Biden, Johnson’ın telefonuna çıkmadı. Başbakan’ın Afganistan hezimetinden ABD’yi sorumlu göstermeye hazırlandığına dair bilgiler basına sızdı. Bu durumun onun Biden ile ilişkisini daha da zedelemesi bekleniyor.

ABD yenildiği için yenilmiş sayıldık

LEVENT ÖZÇAĞATAY / Londra

Birleşik Krallık Hükümeti’nin Afganistan’dan askerlerini, vatandaşlarını ve kendisi ile işbirliği yapmış Afganları tahliye etmek zorunda kalması ile ortaya çıkan krize yaklaşımı, Brexit’in ve Covid-19’un yarattığı sorunlara yaklaşımı ile aynı oldu: Tembellik, sorumsuzluk, umursamazlık, uzmanların görüşlerine kayıtsızlık ve kendi rahatlarını ve çıkarlarını ön planda tutmak...

Boris Johnson hükümeti, ABD’nin Afganistan’daki savaş alanından apar topar çekilme kararına ve Taliban’ın önlenemez yükselişine hazırlıksız yakalandı. Tahliyenin başlaması ivedilik kazanırken Başbakan Johnson, onun başbakanlık müsteşarı ve Dışişleri Bakanı Raab tatildeydiler. Johnson tatilini yarım kesip, ofisine dönerken Raab, Girit Adası’ndaki tatiline devam etmeyi tercih etti. Basına yansıdığına göre, Johnson döner dönmez, ABD Başkanı Biden ile bir telefon görüşmesi talep etti. Bu talep reddedildi. Raab ise önemli kararlar için kendini arayan bakanlık görevlilerinin telefonlarına cevap vermeyi reddetti ve Kabil düşene kadar gelişmelerin ciddiyetini anlayamadı. Döndükten sonra yaptığı açıklamada ise, “tatildeyken bakanlık görevini telefon görüşmeleri kanalıyla icra ettiğini” iddia etti. Bir gazetecinin sorduğu bir soruya da cevap veremedi: “Madem görevini havuz kenarında ya da plajda telefon görüşmeleri ile sürdürme imkânın var, neden geri geldin?” Daha önceki Başbakan Theresa May’in parlamentoda Johnson’a sorduğu soru, daha da ilginç: “Brexit’ten sonra vaat ettiğin küresel Britanya, Kabil sokaklarında neredeydi?”

YOLSUZLUK VE DÜZENSİZLİK

May, kendi başbakanlığı döneminde Afgan ordusunun eğitimsiz ve güvenilmez olduğunun farkına varmıştı. Her ne kadar televizyon haberlerinde modern ve disiplinli bir ordu izlenimi verse de Afgan ordusu içinde yolsuzluk ve düzensizlik uç boyutlardaydı. Uzmanlar ve akademisyenler, Afganistan’ın feodal toplum yapısına, İslam dininin ve dini liderlerin Afgan halkı üzerindeki etkisine işaret ederek, ülkenin tepeden ve kısa bir zaman süreci içinde modernize edilmesinin ve batılı bir parlamenter sistemin tesisinin mümkün olmayacağını ileri sürüyorlardı. Üçüncü dünyayı araştırmak ve anlamak, oralarda görevlendirilecek diplomat, memur (ve casus) yetiştirmek amacıyla 1917’de kurulmuş olan Londra Üniversitesi’ne bağlı Doğu ve Afrika Araştırma Okulu’nun Afganistan Bölümü, sesini duyuramamaktan şikâyetçiydi.

Almanya kaynaklı Afganistan Analysis Network’tan (AAN) gelen detaylı uzman raporları Londra ve Avrupa başkentlerine ulaşıyor ve Afganistan’ın geleceği için olumsuz bir tablo çiziyor ama hükümetlerin vereceği kararlarda etkili olamıyordu. Araştırmacıların ve gazetecilerin yansıra Washington’ın Afganistan’da harcanan paraların bağımsız ve objektif olarak denetlenmesi için kurduğu SIGAR (Office of the Special Inspector General for Afganistan Reconstruction) olarak bilinen bir hükümet dairesinin verdiği raporlarda da savunma amaçlı binalar, kışlalar, hava alanlarının inşası, zırhlı araç ve helikopter alımı ve Afgan ordusunun eğitimi için ayrılan kaynakların denetiminin yapılamadığı ve bu kaynakların Afgan ordusunun savaşma gücüne ne katkısı olduğunun ölçülemediği belirtiliyordu.

