Google Play Store
App Store

Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi'nin ABD Başkanı Adayı Claudia De la Cruz, BirGün’ün sorularını yanıtladı: “Gerçek bir değişimin sadece işçi sınıfının birleştiği bir hareket tarafından yaratılabileceğine inanıyoruz. ABD, daha güçlü ve birleşik bir anti-kapitalist ve anti-emperyalist hareket inşa etme potansiyeline sahip.”

ABD’nin ikili müesses nizamına alternatif: Oval Ofis’e sosyalist aday
"Mücadeleye dahil oldukça kapitalizmin ürettiği hastalıklara çözümün sosyalizm olduğu gerçeğini daha da biçimlendirdim." (Fotoğraf: PSL)

Semiha DURAK

5 Kasım 2024, yalnızca ABD’yi değil, bütün dünyayı ilgilendiren önemli bir tarih olacak. İkisi de birbirinden beter, iki başkan adayı, Trump ve Biden arasında seçim yapmak zorunda gibi görünen seçmenler, bakış açılarını bir parça değiştirip biraz uzağa bakmayı başardıklarında, seçeneklerinin onlardan ibaret olmadığını görüyorlar. Üçüncü parti adayları, ana akım medya platformlarında Demokratlar ve Cumhuriyetçiler kadar yer bulamasa da mevcut sistemden umudunu kesmiş insanlar tarafından ilgi görmeyi başarıyor.

Claudia De la Cruz da bu adaylardan biri. Kendisini Marksist-Leninist bir parti olarak tanımlayan Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi'nin (PSL) adayı olarak, ABD Başkanlık Seçimi'ne katılıyor.

Claudia’nın da, partisinin de mesajı açık ve net: Kapitalizm bizi öldürmeden bizim onu öldürmemiz gerekiyor!

Claudia de la Cruz'un başkan olarak yapacağı ilk işlerden biri, Amazon ve Tesla da dahil olmak üzere, ABD'deki en büyük 100 şirketin kontrolünü ele geçirmek olacak.

Ve bu daha başlangıç! De la Cruz’un, FBI ve CIA'i dağıtmak ve Senato'yu ortadan kaldırmak gibi radikal planları var.

BirGün gazetesi olarak, Claudia De la Cruz ile özel bir söyleşi yaptık. Sözü ona bırakıyoruz.

Politik bilinçlenme yolculuğunuz oldukça etkileyici. Bize bu yolculuktan, nasıl sosyalist olduğunuzdan bahseder misiniz?

Dominik Cumhuriyeti'nden ABD’ye göç etmiş bir işçi ailesinin kızıyım. Babam bir inşaat işçisiydi ve birden fazla işte çalışıyordu. Annem 30 yılı aşkın bir süredir New York City Eğitim Bölümü'nde eğitimciydi.  ABD'nin en yoksul mahallelerinden biri olan Güney Bronx'ta doğdum. ABD'de yaşayan göçmen işçilerin yaşamları, baskı ve sömürüye karşı mücadelelerle doludur. Annemle babam ve bizim gibi insanlar, her gün bize karşı aktif olarak çalışan bir sistemin içinde hayatta kalabilmek için mücadele etmek zorunda bırakılıyor.

Kendime hep sorduğum sorular vardı: Bu kadar çok çalışan insanlar, iki yakalarını bir araya getirebilmek için neden kıyasıya mücadele etmek zorunda kalıyor?  Parçası olduğum bu toplumun insanları başlarını sokacak bir çatıya sahip olabilmek, ışıklarını açık tutabilmek veya ısınabilmek için neden kapitalist devlete yalvarmak zorunda kalıyor? Neden bu kadar çok evsiz insan ve bu kadar çok boş bina var?

Kapitalizmin bu keskin çelişkileri beni sosyalist yaptı. "İnsanların bireysel yoksunlukları nedeniyle yoksul oldukları" gibi basit bir yanıtı kabul edemezdim. Yoksulluk halk kitlelerine dayatılan bir koşulken böyle bir cevap nasıl kabul edilebilir? Daha eleştirel bir gözle bakmaya başladım ve her şeyi, özellikle de bu sorunlu toplumda "normal" olarak kabul edilen her şeyi sorguladım - cinsiyet normları, ırkçılık, yabancı düşmanlığı hepsi benim gördüğüm ve deneyimlediğim şeylerdi. İnsanlığın tüm haklara sahip olanlar ve bu haklar için mücadele etmek zorunda kalanlar olarak bölünmesi; ve küçük bir grup her şeye sahipken, diğerlerinin hiçbir şeyinin olmaması nasıl mümkün olabilirdi?

