Abidinleşen siyasiler ve eşraf

YETGÜL KARAÇELİK

‘Abidin, Bir Siyasi Parti Hikâyesi ve Başka Bazı Şeyler’, Koray Işık’ın yayımlanan ilk romanı. Tür olarak mizah kategorisine girse de, ‘Başka Bazı Şeyler’ tarafı okuru düşündürdüğünden kara sıfatını hak edip kara mizaha dönüşüyor kitap.

Abidin, bir siyasi parti için vazgeçilmez olarak lanse edilen üyelerin işleyiş içinde gerçekte nerede durduklarına dikkat çekiyor. Üyeler fırsat eşitliğine sahip değil, ancak bir noktaya kadar öyle olduklarını sanmaları oldukça tatmin edici. Bu durum partili olmanın motivasyonu aynı zamanda. Sanıldığının aksine belirleyici bir inisiyatife sahip değildir partililer. Kimin ya da kimlerin belirleyici olduğuna da ironik bir dille dikkat çekiyor roman. Bu nedenle metaforik bir göndermeyle İstanbul’un sözü edilen ilçesi aslında kasabayı andırır -gerçekte de böyle değil midir?- herkes birbirini tanır ve seçim süreciyle birlikte kesişen hikâyeleri açığa çıkar. Ancak genel merkez, uzakta ve genellikle telefonun diğer ucundadır. Diğer taraftan söz konusu seçimler olunca bu uzaklık pek de ‘uzak’lık sayılmaz. Çünkü taşlar yerine oturmuş, ilişki ağları çoktan kurulmuş, delegesinden seçmenine kadar herkes hesabını kitabını yapmıştır. Değişim demek, elde edilen rantların yeniden dağlımı anlamına gelir ve en acilinden engellenmelidir.


Abidin, Türkiye’nin minimal siyasi bir fotoğrafıdır. Hâlihazırda izlediğimiz fotoğrafın izahı ortadayken mizahını da yapmak lazım. Seçilme, başkanlık sıfatını almak ya da bu sıfatı elinde tutmak sınıfsal statüyle de ilgilidir, zaten romandaki karakterler de böyle belirginleşiyor. Sıradan bir esnaf olan Abidin, onun dominant eşi Aysel, ilçenin siyasette sivrilmeye çalışan hırslı ticaret adamı Bahadır ve kariyer tutkunu Fikret, Ebru… Söz konusu siyasi rantla birlikte yeni yolcuklara çıkmak olunca, bu kasaba insanlarının hiçbiri hikâyenin ne kahramanı ne de anti kahramanı olabiliyor.

İstanbul’un bu hayali kasabasına dönecek olursak tekrar, buraya kasaba demek biraz haksızlık sayılabilir, çünkü aslında sanıldığı ya da beklenenin aksine sıklıkla gördüğümüz ‘siyaset erbapları’ da bir zamanlar bu kasabaların insanlarıydı. Bu nedenle romandaki karakterlerimiz, yani gelecek planlamacılarımız ilçenin hatırı sayılır esnafından. Bir ilçenin belediye başkanlığına talip olmak yolunda, elbette bir beyaz eşya dükkânı sahibi olmak, hiç de yabana atılır bir mevki değil. Abidin, bu nedenle kasaba-ilçenin müstakbel aday adaylarından biri olarak öne sürülüyor. Bahadır için de geçerli bu durum. Herkes sınıfsal statüsünün uygunluğuna göre talepte bulunur. Bir dükkânı olmadığı, semtin ileri gelenleri arasında sayılmadığı için sadece danışman olabilir Fikret, aday olamaz. Bir çeşit kast sistemidir bu. O da güçlü olanı bulup, tarafını ona göre belirleyecek, onun için çalışacaktır. Kimin elini sıktığı, bu eli nasıl sıktığı önemlidir. Bu, saygı ve sadakat göstergesidir. Diğer taraftan önemli ‘zatın’ ki bu, kitapta Genel Sekreter olur, elini uzatıp karşındaki insana dokunması lütuftan sayılır ve her kula, pardon partiliye nasip olmaz.

Bir ilçenin belediye başkanı olmak, daha sonra milletvekili olmak anlamına da gelir. Siyasi kariyer basamağının önemli bir adımıdır bu, daha sonrasını düşünmek içten bile değildir. Bu durum semtin içine sıkışıp kalan dükkânı kapatmak ya da dükkâna yeni zincirler eklemek anlamını da içerir. Ancak kavga henüz bitmemiştir, içerde, kendi evinde sürüp gider. O nedenle muhalif parti diye bir şey yer almaz kitapta, herkes kendi çöplüğünde eşelenir. Aslında siyasi parti de bir anlamda dükkânlaşır. Ve her şey olup bittikten sonra, bir sonraki seçime kadar partili ruhla bir arada yaşamaya devam ederler bir türlü kahraman olamayan bu karakterler…

‘Abidin, Bir Siyasi Parti Hikâyesi ve Başka Bazı Şeyler’, iğneyi de çuvaldızı da kendine batırmaya alışık olunmayan bu kasabada, çuvaldızın büyüğünü kendine -bize- batırarak önemli bir mesaj veriyor. Türkiye’de siyaset, aslında romandaki kadar basit. Biz, siyasetten, sorunlar ve çözümlerden başka her şeyin konuşulduğu bu basit düzlemden ‘çözüm’ bekleyen seçmenler mi olacağız, yoksa eşrafıyla, delegesiyle, sandığıyla kasabadan temelli kurtulacak mıyız? Belki de kitabın son sayfasında, sorulması gereken soru bu.