Amerikalılar yerlileri topraklarından ettiler, pamuk ekip hasat etmek için köleler edindiler ve böylelikle Amerika’nın eşsiz zenginliğinin temellerini attılar. Zenginler de paranın verdiği gücü kullanarak kitlelerin oy tercihlerini şekillendirmeye çalıştılar. Amerikan demokrasisinde durum halen tam olarak böyle.

ABD seçimlerine demokrasi denebilir mi?

John DavIs

Joe Biden’ın ihtiyarlığına aldanmayın. Eski düzenin çürümüş mekanizmalarını yeniden yürürlüğe koymak için görevini icra edecek. ABD Trump yönetim boyunca epey sıra dışı olay yaşadı. Fakat seçim sonuçları tekrar eski düzene döneceğimizi, sistem iliklerine kadar çürümüş olsa da tekrar ‘normalliğe’ döneceğimizi gösteriyor. Demokrasinin ‘onarıcı’ gücüne inancımız yüksek, oy vermenin önemine inancımız yüksek. Oy kullanan seçmenin yarısından fazlası için, havada zafer kokusu var.

ABD’nin ‘halkın devleti, halk için’ şeklinde tanımlayabileceğimiz cumhuriyet modeli Başkan Jackson döneminde, 1820’lerde başladı. Oy kullanmak isteyenlere ‘mülkiyet’ ön koşulu koyan yasa birliğe mensup eyaletlerde peşi sıra kaldırılmaya başlanınca, bu uygulama ‘halk için’ yönetimde hızla yaygınlaşmış oldu.

YOKSULLARA SÖZ VERMEK

O zamana kadar ‘seçmen’ denilen şey, aslında yalnızca mülk sahibi beyaz erkeklere verilen isimdi. Batıya giden kâşiflere, çiftçilere ya da kent yoksullarına siyaseten söz vermek, Avrupa’da, görülecek türden bir devrimdi. Fakat ABD’de dinamikler biraz farklıydı. ‘Radikalleşme’ kendini insanların sosyal ve ekonomik adalet aramasıyla değil, ‘özgürlük’ arayışıyla gösteriyordu. Ülkede ağızdan ağıza taşınan destansı öyküler, insanlara içinde bulundukları ekonomik durumun gerçeklerini unutturuyordu. ‘Özgürlük’ deyince akla gelen, devletin ticarete, tarımsal üretime, girişimciliğe, imalata karışmamasıydı. ‘Maaşlı köleler’ tabir edilen en yoksul kesimler bile içinde bulundukları durumu mülkiyete giden yolda ‘geçici bir güçlük’ olarak düşünüyorlardı. Haliyle işçiler örgütlenmeye pek meraklı değildi ve örgütlendiklerinde ise fabrika sahipleri tarafından büyük dirençle karşılaşıyorlardı.

GÜÇLÜ LİDER KÜLTÜ

Jackson 1828 senesinde Demokratlar tarafından ‘halkın başkanı’ olarak seçilmişti. Seçilmesinde payı olan ‘beyaz erkekler’ çok farklı toplumsal kesimlere mensuplardı. Fakat o seçimde gördüğümüz bazı olgular, günümüzde halen Amerikan demokrasisinin belirleyici özellikleri arasında. Bir defa seçim kampanyasını güçlü bir ‘kişi kültü’ inşa ederek yürütmüştü. Ülkenin dört bir yanındaki ırkçı zulmü görmezken, Amerikan halkının özgürlüğünden söz ederek kampanya yürüttü. Amerikan yerlilerine sahip oldukları topraklar için ekonomik haklar tanınması konusunu ise hepten görmezden geldi.

Bu yaklaşım sayesinde Amerikalılar yerlileri topraklarından ettiler, pamuk ekip hasat etmek için köleler edindiler ve böylelikle Amerika’nın eşsiz zenginliğinin temellerini attılar. Tabii o zenginlik güçlü birkaç adamın elinde toplanıyordu. Zenginler de paranın verdiği gücü kullanarak kitlelerin oy tercihlerini şekillendirmeye çalışıyorlardı. Amerikan demokrasisinde durum halen tam olarak böyle.