Annem, bir eğitimci olarak bilgiye ulaşmama, bilgi sahibi olmama önem veren biriydi ve bu soruların yanıtını bulma arayışımda bana yardımcı oldu. On üç yaşında beni Latin Amerika Kurtuluş Teolojisi ilkelerine dayanan bir kiliseye götürdü. Bu kilisenin topluluğu eğitimcilerden, sosyalist partilerin ve sivil toplum hareketlerinin militanlarından oluşuyordu. Nesiller arası, çokuluslu ve çeşitlilik içeren bu topluluk, kurtuluş mücadelelerini ilerletme ve sosyalizmin inşası kararlılığında bir araya gelmişti.  Marx, Lenin, Kollontay'ın yanı sıra Fidel Castro, Che Guevara, Malcolm X, Assata Shakur, Harry Haywood ve daha pek çok kişinin konuşmalarını içeren ilk kitaplarımı kiliseden aldım. Buradaki topluluk, bana sosyalizmin sadece akademik bir çalışma olmadığını, aynı zamanda dünyayı gördüğümüz, anladığımız ve onunla ilişki kurduğumuz bir mercek; işçi sınıfı olarak acilen ihtiyaç duyduğumuz şeylerin kolektif günlük inşası olduğunu ögretti. Mücadelemiz halkın maddi koşullarıyla, halkın zihnini ve kalbini kolektif çıkarlarımıza, yani sosyalist bir topluma doğru dönüştürebilme becerimizle ve kapitalizmi kökünden sökecek gücü arama konusundaki disiplinimiz ve yetkinliğimiz ile başlar.

17 yaşımdayken Küba'ya ilk seyahatim ve sonrasında yaptığım ziyaretler, sosyalist değer ve fikirlere dair anlayışımın sağlamlaşmasına yardım etti. Beni dünyanın farklı köşelerinden sosyalist gençlikle diyaloğa sokan bu ilk deneyimin gelişimimde çok önemli bir yeri oldu. Başta Küba olmak üzere Venezuela ve New York'ta birlikte mücadele içinde olduğum yoldaşlarla olan yakınlık beni komünist düşüncenin -Marksist Leninist düşüncenin- disiplinli bir öğrencisi olmaya teşvik etti. Örgütlü mücadeleye daha çok dahil oldukça, eğitimci olarak daha aktif oldukça, kapitalizmin ürettiği hastalıklara tek çözümün sosyalizm olduğu gerçeğini, bu anlayışı daha da biçimlendirdim ve derinleştirdim. Bu, yani canavarın karnında sosyalizmin inşasına katkıda bulunmak, son 30 yıldır benim hayatım ve öyle olmaya da devam edecek.

Margaret Thatcher tarafından kullanılan “Başka bir alternatif yok" ifadesi kapitalizmin tek yaşanabilir sistem olduğunu savunan bir slogana dönüştü ve bugün de yankı bularak hâlâ hüküm sürmeye devam ediyor. Birçok kişi kapitalizmin zafer kazandığına, değişim için bize sınırlı seçenekler bıraktığına inanıyor ve devrimler çağı artık uzak bir anı olarak görülüyor. Böyle düşünen insanlara ne söylemek istersiniz? Aşırı sağın ve faşizmin dünya genelinde yükselişi göz önüne alındığında, böylesine karanlık zamanlarda sosyalist olarak kendini tanımlayan bir başkan adayı olmak neden önemli?

Aşırı sağcılığı yenebilmek için tek çözümün ve kalıcı güvencenin kapitalizmi yenmekten geçtiğini söyleyebilirim. İşçi sınıfı için tek gerçek alternatif, dünya çapında yoksulluğu üreten ve dayatan sistem olan kapitalizmin kökünden kazınmasıdır. Aslına bakarsanız, kapitalistlerin sosyalizmi anladıklarını ve kendi aralarında keyfini sürdüklerini düşünüyorum. İşçilerin kolektif olarak ürettiği tüm zenginliğin özel mülkiyeti ve kontrolü onların elinde.  "Değerli" yaşamlarını sürdürmek için gerekli her şeye; konut, sağlık, eğitim hakkı ve lüks yaşam tarzına sahipler.  Oysa çoğunluğu oluşturan insanlar -dünya çapında milyarlarca insan- sömürü koşulları altında çalışıp kıtlık içinde yaşamaya zorlanırken hayatlarını ve bedenlerini riske atıyorlar. İnsanların maruz kaldığı bu koşulları, yani eşitsizlik ve güç dengesizliğini çözecek sosyalist bir çözüm var: Zenginliğin yeniden dağıtılması ve toplumun çoğunluğa hizmet edecek şekilde yeniden düzenlenmesi.  İşçi sınıfı için sosyalizmin anlamı budur.

