‘Yöneticiye karşı gelmek’ suçu, ‘yeni bir Suudi Arabistan’ın hayalini kuran herkesin tepesinde sallanıyor. Reformcular rejime meydan okumak için yeterince güçlü değil

ABD-Suudi özel ilişkilerinin bitme vakti

VIJAY PRASHAD / @vijayprashad
Ortadoğu Uzmanı

ABD Başkanı Barack Obama, Atlantic dergisinden Jeffery Goldberg’e verdiği röportajda, Suudi Arabistan’la ilgili hayal kırıklığını anlatmıştı. Ortada, bütün muhalifleri bastırmış ve dünyaya zehirli bir ideoloji ihraç etmiş teokratik bir devlet vardı. Tüm bu faaliyetleri ise petro-dolarlarla ödeniyor. Obama’nın rahatsızlığı Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’yu İran’la ‘paylaşma’ konusundaki suskunluğuyla vurgulandı. Her iki büyük gücün de bölgede eli kolu vardı. İran’ın, Saddam Hüseyin ve Taliban gibi düşmanları ABD tarafından oyunun dışına itilince, İran kollarını daha rahat uzatmaya başladı, Suudi Arabistan ise felç oldu. Suudiler, Obama’nın İran’la nükleer anlaşması karşısında ise çok öfkelendi.

Aslında, Batı’nın yaptırımları nükleer silahlarla ilgili değildi. Ayrıca İran’ın bununla ilgili bir planı da yoktu. Bu mesele İran’ı sınırları içinde kalmasını sağlamakla ilgiliydi. Suudiler, İran’ın amaçlarına hizmet edecek Batı kapitülasyonlarına katılmayı reddettiler. Jeffery Goldberg, Obama’nın ‘açıkça dış politika ortodoksisinin onu Suudi Arabistan’a müttefik olarak muamele etmeye mecbur etmesinden rahatsız’ olduğunu söylüyordu.

ABD ve Suudiler’in özel ilişkisinde bir kırılma mümkün gözükmüyor. Obama’nın rahatsızlığı ise değişken ruh halinden ibaret. Obama’nın yönetimindeki ABD, Suudi Arabistan’a bu güne kadar milyonlarca dolarlık silah sattı. Sadece 2011’de 60 milyar dolarlık silah satışı yapıldı. Bu para Obama yönetiminin dediğine göre 44 eyalette 50 bin iş imkanı yaratmaya yetiyor. ABD’nin, Batı bankalarına ve askeri-endüstriyel komplekse akıtılan milyarlarca petro-dolardan oluşan ekonomik çıkarları Amerikan liberalizminin ufkunu daraltıyor.

Medea Benjamin’in yeni kitabı ‘Kingdom of the Unjust’ (Adaletsiz krallık), Suudi Arabistan ve ABD suç ortaklığının sicilini tutuyor. İnsan hakkı ihlalleri, temel demokratik hakların reddi ve terörizme varan pisliğin ihracı gibi konuları listeliyor. ABD hükümet Benjamin’in kitabındaki her şeyin farkında. Fakat Obama’nın Ocak 2015’te CNN’de Ferid Zekeriya’ya dediği gibi, ‘Bazen onlarla insan hakları konusunda konuşma isteğimiz ile terörizmle savaş-bölgesel istikrarla ilgili acil kaygılarımız arasındaki dengeyi bulmalıyız.’ Başka bir deyişle ABD, Suudi rejimini sarsmak için hiçbir şey yapmayacak.

Aslında, Suudilerin, rejimin ‘düşmanlarından’ korunmasına dair gereklilik, ABD politikasının bir parçası. 1980’deki Carter Doktrini, İran körfez ülkelerini - sadece Suudi Arabistan değil, aynı zamanda Arabistan’ın doğu kıyısında sıralanan Körfez Arap emirliklerini- savunmak için, ABD askeri kuvvetlerini kullanma sözü vermişti.

Bu otokrasiler, ABD ordusu şemsiyesinin altında yer alacaktı. Ekim 1981’de Reagan, Carter’ın verdiği sözün kapsamını genişletti: ABD Suudileri sadece dış tehditlerden değil içerideki baskılardan da koruyacaktı. Diğer bir deyişle, ABD hükümeti, bu otokrasiye kendi ordusunu siper etmekle kalmayacak aynı zamanda demokrasi yönelimli iç baskılardan da Suudileri koruyacaktı. Benjamin söylediği üzere; ABD, 1976’dan 2000’e kadar Körfez monarşilerini korumak için 8 trilyon dolar harcadı. Obama’nın tereddütü kollarını dostlarının otokratik yönetimlerine uzatan ABD liberalizminin son noktasıydı.

Suudi Arabistan’da çalışan bir sendikacı, geçen yıl, ‘Suudi rejiminin çöküşü akademik bir mesele değil’ demişti. Düşük petrol fiyatları ve içeride kötü ekonomik planlama nedeniyle ortaya çıkan ekonomik kriz, ülkeyi krize soktu. Yeni liderliğin ekonomiyi destekleme girişimleri -2030 vizyonu- neredeyse tamamen bir halkla ilişkiler kumarıydı. Ekonomik kriz sadece orta sınıfı değil aynı zamanda çok zor koşullarda çalışan göçmen işçileri de vurdu. ‘Kefalet sistemi’ olarak bilinen yarı kölelik sistemi içinde çalışan bu iççilere yönelik kötü muamele pek eleştiri almadan devam ediyor. Suudi Arabistan’a işçi gönderen ülkeler işçi dövizine bel bağlamış durumda. Suudi rejimini derin şekilde eleştirmek istemiyorlar.

Suudi sendikacı ‘Şayet rejim aniden çökerse kaos doğacak ve biz sonrasında ne olacağını bilmiyoruz. Değişimin hızı daha yavaş olmalı’ diyor. Reform alanı 2014 Suudi anti terör yasasıyla daha da daraltıldı. Suudi rejimi karşıtı herkes ya ateist olmakla ya da ‘ulusal birliği bozmak’la itham ediliyor. Herkes belirgin olmayan ifadelerle suçlanarak hapisle tehdit ediliyor. Suudi Sivil ve Siyasal Haklar Birliği’nin (HASEM) kurucuları 15 yıldır içerideler.

‘Yöneticiye karşı gelmek’ suçu, ‘yeni bir Suudi Arabistan’ın hayalini kuran herkesin tepesinde sallanıyor. Reformcular rejime meydan okumak için yeterince güçlü değil. ‘Güçsüzlüğümüz bizi endişelendiriyor,’ diyor Suudi sendikacı. ‘Değişimi aşağıdan yapma konusunda kendimize güvenmediğimiz için yukarıdan bekliyoruz’ diye devam ediyor. Pek çok yoldaşı ise sürgünde. Suudi kontrolünün dışında bir Arabistan hayalini kurmak için alanı genişletmeye çalışıyorlar.

Medea Benjamin da Suudi Arabistan’ın geleceğinden umutlu. Fakat onun farklı bir politik ufku var. ABD solunun, Washington ve Suudi rejimi arasındaki özel ilişkiye karşı propaganda yapması gerektiğine inanıyor.

Çeviri: Ömür Şahin Keyif