Dolayısıyla aslında uluslararası politikayı sadece taraflar olarak okumak yeterli değil, denge denilen unsur çok önemli

ABD için sürdürülebilir,  Türkiye için sürdürülemez Ortadoğu denklemi!

Hakan Güneş - Doç. Dr.

Mevcut karmaşaya Katar ve İhvan merkezli yeni tartışmanın eklenmesi ve Türkiye ve İran’a uzanan boyutlarıyla geçtiğimiz iki haftanın Ortadoğu gündemi herkesin aklını aldı. Trump ve Tillerson’un uslupları da eklendiğinde tam bir Gordion düğümüne dönen Ortadoğu denklemini değil çözmek, ipucunu bulmak dahi zor görünüyor. Çelişik adımlar, açıklamalar, zigzaglar, yalpalamalar bir o tarafı bir bu tarafı tutmalar. Oysa bu karmaşanın kendisi bizatihi berrak bir siyaset yansıması.

Suudi-Mısır ittifakının Katar’a yönelik izolasyon ve yaptırım kararı şaşırtıcı bir gelişmeydi. ABD’nin bu siyasete destek vermesi şaşırtıcı değildi. Washington’un bir hafta geçmeden Katar’la 12 milyar dolarlık uçak satış anlaşması yapması ve iki hafta geçmeden Körfez’de Katar ordusu ile ortak tatbikat gerçekleştirmesi yine az da olsa şaşırtıcı idi. İran’a yönelik ABD siyasetinde tansiyonu yükselten açıklamalar ya da Suriye’de yönetime yakın milislerin ABD uçaklarınca vurulması da beklenmeyecek bir gelişme değil belki ama Türkiye’nin Suriye’de desteklediği grupların karşısına Suudi-destekli grupları çıkararak çatıştırması o kadar da sıradan bir gelişme sayılmaz. Katar üzerinden (Hamas’ı da dahil ederek) Suud-Sisi ekseniyle birlikte İhvan’ın terörist ilan edilmesi ABD’li yetkililerden duyulunca şaşırılacak bir siyaset olmasa da Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un bir hafta geçmeden aynı siyasi çizginin Türkiye’de yönetimin bir parçası olduğu ve topyekün teörist ilan edilmemesi gerekliliğini beyan etmesi yine neler oluyor dedirtecek bir karmaşık denklem çıkartıyor karşımıza. Oysa bu, ABD’nin Ortadoğu siyasetinin tutarsızlığı ya da yalpalaması değil bizatihi kendisidir.

Yukarıdaki tablo sadece 2017 yılı Haziran ayının ilk yarısında karşımıza çıkan ve “kendi içinde tutarlı” bir siyasetin olmadığını yansıtan gelişmelerden sadece bir kısmı. Ortadoğu için girift, çapraz ve parçalı ittifak yapıları artık neredeyse yapısallaşmış bir olgu. Farklı dinler, mezhepler, milliyetler, yerel aşiret aidiyetleri yelpazesi ile sınıfsal yelpaze ve siyasal-programatik (İslamcı, liberal, sosyalist vb) yelpazenin unsurları bu aidiyet ve siyasetlerin bölgesel ve uluslararası ittifaklar ile eklemlendiği çok-katmanlı ve çok-etmenli bir zeminde hareket ediyor. Irak’ta, Suriye’de ve Yemen’de sıcak savaş şartlarında sürekli ya bileşim ya siyaset değiştiren bu ittifaklar (aktörler kümesi) Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, İran ve diğer ülkelerde ise adeta bir soğuk savaş düzeninde yeniden ve yeniden konum alıyorlar. Daha doğrusu kısmen İran ve İsrail dışındakiler (Türkiye ve Mısır dahil) güçlü uluslararası aktörlerin müdahaleleri karşısında çoğunlukla denklemi yeniden üreten, çıkmazdan kurtulmayı başaramayan adımlar atıyorlar.

abd-icin-surdurulebilir-turkiye-icin-surdurulemez-ortadogu-denklemi-305555-1.

ABD’nin Ortadoğu siyasetine yön veren 6 siyaset
ABD’nin geriden bıraktığımız 15 yıl içerinde Ortadoğu siyasetine yön veren 2+2+2 parametreli bir denklem çerçevesinde hareket ettiği sonucuna varabiliriz. İlk 2 parametre 1945’den bu yana sürdürülen daha temel (prensip düzeyinde diyebileceğimiz) 2 siyasettir: uluslararası enerji güvenliği ve İsrail Devleti’nin güvenliği; ikinci 2 parametreden ilki başta ABD ekonomisi olmak üzere Batı ülkeleri için temel bir girdi olan silah satışını karlı ve sürekli kılacak bir siyaset sürdürmek, ikincisi ise silah dışı finansal ve ekonomik çıkarların sürdürülmesi hedefleridir; Son 2 parametre ise başta El Kaide ve İŞİD örneklerinde olduğu gibi Batı’yı doğrudan vuran aktörlerin elimine edilmesi yahut terbiye edilmesi ve ikinci olarak da bu ve benzeri gelişmelerin yaratabileceği göç dalgalarının önüne geçilmesidir. Bu son iki siyasetin son 10 yıllık gelişmelerin ürünü olduğu ancak yakın ve orta vade de karar vericilerin sabit parametre olarak değerlendireceğine şüphe yok.