Servetin kamulaştırılıp toplumsal varlığa dönüştürülmesi, kapitalistlerin izin veremeyeceği bir tehdit ve tehlikedir. ABD emperyalizminin dünyanın herhangi bir yerinde doğan her türlü ulusal kurtuluş mücadelesine ve sosyalist deneylere saldırmasının sebebi de budur. Sosyalist deneyim girişiminde bulunan devletler yaptırıma tabi tutulur, izole edilir, istila edilir ve şeytanmış gibi gösterilir. Neden? Çünkü bu devletlerin gelişmesine ve sosyalist deneylerin kapitalizmle rekabet edebilecek düzeye gelmesine izin verilemez. Bu, ağlayarak kaybeden bir zorbanın hikayesidir - eşit şartlarda bir karşılaşma yapılmasına asla izin vermez.

Aşırı sağın yeniden yükselmesine, neoliberal hükümetlerin toplumun sorunlarına gerçekçi çözümler üretme konusundaki acizliği ve isteksizliği neden oldu. ABD'de hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, tarihleri boyunca işçi sınıfını hayal kırıklığına uğrattılar ve Wall Street şirketlerine hizmet ettiler. Her ikisi de işçi sınıfının içinde bulunduğu koşulları politik tiyatro için, oy ve fon toplamak için kullanıyor. Bu iki parti, bu ülkenin emekçilerinin içinde yaşadığı koşulları dönüştürme konusunda herhangi bir politik iradeye veya plana sahip değil. Trump, kapitalizmin ürettiği ve hizmetinde olan bir karakterdir; ve demokratların süregelen başarısızlığı nedeniyle de bu ülkedeki bazı insanlar için seçenek haline gelmiştir.

Bu ülkenin işçi sınıfı olarak inanıyoruz ki, aşırı sağcı Cumhuriyetçiler ve neoliberal Demokratlarla mücadele etmek, işçi sınıfının çıkarlarını gözeterek emekçilerin içinde bulunduğu maddi koşulları iyileştirmek için tek bir seçenek var: Emekçilerin kurduğu bağımsız bir politik hareket. Kendimizin kurduğu bir partiye ihtiyacımız var: sosyalist bir işçi sınıfı partisi. Biz de bu yüzden bu seçim kampanyası mücadelesi içindeyiz. Bu hareketi ve partiyi inşa etmeye katkıda bulunmak için çalışıyoruz. Bunu yaparken de,  aynı zamanda, bu iki partili düzenin ve sadece milyarderler sınıfına hizmet eden bir demokrasinin ikiyüzlülüğünü ifşa ediyoruz.

Sosyalist adaylar ana akım medya platformlarında çok fazla yer bulamasa da,  mevcut sistemden bıkan insanlar tarafından ilgi görmeyi başarıyor. Politik aktivizm ve sendika hareketleri Starbucks, Amazon şirketlerindeki ve United Auto Workers işçilerinin grevleri gibi öne çıkan örneklerle dikkate değer bir artış yaşıyor. Bu hareketlerin ve protestoların seçim sonuçlarını şekillendirme potansiyeline sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

Gerçek bir değişimin sadece işçi sınıfının birleştiği bir hareket tarafından yaratılabileceğine inanıyoruz. İşçi hareketinin yükselişi, insanların en temel insan hakları etrafında (yani konut, sağlık hizmetleri, öğrenci borcu vb.) ve emperyalist savaşlara karşı (yani Filistin, Ukrayna) örgütlenmesi, ABD'de daha güçlü ve birleşik bir antikapitalist ve antiemperyalist hareket inşa etme potansiyeline sahip. Biden'ın sömürgeci İsrail devletini desteklemesi ve Filistinlilere yönelik soykırımı finanse etmesi, Demokrat Parti’nin aldığı destekte önemli bir düşüş yarattı. Bu düşüş, özellikle öğrenci borçlarına ve ülke çapındaki polis teşkilatlarının devamlı olarak finanse edilmesine karşı verdikleri mücadelenin Demokratlar tarafından ihanete uğratıldığını gören genç seçmenlerden oluşan bir nüfus içinde yaşanıyor. Bu gençler, üreme hakları (kürtaj, trans hakları vb.) ve diğer bütün sivil haklarının ellerinden alındığını, işyerlerinde sendikalaşma haklarının tehdit edildiğini veya yok sayıldığını yaşayarak gördüler. Mevcut sistem altında bir gelecek görmüyorlar.

İçinde bulunduğumuz bu an, seçimlerin sonucunu şekillendirir mi? Bu anın, sonucu zaten şekillendirdiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, bu ülkedeki seçim sisteminin hileli bir oyunun da ötesinde olduğu bir gerçek. İki partili sisteme karşı inancını yitiren ve üçüncü parti adaylarına yüzünü dönen büyük bir kitle var. Egemen sınıfın toplumun her alanı üzerindeki tekelinin seçim sistemini de içerdiğini vurgulamak önemli. Üçüncü parti adaylarına, iki büyük parti karşısında rekabet edebilmek için alan veya araç verilmiyor. Bazı kesimlerin,  özellikle  yoksul  toplulukların seçimlerde oy vermesinin engellenmesi,  ABD için bir gerçeklik olmaya devam ediyor.

