki yıl önce Türkiye ile dolaylı ilişlkiler kurulduğunu ileri süren Beşar Esad’ın siyasi danışmanı Buseyna Şaban da benzeri bir çağrıyı aynı toplantıda yaptı. Yakın bir tarihte Şaban’ın sözünü ettiği Suriye-Türkiye “dolaylı ilişkileri” hız kazanabilir.

Bölge her anlamda çok hareketli günlere girecek gibi görünüyor.