Antakya’da 11 yaşındaki bir kız öğrencinin “Kurguyla gerçek arasında iyi bir uyuşum sağlamış olmalısınız ki, sizin kitaplarınızı okurken elimden bırakamıyorum” sözü Binyazar’ı yetişkinler kadar çocukların da sevdiğini gösteriyor

‘Acı çekmeme karşın gülüşümü yitirmedim’

KADİR İNCESU

Adnan Binyazar’ın yaşamının en önemli dönemlerini anlattığı Masalını Yitiren Dev adlı romanı yayımlandığında büyük ilgi gördü. Üst üste yeni baskılar yaptı. Mavisel Yener’in, bir yazısında anımsatmasıyla Masalını Yitiren Dev’de anlattıklarını gençlerin kavrayacağı düzeyde de yazdı Binyazar. Can Çocuk tarafından peş peşe yayımlanan Günışığına Yolculuk-Kaçış 1, Günışığına Yolculuk-Varış 2, Günışığına Yolculuk-Okul Yılları 3 bu çalışmanın ürünü.

Masalını Yitiren Dev’den sonra yayımladığınız, neredeyse aynı içerikli, üç kitaptan oluşan Günışığına Yolculuk dizisini, gençlerin ilgisini çekeceği düşüncesiyle mi yazdınız?

Siz de değiniyorsunuz; Mavisel Yener gibi, yaşamını çocuk yazınına adamış bir yazar anımsatmış olmasaydı, böyle bir üçlü’yü yazmak aklımdan geçer miydi, bilmiyorum. Konusal yönden Masalını Yitiren Dev’le somut bağlantıları olan “Günışığına Yolculuk” üçlüsünde, gençlerin gerçeklerini göz önünde bulundurarak, anlatıda kurguya ağırlık verdim.

Dil, kurgusal yaratının sınır tanımayan araçlarından biridir. Masalını Yitiren Dev, yaşamımın önemli bir dönemini yansıttığı izlenimi uyandırsa da, onu çok okunur kılan, romandaki kurgusal irdelemelerdir. Kitabın üst üste baskılar yapması, gerçekleri yansıtmasının yanında, okuru sarmalayan kurgusuna, ona umut aşılayan insan tiplemelerine bağlanabilir.

Köy enstitülerinin önemi ortada. Yalnızca sizin yaşamınıza kattıklarına bakmak bile açık olduğu dönemde yarattığı değişimler konusunda ipuçları veriyor.
Köy enstitüleri, üretici eğitim kurumlarıydı. İnsan ancak bilgiyle donattığı düşüncesiyle, yaratıcı gücünü gösterdiği sanatla, beceri gerektiren teknik yeteneğiyle “insan” kimliği kazanır. İnsan, onun dışında, ona bağışlanan zaman sahnesinde bir görünüp kayboluveren bir yaratık türüdür.

Köy enstitülerinin en gösterişli yerleri klasiklerin yer aldığı kitaplığı, müzik odası, resim-iş atölyeleriydi. Buralar, insanı yetenekleri doğrultusunda üretimsel kılıyordu.
İnsanı elbette bir yaratan var, ama insanın, kendini yaratıcı gücüyle var edince insanlaşacağına inanıyorum ben. Bunun tek aracı da kitaptır, doğanın gerçek boyutuyla kavranmasını sağlayan renklerdir (resim, yontu), seslerdir (müzik). Ama şunu söylemeden de geçemeyeceğim: İçinde sevginin tohumunu yeşertemeyen bir kimse, insanın yaratıcı varlığını da, doğadan yansıyan gerçekleri, güzellikleri de kavrayamaz.

Kitabınızda kardeşiniz Cengiz de var. Gerçek adıyla... Romanınızın başkişisi ise Merdan... Niye Adnan değil de Merdan?