İçinde bulunduğumuz an, önümüzdeki seçimin de ötesinde bir hareketin inşasını etkileyecek potansiyele sahip, tarihi bir andır. Son dönemde egemen sınıfın saldırılarına rağmen farklı işkolları arasında, tarihi önemde örgütlenmeler ve dayanışma örnekleri gözlemledik. Bu, insanların bilincinin derinleştiğinin ve mücadeleci yeni bir kuşağın politikleştiğinin büyük bir göstergesidir. Mücadele bir okuldur ve pek çok insan, aktif bir biçimde bu okulun eğitiminden geçiyor. Antikapitalist ve antiemperyalist bir hareket kurmak için hem potansiyel hem de maddi temeller mevcut. Geçmişte olduğu gibi, siyasi boşluklara yer bırakamayız ve sokaktaki devrimci enerjinin, egemen sınıfın çıkarlarını besleyecek sapmalara uğramasına izin veremeyiz. Bu durumla başa çıkmak ve toplumdaki hoşnutsuzluğu, yeni bir toplum arzusunu gerçek anlamda örgütlü bir güç haline dönüştürmeye yardımcı olmak da, biz sosyalistler ve örgütlü mücadele içinde olanlara düşüyor.

Sosyal medyanın, özellikle TikTok gibi platformların yeni nesil seçmenlerin görüşlerini etkileme ve yönlendirmedeki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz? İnsanlarla birebir iletişim kurmada broşür dağıtmanın, kapı kapı dolaşarak yapılan seçim kampanyalarının, sendika toplantılarının ve sokak protestolarının sosyal medya kampanyalarına kıyasla daha etkili olduğuna inanıyor musunuz?

Tüm alanları ele geçirmeli ve halkın, işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda harekete geçmesini sağlamak için var olan tüm araçları kullanmalıyız. Hem geleneksel, hem de yeni bütün iletişim yöntemlerini kullanmalı, örgütlenmeli ve mesajımızı ulaştırmalıyız.

Sosyal medya hızla ilerledi ve aynı hızla gelişmeye devam ediyor. Bizim sınıfımıza düşman bir grubun sahip olduğu bir platform olabilir; ama saniyeler içinde, dünyanın her yerindeki insanlarla bağlantı kurma gücüne sahip. Bunu önlemek mümkün değil. Sosyal medyayı kendi avantajımıza çevirerek politik amaçlarla kullanmayı öğrenmeliyiz.

TikTok gibi platformlar, bizim kampanyamız için, Z kuşağı  (16-25 yaş arası gençler) ile iletişim kurmada kilit oldu. Kendi videolarını yaparak kampanyamız için bir TikTok hesabı oluşturmamızı talep edenler,  bu gençlerdi. Z kuşağı destekçilerimize doğrudan hitap etmemiz gerektiğini savundular ve biz de onları dinledik. TikTok'ta canlı yayın yaparak 20-30 dakika içinde bu kadar çok insana ulaşılabileceğini görmek inanılmaz.

Sosyal medya, insanların görüşlerini şekillendirme konusunda kesinlikle önemli bir role sahip. Bu yüzden insanların ulaşabileceği içerik türünü sınırlayan farklı mekanizmaların da olduğuna inanıyorum. İçerik kişiye özel hale getirildikçe, kişi kendi balonunun dışına o kadar az çıkıyor. Ama yine de, hesapların yasaklanmasına, sansüre, algoritmaya rağmen insanlar sürekli olarak bilgi alıyor ve ulaşmaya çalışıyor. Sosyal medyanın iki ucu keskin bir kılıç olduğu bir gerçek. Ancak yine de, biz de içeriklerimizle orada var olmalı ve sosyalist politikalarımızı paylaşmaya, konuşmaya ve tartışmaya hazır olmalıyız.

Ama bu, sokakları ve toplumu terk ettiğimiz anlamına gelmiyor. Tam tersine, sokakları ve toplumu her zamankinden daha da fazla konuşmalıyız. Kampanyamız, sosyal medya platformlarında ve dışında,  gençleri bireycilik ve izolasyon ile savaşmak için daha aktif olmaya çağırıyor. Sosyalizm ve Kurtuluş Partisi (PSL),  ABD'deki tüm işkollarında ve mücadele cephelerinde çalışan, gerçek insanlardan oluşan bir işçi sınıfı partisidir. Kampanyamızın gönüllü çalışanlarını, işçi sınıfı toplulukları ve her gün mücadele eden üyelerimizle iletişime geçirmeyi sağlıyoruz.