Konuyu biraz daha açacak olursak, Suudi Arabistan yerine İran’ı terörizm destekçisi ilan ederek hedef tahtasına koymak ilk 2 parametre ile ilgilidir. Suudilerin Sisi ile birlikte Katar’a yönelik hamleleri daha ziyade ikinci 2 parametre ile ilgili iken Irak ve Suriye’de Kürtlerle geliştirdiği siyaset ise daha ziyade son iki parametrenin etkisinde şekillenmektedir. Pek çok örnekte bu dış politika hedef ve prensiplerinden bir kaçını için A unsuru ya da kümesi ile ittifak edilirken başka birkaçı için B unsuru ya da kümesi ile ittifak edilebilmektedir. ABD’nin bir konudaki ardışık birkaç hamlesindeki karşılıklık, zig zag ya da tezat tam da buradan kaynaklanmaktadır. Keza tüm bu zig zaglar, denge değişikliği yaratan ağırlık kaydırmalar, ABD için sürdürülebilir bir siyaset zemini demektir. Hatta adlı adınca daha önce yazdığımız gibi ABD’nin Ortadoğu siyaseti tam da bu nedenle “sürdürülebilir istikrarsızlık” olarak adlandırılmayı hak ediyor.

Sürdürülebilir İstikrarsızlık!
Sürdürülebilir istikrarsızlık, bölgeye tam bir barışın, refahın vb. gelmesini değil, sürekli birinin diğerine karşı gergin bir şekilde tutulduğu, çatıştığı, bazen savaştığı bir denklem kurmak demektir. Yani istikrasızlık sağlayacak bir denklem kurmalı ancak bunun sürdürülemez bir düzeye çıkmasına yahut örneğin mülteci akını gibi yan etkilerinin ortaya çıkmasına da mümkünse izin vermemelisiniz.

Örneğin 30 yıllık Irak politikasını ele alalım: Ülke üç parçaya ABD inisiyatifi ile ayrıldı. Burada ayrılma temayülü olan yegâne aktör olan (Irak) Kürdistan’ı 30 yıldır ne bağımsız kılınıyor ne de onun gücünün zayıflaması isteniyor. Şimdi bir referandumla ayrılsa dahi bunun tanınma sürecini 10 yıl, tanındıktan sonraki askeri ve ekonomik varlığı inşa etmesini devamındaki onyıllar boyunca elinde bir koz olarak tutmaya çalışacaktır. Batı açısından sürdürülebilir istikrarsızlık için, işbirliği yapabileceği unsurların tam anlamıyla bağımsızlaşmaması gerekiyor.

Dolayısıyla aslında uluslararası politikayı sadece taraflar olarak okumak yeterli değil, denge denilen unsur çok önemli. Şu an Batı bu denge unsurunu şurada arıyor: Kürtlere dokunmayın, Esat’ın belirli bir yaşam sahası olacak, IŞİD yok edilecek ve dördüncüsü Batı müttefiklerinin Suriye’de bir etki alanı olacak. Bu dört faktörü gerçekleştirmeye çalışan bir Batı var. Obama da Merkel de problemi temelde böyle okuyordu. Trump’ın da bu siyaseti neredeyse olduğu gibi sürdürdüğünü artık söylemek mümkün.

Şimdi Tillerson’un açıklamalarına yeniden bakalım!
Tillerson’un izah etmekte güçlük çekilen Katar ve ihvan karşıtı konuşmalarını bir hafta sonra tadil etmesi, önce Suudilerle 110 milyarlık bir askeri alım anlaşması imzalayıp ardından Katar krizi sonrası Doha ile 12 milyarlık bir anlaşmanın karar bağlanması, Ankara’yı sürekli arafta bırakacak kararlar ile ne tam dışlayıp ne de destekliyor olması, ABD’nin Ortadoğu siyasetinin yukarıda ortaya koyduğumuz 6 temel hedefiyle uyumludur. Ortadoğu’da gerilim ve savaşın her geçen yıl biraz daha tırmandırılması sadece ABD açısından sürdürülebilir bir siyaset anlamına gelir. Türkiye dahil Ortadoğu için ABD’nin başat aktör olduğu Ortadoğu denklemi artık gerçekten sürdürülebilirlik sınırlarını aşma noktasına geldi.

Çılgın imajına karşın Trump sürdürülebilir ve kârlı adımlar atarken derin stratejik akıl taşıdığı zannındaki bölge aktörleri çemberi kırmak yerine onu yeniden üreten her adıma gönüllü olarak koşuyorlar. Mezhepçilik, bölgesel rekabet ve iç siyasetteki otoriterizm tercihinin ihtiyaç duyduğu dış siyasette hamaset ülkenin her anlamda daha çok bedel ödeyeceği bir kıskaca çekilmesine sebep olmaktadır.
İşin tuhafı onlarca gazeteci, akademisyen ve siyasetçi başka kavramlarla Ortadoğu’daki ABD siyasetinin bölge ve ülkeye verdiği ve vereceği zararları bir bir anlattıktan sonra Trump’ın tam da arzu ettiği piyonlar gibi adımlar atmayı hevesle sürdürüyorlar.