Babam adımı Merdan koymuş. O zamanın nüfus memuru, eski yazı Merdan’ı “Ednan” okumuş, öyle de kaydetmiş nüfus kütüğüne. Okula gidinceye değin de “Merdan”dım. Ednan olduğumu okul döneminde öğrendim. Adım öyle yaygınlaşınca, öğretmen olunca, daha yaygın bir ad olan “Adnan” diye düzeltilmesi için mahkemeye başvurdum. Asıl sorun “Binyazar” soyadımla ilgili. Yazı yazmaya başlayınca, soyadı “Güzelses, Tatlıses, Sesigüzel, Hoşses, Şenses, Gürses...” olan şarkıcılar gibi, adımı değiştirdiğim sanılıyor. Oysa babam Arap harfleriyle el yazısını hızlı yazdığından, soyadı yasası çıkınca ona Binyazar soyadını arkadaşları takmış. Yeri gelmişken, saygıyla anarak Aziz Nesin’in esprisini bir de kendi ağzımdan anlatayım. Demirtaş Ceyhun ya da Adnan Özyalçıner’den duymuştum ben. Nesin, Türkiye Yazarlar Sendikası başkanı. Bir toplantıda, üye sayısının 299’a vardığını söylemiş. Bir hafta sonraki toplantıda üye sayısının 1300’e çıktığını söyleyince, herkes şaşkınlıkla, yüzünün ironili, çizgileriyle gülerek, “Adnan Binyazar, bize katıldı!” demiş.

“Günışığına Yolculuk” dizisinin gençler tarafından beğenildiğini düşünüyorum. Çocuklar ve gençler için yeni çalışmalarınız olacak mı?

Gözleminiz doğru. “Günışığına Yolculuk” dizisinin üç kitabını da ilgiyle okuyor gençler. Antakya’da on bir yaşındaki bir kız öğrencinin şu cümlesi her şeyi anlatıyor: “Kurguyla gerçek arasında iyi bir uyuşum sağlamış olmalısınız ki, sizin kitaplarınızı okurken elimden bırakamıyorum ben.” Çocuktan o cümleyi duyunca, kitap yoksunu nice öğretmenin böyle bir cümle kurup kuramayacağını düşünmedim değil...
Çocuklara, gençlere yönelik çalışmalarıma gelince, yıllar önce yazdığım, Can Yayınları arasında çıkan On Beş Türk Masalı da her yıl yeniden basılıyor. Sanırım bu, masalları kuru kuruya değil, olayları çağımızın düşünsel gerçekleri ışığında yorumlayarak anlatmış olmamla ilgili.

Çok okunan kitaplarımdan biri de, Atatürk Anlatıyor (Can Yayınları) adını taşıyor. Kısa sürede 15. baskısı yapılan kitabın, gençlerin dünyasında bir Atatürk imgesi yaratmış olmasıyla değer bulduğu kanısındayım. Yetişkinler de ilgiyle okuyor Atatürk Anlatıyor’u.
Yazarın dağarcığında kitap tasarımları eksik olmaz. O ölçüde, sürekli onları yazıp yazmama konusunda ikircikli bir tutum içindedir. Yazma tasarlamaları evresinde hayalde canlandırılanların sınırı yoktur. Onların bir anda çöp sepetine atıldığı da olur.
Bunların arasında, yazmayı tasarladığım bir kitap var ki, iki yıldır, beni düş kırıklığına uğratacağını varsayarak, elime kalem almaktan korkuyorum. Korkuyu yendiğimi anlayınca, sıraya sözcüklerle boğuşmak girecek.

Adnan Hocam naçizane bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. Enstitülü yazarlarımızın pek çok kitabını okudum. Mizah yazısı yazanına rastlamadım. Bu konuyla ilgili olarak ne söylemek istersiniz?

Niye “naçizane bir düşünce” olsun, çok önemli bir noktaya parmak basıyorsunuz. Köyün dar koşullarında yetişen birçok çocuk gülüneceğe gülmekten kaçınır. Bu, ortada mizahın olmadığı anlamına gelmez. Köy insanı, gülenden değil, ağır durandan hoşlanır. Onca acı çekmeme karşın, gülüşümü hiçbir zaman yitirmedim ben. Çokça güldüğümde annem sevinç frenime : “Ağır ol ki batman gelesin!”

Şunu da eklemeliyim: Köy enstitülü yazarların çoğu, köy sorunlarını dile getirmekle yetinmiştir. Ancak, içinde mizah barındırmayan anlatı yoktur. Köy enstitülü iki yazar vardır ki, mizahın yanında, toplumsal ironiyi anlatılarının temeline oturtmuşlardır. Onlardan biri Mahmut Makal’sa, öbürü Fakir Baykurt’tur. Bizim Köy’ü, Yılanların Öcü’nü, bir de o açıdan okuyun, kendinizi birçok yazarın nice yazarın ulaşamadığı bir ironiyle sarmalandığınızı göreceksiniz.

GÜNIŞIĞINA YOLCULUK
OKUL YILLARI
Adnan Binyazar
Resimleyen: Mustafa Delioğlu
Can Çocuk