Lenin'den bir alıntıyla sormak istiyorum; "Hiçbir şeyin gerçekleşmediği on yıllar ve onyılların gerçekleştiği haftalar vardır." Sizce "Occupy (İşgal Et)" protestoları gibi küresel hareketler ve şimdi, 7 Ekim'den sonra yükselen Filistin yanlısı aktivizm için de bu durum geçerli mi? Occupy hareketinin ABD'deki mevcut taban hareketi üzerinde hâlâ bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Occupy Hareketi, ABD'deki antikapitalist hareketi yeniden canlandırdı ve bir kuşak genç insanı siyasetle tanıştırdı. Occupy, işçi sınıfının göreceği büyük maddi zarara rağmen, büyük bankaları kurtarma operasyonlarıyla sonuçlanan 2008 mali çöküşünü kışkırtan kapitalist açgözlülüğün bir eleştirisiydi ve büyük bir polis baskısı ve gücüyle karşılaştı. ABD genelinde birçok kişi bu dönemde radikalize oldu. Bu haliyle, Filistin kurtuluşu etrafında birleşen bu örgütlülük anı Occupy'a benzeyebilir: Bu örgütlenme çalışması insanları harekete geçiriyor ve bir kuşağı politikleştiriyor. Farklı olan şey, şu anki anın dersler taşıyor olması ve Occupy Hareketi'nde yaşayarak görülen polis zorbalığına karşı verilen mücadele ile COVID salgını sırasında güçlenen mücadelelerin birikimi olmasıdır. Bu açıdan, içinde bulunduğumuz an Occupy Hareketi'nden farklı. İnsanlar daha bilinçli ve sorunun sistematik karakteri üzerinde daha keskin bir netlik var: Kapitalizm. Ayrıca, 15 yıl önce var olmayan biçimlerde,  bugün sosyalizmi, kapitalist sisteme alternatif olarak açık bir şekilde konuşma şansı var.

Filistin direnişini gerçek anlamda destekleyen tek ABD başkan adayısınız. Savaş karşıtı aktivizmin ve ABD'deki Filistin yanlısı aktivizmin yükselişinin, seçim sonuçlarına ve alacağınız oy oranına etkisi olacağını düşünüyor musunuz?

İsrail'in ABD hükümetinin desteği ve finansmanıyla yürüttüğü soykırım, ABD emperyalizminin ve Siyonizmin korkunç yüzünü iyice ortaya çıkardı. ABD'deki birçok kişi, en azından ateşkes olmadığı sürece "Soykırım Joe'ya" (Biden) oy vermeyeceğini söylüyor. Ateşkes olsa bile Cumhuriyetçilere de Demokratlara da oy vermeyeceğini söyleyen de çok fazla. Önemli eyaletlerden biri olan Michigan'da, Biden'dan vazgeçme veya onu protesto etme yolu olarak ön seçimlerde "kararsız" oy kullanılması için aktif bir kampanya var.

Genel olarak konuşmak gerekirse, üçüncü parti adayları için kesinlikle bir alan var ve bizim kampanyamız Filistin'i destekleme konusunda en güçlü konuma ve uzun bir geçmişe sahip. Filistin'in özgürlük ve kendi kaderini tayin etme mücadelesi, bu seçim döneminde önemli bir rol oynayacak. Savaşın durumu göz önüne alındığında, bu konu Filistin işgalden kurtulana kadar da önemli olmaya devam edecek.

NATO'yu eleştiriyorsunuz ve Ukrayna'daki savaşa bakış açınız, bu savaşın NATO üyesi ülkeler tarafından organize edilen vekillik savaşı olduğu yönünde. Parti gündeminiz, askeri bütçeyi %90 oranında azaltmayı ve diğer ülkelerle barışçıl ilişkileri önceliklendirmeyi içeren bir teklifi içeriyor. NATO gibi askeri ittifakların dağıtılması gerektiğini düşünüyor musunuz? Sosyalist bir ABD başkanı olarak, dış politika ve uluslararası ilişkilere nasıl yaklaşırdınız?

NATO, AFRICOM, Güney Komutanlığı, bunların hepsi dağıtılmalı. Dünyanın dört bir yanındaki 800'ü aşkın askeri üs kapatılmalı, askerler gerekli ve işe yarar şeyler yapmak için evlerine dönmeli. Sosyalizm altında, ABD’nin emperyalist savaş ve egemenlik araçlarına ihtiyaç yok. Bu araçlar, milyarder sınıfın dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürmek için vardır ve ABD’deki işçi sınıfına ya da dünya halklarına hizmet etmez.