TÜKETİM BAĞIMLILIĞI

Seçim sistemimizde kongre üyeleri iki yılda bir yarışıyor, tercihimiz ne olursa olsun piyasaların ezici gücüne siyasi meşruiyet kazandıran oyumuzu alıyorlar. On dokuzuncu yüzyılda yaşayan tarihçi Thomas Carlyle bu sürece ‘para rabıtası’ demişti ve bunu Amerikan demokrasisinin merkezinde halen görmek mümkün. Şimdi bayrağı devralan, bu düzeni sürdürmek için son elli yıldır çalışan Joe Biden olacak.

Amerikan toplumunda süregelen ırkçı, ekonomik, çevresel adaletsizliği yenmek için kamu kaynaklarını seferber etmek gerek. Fakat bu gereksinim şu an serbest piyasayı her şeyin üzerine koyan, dizginlenemeyen savunma sanayini ayrıcalık sahibi yapan yönetim felsefesi tarafından engelleniyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana esiri olduğumuz ‘aşırı tüketim’ bağımlılığını yenmemiz, ancak sosyal harcamaların artırılmasıyla mümkün olabilir. Sağlık, eğitim, altyapı, beslenme, barınma hizmetlerinin yetersizliği, gelir dağılımının çarpıklığı hepimizin zihinlerinde. Bunlar devletin iyileştirici ve koruyucu gücünün çöktüğünü gösteriyor.

DEMOKRASİ TANIMI

Yaşadığımız çöküşün üstesinden gelmek için, devletin fonksiyonunu baştan aşağı yeniden değerlendirmeliyiz; demokrasinin tanımını baştan yapmalı, mevcut tanımı idame ettiren, ‘özgürlük’ düşkünü Cumhuriyetçilerin temel ekonomik eğilimlerini cumhuriyet kurumunu tehdit edecek kadar ‘silahlaştıran’ efsanelerin üstesinden gelmeliyiz. Bu yenilenmenin bir maliyeti de olacak. Fakat bu maliyet, şimdilerde modası geçmiş ‘imparatorluğu’ sürdürme kisvesi altında savunma sanayinin yuttuğu kaynaklar ile kıyaslandığında muhakkak göze alınabilir.

TARİHSEL GÜNAHLAR

Geçmişin günahları ile yüzleşmek mümkün. Almanya ve Japonya gibi ülkeler, devlet destekli vahşete sebebiyet veren, yirminci yüzyılın başında toplumlarını kanser gibi saran olguların üstesinden gelmeyi başardılar. Güney Afrika direniş ile, devrim ile ve uzlaşma ile tasarlanmış bir süreç ile beyaz üstünlükçü devletten kurtuldu ve tüm etnik grupları kapsayan yönetim sistemine 1990’larda geçti. Amerika’nın tarihsel günahlarının herkes bilincinde. Fakat sahip olduğu nükleer cephanelik ile tüm insanlığın içine saldığı varoluşsal korku çoğunlukla unutuluyor.

İKİNCİ YENİDEN YAPILANMA

Trump dört sene önce girdiği seçimi kazandı ve bu defa ise yarışı kaybetti. Bu hadiselerin her ikisi de seçmenin yardım çağrısıydı. Amerikan İç Savaşı'nın ardından Amerikalılar köleciliğin açtığı yaraları sarmak için onurlu bir mücadele yürüttüler. Buna ‘Yeniden Yapılanma Dönemi’ dendi. Yürütülen mücadelenin kazanımları, gücünü alçakça kullananlar tarafından on yılda hiç edildi. Eski yaralar zor kapanıyor ve yol açtıkları acılar zihinleri, bedenleri ve ruhları esir alıyor. Şimdi bu yaraları sarmak için tekrar onurlu ve köklü bir mücadele yürütmemiz gerek, tek çaremiz İkinci Yeniden Yapılanma.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Counter Punch