Washington Post gazetesine göre, kâğıt üzerinde asker, polis ve diğer güvenlik görevlilerinin sayısı 352 bin gözüküyordu ama bu kadroların dörtte biri, NATO ve ABD’den daha fazla parasal yardım almak için yaratılmıştı. Gerçekte var olan askerlerin de hasat mevsimi geldiğinde birliklerini terk edip, köylerine döndükleri halde maaşlarını hâlâ almaya devam ettikleri biliniyordu. Araştırmacıların ve istihbarat servislerinin bildiği ama Londra ve Washington’ın görmezden geldiği bir başka gerçek ise Afgan askerlerin değişik aşiretlere bağlı olduğu ve gün geldiğinde komutanlarından değil, aşiret liderlerinden emir alacakları ve genelde Taliban’ın İslamcı ideolojisine saygılı olduklarıydı. Bunun yansıra Taliban ve radikal İslamcı gruplar “gece mektupları” adı verilen bir yöntemle Afgan hükümetinde ve ordusunda çalışanların ve onların ailelerinin yaşadıkları evlere geceleri tehditler içeren bildiriler bırakıyorlardı ve ne kadar ciddi olduklarını göstermek için vur-kaç saldırıları düzenliyorlardı.

460 ÖLÜ 6 BİN YARALI

Birleşik Krallık Hava Kuvvetleri, Londra’dan gelen karışık mesajlara ve ilgisizliğe rağmen askerler, diplomatlar, işadamları, gazeteciler ve işbirlikçi Afganlardan oluşan 15 bin kişiyi iki hafta içinde tahliye etmeyi başardı. Cumartesi günü Hamid Karzai Havaalanı’ndan kalkan son uçaktan sonra 20 yıl süren bu işgalin sonuçları tartışılmaya başlandı. Washington’un peşine takılarak girişilen bu savaşın sonucu Londra için 460 ölü ve 6 binin üzerinde yaralı idi. Travma ile yaşayan askerlerin tedavisi ve rehabilitasyonu yıllarca sürecekti. Parasal zararın doğru olarak hesaplanması imkânsız gözükse de 25 milyar sterlini geçtiği tahmin ediliyor. Londra’nın uluslararası itibarının da hasar gördüğü tartışılmaz bir gerçek.

Tahliyenin bitmesi ile kendini gösteren yeni bir kriz Afgan mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması, dağıtımı, ikamesi ve topluma entegrasyonu... Bu arada daha önceden kaçak yollardan ülkeye giriş yapmış ama iltica talepleri reddedilmiş Afganlılara otomatik olarak oturum verilmesi gündeme geldi bile. Öte yandan kendi imkânları ile Afganistan’ı terk eden, şu anda İran ve Türkiye’de bulunan ama asıl hedefleri Avrupa olan binlerce göçmenin bir kısmının Birleşik Krallık tarafından kabul edilmesi kaçınılmaz olacak.

JOHNSON’IN BAŞI AĞRIYACAK

Boris Johnson’ın başını ağrıtacak yeni bir gelişme de hem Afganistan yenilgisinden hem de plansız tahliyeden ABD’yi sorumlu tuttuğunun basına sızması. Kısacası ‘müttefikimiz yenildiği için biz de yenilmiş sayıldık’ demek istiyor. Bu zaten araları limoni olan Joe Biden ile ilişkisini daha da zedeleyecek. Yanına Bakan Raab’ı ve gazetecileri alarak ziyaret ettiği tahliyenin sonuçları ve göçmenlerin sorunları ile ilgilenmek amacıyla kurulmuş Afganistan Kriz Merkezi’nde sorduğu ahmakça sorularla da alay konusu oldu. Takip eden günlerde ofisinde olmadığı anlaşıldıktan sonra Başbakanlık Basın Sözcüsü, Johnson’ın Londra’da olmadığını ve tatiline bıraktığı yerden devam etmek için Batı İngiltere’deki bir tatil beldesine seyahat ettiğini açıklamak zorunda kaldı.

ELÇİLİKTEKİ PORTRE

Tahliye fiyaskosunun incelenmesi için çarşamba günü Parlamento Dışişleri Komisyonu’nun önüne çıkan Raab ise temmuz ayı içinde ve ağustosun başında Bakanlar Kurulu’nda yapılan değerlendirmelerde, Kabil’in önümüzdeki yıla kadar düşmeyeceğine kanaat getirildiğini ve Taliban’ın gücünün azımsanıp Afgan ordusunun gücünün abartıldığını kabul etti. Tahliyeden sonra geride bırakılan vatandaşların ve tahliyeye hak kazanmış Afganların sayısını bilmediğini, onlardan ve onlarla ilgili olarak bakanlığa gönderilmiş yaklaşık 5 bin e-mailin henüz okunmadığını ve alelacele boşaltılan Kabil Büyükelçiliği’nde bir takım gizli dosyaların tahrip edilmeden bırakıldığını itiraf etti.

Taliban’a göre, büyükelçilikte geride bırakılanlardan birisi de Kraliçe’nin portresi...