ABD'nin askeri bütçesi yıllık 900 milyar dolara yakın. NATO’nun diğer 20 ülkesinin toplam askeri harcamalarından daha fazla. Diğer 29 ülkesinin toplamından da üç kat daha fazla. Askeri harcamalar, Federal İhtiyari Bütçe (örtülü ödenek) kapsamındaki konut, sağlık hizmetleri, ulaşım ve eğitim dahil olmak üzere diğer tüm kalemlerin toplamını geçiyor. Evsizlik artmış durumda ve insanlar yüksek gıda fiyatlarını karşılayamıyor. Ölüme ve yıkıma yatırım yapmak yerine, askeri bütçenin yüzde 90'ı ile hayata geçirilebilecek, yaşama ve yaşatmaya yönelik, aciliyeti olan pek çok program var.

Aralarında Boeing, Lockheed, General Dynamics ve Honeywell'in de bulunduğu ilk 100 şirketin ele geçirilmesi demek,  askeri sanayi kompleksinin çekirdeğindeki kurumsal gücü de ezmek demek.

Dış politikamız işbirliğine, dayanışmaya, diğer ulus devletlerin kendi egemenliklerine saygıya dayalı olacaktır. Küba üzerindeki ablukayı derhal kaldırıp cezalandırma ve baskı aracı olan yaptırımlara son vereceğiz. Sömürge devleti İsrail'e verilen tüm askeri ve mali desteği keseceğiz. Porto Riko ve Hawaii'yi sömürgecilik belasından kurtararak, yerli halkların önderliğinde, onların demokratik ve egemen süreçlerini takip ederek bu ülkelerin yeniden inşasını destekleyeceğiz.

Özellikle 7 Ekim'den sonra ABD'deki öğrenci hareketlerine yönelik baskıda önemli bir artış olduğu gözlemleniyor. Benzer bir durumu Türkiye’deki üniversitelerde uzun süredir yaşıyoruz, sol siyasetten olan öğrenciler ve akademisyenler benzer baskılarla karşı karşıya kaldılar. Bize PSL'nin üniversite kampüslerindeki örgütlenme yapısından ve öğrenci grupları ve örgütlerle olan etkileşiminin ölçüsünden bahseder misiniz?

Partimiz, ülke genelindeki farklı üniversite ve kolejlerden birçok öğrencinin katılımının da olduğu bir işçi sınıfı partisidir. Parti üyeleri, yaşadıkları topluluklarda, çalıştıkları yerlerde ve üniversite/okullarında da aktif üyelerdir. Üyelerin bazıları partiye katılmadan önce öğrenci örgütlerindeydiler, bazıları da partiye katıldıktan sonra üniversitelerinde/okullarında örgütlenmeye başladılar. Genel çizgimiz, yoldaşlarımızın, işçi sınıfından olan insanların mücadele ettiği yerlerde aktif biçimde yer alması gerektiği yönünde. Son zamanlarda SJP (Students for Justice in Palestine), JVP (Jewish Voice for Peace) ve Filistin'i destekleyen diğer öğrenci gruplarına yönelik saldırılar gibi baskı ve saldırı durumları gerçekleştiğinde, yoldaşlarımız kampüs içinde örgütlenebiliyor, parti olarak destek sağlayabiliyor ve bu mücadeleleri diğer topluluklarla birleştirebiliyor.

Parti programınız bir antienflasyon planı içeriyor ve Amazon’un da dahil olduğu en büyük 100 şirketin kontrolünü ele geçirmekten söz ediyorsunuz. Şu anki mevcut politik durum içinde, bu büyük şirketlerin kontrolünü ele geçirmek gerçekten mümkün mü?

Kesinlikle mümkün. Asıl soru, bunun ne zaman olacağı. Büyük şirketlerin kamulaştırılması, ancak gerekli maddi güce,  yani örgütlü kitleler ve politik bir işçi sınıfına sahip olduğumuzda mümkün olabilir. Mevcut politik düzlemde, kapitalizmin kontrolü altında olan bir işçi sınıfı, sınıf diktatörlüğüne tabidir. Seçim kampanyamız sosyalist bir çözüm öneriyor - milyarder sınıfın diktatörlüğüne son vereceğiz, ve bu diktatörlüğe de yalnızca halk kitleleri son verebilir. Örgütlenmemiz gerekiyor! Bizim mücadele yöntemimiz, organize olmuş milyarder sınıfın gücü karşısında, işçi sınıfının örgütlü gücüyle savaşabilecek bağımsız bir hareket inşa etmek. Gücümüz var, toplumu her gün yeniden inşa eden biziz. Örgütlenmeli ve toplumu yönetebilme konusunda kendimize olan güveni kazanmalıyız.

Sosyalist bir aday olarak, daha adil ve kapsayıcı bir sağlık sistemini savunuyorsunuz. Önerdiğiniz sağlık reformu kapsamında, düşük gelirli bireyler ve etnik azınlıklar gibi ötekileştirilmiş topluluklar arasındaki sağlık eşitsizliklerini nasıl ele almayı planlıyorsunuz?

Parti programımız parçalar halinde ya da tekil sorunlara getirilen çözümler olarak değil, bütünsel olarak görülmeli.  Biz sorunun köküne inmek istiyoruz. ABD'de herkesin ücretsiz sağlık hizmetine sahip olması son derece mümkün. Sağlık hizmetleri, ticari bir faaliyet olarak sağlık sigortası şirketleri ve başka özel şirketler tarafından yönetiliyor. Devletin kontrolündeki Medicare ve Medicaid'e ek olarak en büyük sağlık sigortası şirketlerinin, en büyük ilaç şirketlerinin ve ilaç distribütörlerinin birçoğunun, Texas ve Florida'nın en büyük hastane şirketinin, CVS, Walgreens'in de dahil olduğu ilk 100 şirkete el konulması, ABD'de kamusal ve bütünüyle kapsayıcı bir sağlık hizmeti kurmak için gerekli olan her şeyi sağlar. Sağlık hizmetleri ve diğer sektörlerin özelleştirilmesi karşısında sosyalist çözüm, bu şirketlerin kamulaştırılmasıdır.

İklim değişikliğiyle mücadele etmek ve yenilenebilir enerji ekonomisine geçiş için hangi politikaları öneriyorsunuz? "İklim ve çevre krizi sınıf meselesidir" ifadesine katılıyor musunuz?

Kesinlikle katılıyorum. İklim ve çevre krizi bir sınıf meselesi ve antiemperyalist bir meseledir. Kapitalist sınıf bu sorunu çözmez, çözemez. Bu sorunun sınıf meselesi olduğunu söylerken, gezegeni kurtarma mücadelesinin işçi sınıfı meselesinden ayrılamayacağını kastediyoruz. Emperyalist savaşa karşı toplu konut ve toplu taşıma mücadelesi, aslında iklim değişikliği mücadelemizle bağlantılıdır. Gazze'deki soykırıma yatırım yapan ve onu destekleyen güçler, iklim değişikliği konusunda acil bir biçimde harekete geçilmesini engelleyen bazı güçlerle aynı. Bu bağlantıları kurmak önemli, yoksa iklim krizine karşı son derece bireyci yaklaşımlarla ya da kapitalistlerin sunduğu sahte çözümleri desteklemekle baş başa kalırız.

Sosyalistler olarak, iklim değişikliği ve çevre krizi konusunda mücadele etmek için önerimiz, sorunun kökenine inmek: Kapitalizm ve ABD emperyalizmi. Fosil yakıtları ortadan kaldırmak için enerji üretiminin metalaşmasını engellemek ve enerji üretimini sömürgecilikten arındırmak şart. Küresel olarak ısınan gezegene uyumlu bir yaşamı devam ettirmek ve bunun için ihtiyaç duyulan enerjiyi sağlamak için kâr motivasyonunu ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu mümkün! Teknolojik ilerlemeler bunun mümkün olduğunu gösteriyor – rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi ve hidroelektrik enerji. Değişen iklime uyum sağlamak,  gezegenin ve sakinlerinin ömrünü uzatmak, ekonomimizin ve toplumumuzun tamamen yeniden düzenlenmesini, yani sosyalizmi gerektirir.

Kendinizi "kurtuluş teolojisiyle" tanımlıyorsunuz. Aynı zamanda bir Marksist, sosyalist, ezilen halkların savunucususunuz. Kurtuluş teolojisinin Marksizmin temel prensiplerini tamamen benimsediğine inanıyor musunuz? Sizce dinin Marksizm ve sosyalizmle uyumluluğu ne ölçüdedir?

Kurtuluş teolojisi, dini topluluk liderleri ile Marksist liderler ve Latin Amerika'daki hareketler arasındaki diyalog ve mücadelelerden doğdu. Dini inanç ya da teoloji, olaylar ve etkilerinden bağımsız olarak değerlendirilemez; bağlam çok önemlidir. Kurtuluş teolojisi, pratiğe dönüşüp sistemli bir hale gelmeden önce, Marksistlerin zulme uğradığı, hapse atıldığı ve öldürüldüğü topluluklarda örgütlenmede çok önemliydi. İnanç toplulukları "Comunidades Eclesiales de Base" adı verilen bir yapıda örgütlenmişti. Bu topluluklar, yalnızca kendi acil ihtiyaçlarını karşılamak için değil aynı zamanda kapitalizmin sistemik suiistimallerini ve ABD emperyalizminin ahlakdışı yönetimine karşı örgütlenmede de önemliydi. Bu topluluklar, ABD destekli diktatörlükler, ABD tarafından finanse edilen savaşlara karşı köylülerin ve işçilerin örgütlü direnişiydi. Kurtuluş teolojisinin varlığı, Marksist düşüncedeki hümanist değer ve ilkeler ve sosyalizm ile uyuşmasından kaynaklanmaktadır.

Fakat ne yazık ki kurtuluş teolojisi de, tüm kurtuluş projelerinde olduğu gibi saldırılar ve geriletmelerle karşılaştı. Ve 1970'lerin sonlarından bu yana gücünü önemli ölçüde kaybetti. Kolombiya'da Camilo Torres Restrepo ve El Salvador'da Oscar Arnulfo Romero gibi kurtuluş teologlarının ABD'den para alan suikastçılar tarafından öldürüldüğünü hatırlayalım.

Devrimci yollarla var olması gerektiği gibi, devrimci bir pratikle kurtuluş teolojisinin yeniden ortaya çıkmasının acil bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Şu anda aşırı sağın yükselişiyle bağlantılı olarak Evanjelist muhafazakârlıkta da bir yükseliş var. Ayrıca kapitalizmi destekleyen, teşvik eden ve koruyan refah ilahiyatında da bir yükseliş mevcut.

Bu tür uygulamalar ihraç ediliyor, büyük ölçüde ABD emperyalizmi tarafından finanse ediliyor ve ABD emperyalizmine hizmet ediyor. Din bazı emekçilerin hayatında bir yere sahip;  inançlı insanların özgürleşme mücadelesine katılımını sağlayacak ve onları zalimlerin tanrısının insafına kalmamaları için güçlendirebilecek, manevi anlamda besleyecek mekanlara sahip olmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

İşçi hareketinin temel ilkelerinden biri olan "Birlikten güç doğar", her zamanki gibi bugün de hayati bir önem taşıyor. Sizce sosyalist bir parti, kimlik politikaları ve sınıf mücadelesi arasında nasıl ortak bir zemin yaratabilir? Kimlik politikası ve daha geniş ölçekli sosyalist gündem arasındaki dengeyi nasıl sağlayabilir?

İşçi sınıfı mücadelesinin örgütleyicileri ve sosyalistler olarak, içinde bulunduğumuz anı ve işçi sınıfının durumunu anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Kimlik politikaları ABD'deki toplumsal hareketlerin parçalanmasına katkıda bulundu. Kimlik politikalarının birçok kişiye çekici gelmesinin nedeni, kimlik siyasetinin tarihsel olarak ötekileştirilmiş topluluklardaki çözülmemiş sorunlarla olan bağlantısıdır. Ortak zemin, işçi sınıfına mensup bireylerle birlikte çalışma ve mücadele etme isteğimiz ve yeteneğimiz aracılığıyla bulunur. Kapitalizmin bize dayattığı maddi koşulları (barınma, eğitim, sağlık hizmeti, işsizlik vb.) öğrenme ve dönüştürme kararlılığıyla, toplumla birlikte çalışabildiğimizde, belirli kimliklerin ötesinde, bizi birbirimize bağlayan mücadeleler bulabiliriz.

Elbette, yoksulluğun, ayrımcılığın ve sömürünün hangi yollarla ırksal ve cinsiyetçi bir mesele haline dönüştürüldüğünü anlamak ve sınıf mücadelesinin sonuçta bizim ortak ve stratejik mücadelemiz olduğunu göz ardı etmeden bu hususları çalışmalarımızın merkezine koymak önemlidir. Bu bir süreç ve sokakta birlikte mücadele etmeyi gerektiriyor, kampanyalar düzenlemek, kolektif alanlar oluşturmak önemli. Kavramsal anlamda bir birlik sağlamak için mücadele etmek, birlikte çalışmak, tartışmak da son derece önemlidir. Kapitalizmin dayatmalarına ve kötülüklerine karşı mücadelede siyasal eğitim bir önceliktir. Güven olmadan ilkeli bir birlik inşa edemeyiz ve bu da ancak farklı düzeylerde ve farklı aşamalarda birlikte çalışma deneyimleri ile yaratılabilir.

Sizce egemen anlatıları sorgulamak ve eleştirel düşünmeyi teşvik etmek konusunda sanatçıların, yazarların ve akademisyenlerin rolü nedir?

Tarih, bize sanatsal ve entelektüel üretimde bulunanların toplumu şekillendirme konusunda kilit bir görevi olduğunu öğretti. İşte bu yüzden egemen sınıf, kapitalist fikirleri yücelten, teşvik eden, savunan ve üreten kültürel üreticiler yetiştiriyor. Bizim de fikirler ve duygular mücadelesine, stratejik, kasıtlı ve politik bir biçimde dâhil olmamız gerekiyor.

İşçi sınıfına mensup kültürel üreticiler yetiştirmeliyiz:  Amaç propaganda değil, eleştirel düşünceyi, insanlık ve gezegenin çıkarlarına olan değer ve prensipleri teşvik etmek, var olan düzene karşı neyin mümkün olduğuna dair radikal bir hayalgücüyle meydan okumak ve sosyalist bir gelecek inşa etmek için gerekli eylemleri yapmaya ilham vermek olmalıdır.