Türk Sağı, sadece sembollerle değil sembolik ilişkilerle de toplumsal kontrolü elinde tutmaya çalışmaktadır

Acil durumlarda camı kırınız: Politik sembolizm ve Türk sağı

> YAVUZ ÇOBANOĞLU Tunceli üniversitesi Sosyoloji Bölümü

“Bireylerin stereotipleştirilmiş sadakatleri, onların belirli
sembol ve amblemlere karşı olan duygularına ve inançlarına
bile biçim vermekte; bireyler dışlarındaki toplumsal dünyayı
bunlara göre görüp algılamakta; olaylarla ilgili kanaat ve
görüşlerine bunlar aracılığı ile varmaktadır.”
C. Wright Mills (İktidar Seçkinleri’nden)*

Gündelik hayat anlamlarla dolu bir bütünlüktür. Anlamlar ise bu bütünlüğe katkı sağlayan ve böylelikle bizzat o bütünlük içinde işlev gören aktif parçalardır. Anlamların ne gibi işlevler gördüğü konusunda pek çok şey söylenebilir, fakat politik sembolizmi bir takım politik amaçlar adına kullananlar için değerli olan, anlamın toplumda bir “birliktelik”, üzerinde uzlaşılmış görülen ya da öyle olduğu varsayılan bir “ortak nokta” veya kişilere yaşanan dünyayı anlama büründürecek duygusal ve zihinsel yol haritaları (cognitive maps) sunmuş olmasıdır. Bilindiği gibi insanlar, yaşadıkları hayatta anlaşılması zor ya da karmaşık durumlara düştüklerinde veya zorunlu tercihlerde bulunmaları gerektiğinde semboller, bu zorluk düğümünü çözmede yol gösterici olarak görev yaparlar. Aslında onlar, bir bakımdan da hayat içerisinde sunulan basite indirgenmiş açık veya gizli anlam kümeleridir ve bu nedenle tüm semboller, her zaman kendi fiziksel görüntüsünden daha fazlasını ifade ederler.

Bununla birlikte günümüzde politik alanın, çeşitlenen kitle iletişim araçlarının da etkisiyle, hiç olmadığı kadar sembollerin egemenliği altına girmiş bulunduğu da bir gerçektir. Keza bu alanda cisimleşmiş tüm politik sembollerin, farklı çağrışım güçlerine sahip olduğu da kolayca söylenebilir. Dolayısıyla çağrışım da zihinsel bir süreci ifade ettiğine göre esasen bu, sembolün zihinsel algılanışıdır ve mutlaka bazı anlamlara karşılık gelir. Dolayısıyla “sembolün çağrışımı” denilen şey de aslında, kişinin o sembolü sunulu olandan alıp zihninde inşa etmesi ve ona hangi anlamlar verip hangi söylem dağarcıklarının içerisinde kullandığıyla ilgilidir. Bu salınım, verili olandan kişisel inşaya kadar uzanan bir dizi süreci de bağrında taşır. Dahası politik semboller doğaları gereği karşıtlık ve keskin ayrımları da ifade ederler. Buna göre, örneğin etnik, mezhepsel, kültürel veya dini vb. farklılıklar kadar, sınıfsal ayrımlar da sembolik şekillerde ifade edilebilir. Bu bazen sembolik bir ürünün sınıfsal bir aidiyet edinmesiyle ortaya çıkarken, bazen de sınıfsal durum başlı başına bir ürün ile özdeşleşebilir. Herhalde buna verilebilecek güzel örneklerden birisi Cem Karaca’nın “Parka” adlı şarkısıdır. Bu şarkıda, “parka” ile “palto” başka hiçbir açıklamaya gerek kalmadan, sınıf ayrımının iki zıt kutbu olarak ortaya çıkan sembolik giysilere dönüşürler.



Diğer taraftan politik semboller, ait oldukları kültürün ve topluluk hayatının ortak paydaları olarak kişileri dış dünyadaki sosyal güçler ile yeniden birleştirme görevini de üstlenmektedirler. Bu da ait olunan topluluğa dair politik inancın, yeniden onaylatılması anlamına gelir. Üstelik semboller, toplumsal/politik hayatın karmaşık gerçekliklerini bazen berrak hale getirdiği gibi çoğu kez de deforme ederek, gerçeklikten uzaklaştırarak ya da örterek inanç, tutum ve değerler üzerine kurulu kolektif tasarımlar biçimlerinde de işlev görürler. Çünkü güç ilişkilerine dayalı bir toplumsal düzende iktidarın meşrulaştırılması, öncelikle parçalanmış gerçekliklerin ideolojiyi perdelemesiyle de ilişkilidir.

Böylelikle bir kavram, tarihi bir an, bir savaş, savaşta başarı göstermiş bir savaşçı, bir ülkenin kurucusu, bir bayrak, bir nesne, eşya veya kıyafet, bir şehir, anlatılar ya da efsaneler gibi çok farklı biçimlerde karşımıza çıkabilecek olan sembol ve sembolik anlatımlar, politik seçkinlerin öncelikle kendi gücünü arttırmak ve sonra da mevcut iktidarının devamı için yararlandıkları işlevsel enstrümanlar haline gelir. Rejimlerin totaliterliği ya da demokratikliğine, içe kapalılığına ya da dışa açıklığına göre değişik şekillerde uygulanan bu enstrümanlar, Pierre Bourdieu’nün “devletin sahip olduğu en özgün şey” dediği iktidarı, mevcut ya da potansiyel iktidar adaylarına karşı korumada kullanılır. Zira politik seçkinlerin bu amaçla kullandığı yöntemlerden biri de iktidarı çağrıştıracak her türden sembolü her daim görünür kılarak, sürekli anarak taze tutup kutsamaktır. Burada araç kısmında politik sembol yer alırken, amaç kısmında da bireylerin bunlar vasıtasıyla belli politik konulara (devletin korunması, ülkenin bütünlüğü, bölünme korkusu vb.) kanalize edilmesi yer alır. Böylece herhangi bir politik sembol, politik düşünceyi ve onun ideolojisini anlatmada pratik kolaylıklar sağladığı gibi, zihniyeti ve onun söylemlerini de peşi sıra her alana taşır.

Öte yandan bütün bunlar üzerinden düşünüldüğünde Türk Sağı’nın sembol dağarcığı dikkat çekici biçimde sivrilmektedir. Özellikle her kriz sonrası bölünme, bayrak, ezan, şehitler, başörtüsü, devlet vb. politik semboller üzerinden kendi kitlesini yeni bir motivasyon etrafında toparlamaya çalışan Türk Sağı ve onun geçmişten bugüne gelen tüm iktidar biçimleri, mevcut krizleri de bu yolla ötelemeyi başarmaktadır. Öyle ki, çoğu kereler meşruiyet bakımından sıkıntılı olabilecek politik bir durum bile milliyetçi semboller üzerinden kolaylıkla bertaraf edilebilmekte; kutsallıklarla teyellenmiş dinî semboller her türlü fecaati örtmede aktif görev alabilmektedir. Böylelikle sağ söylemlerin, varlığına bir tehlike olarak gördüğü her oluşum ya da eyleme karşı aynı politik sembolleri kullanarak “milli çıkar” veya “kamu” yararı (şimdilerde adı “istikrar” oldu) iddiasıyla, kolektif anlamla fakat sadece kendi kontrolleri altında dinamikleştirilen bir “toplumsal mutabakat” ortamı yaratmaya çalıştığını da söyleyebiliriz.

Tabi ki böylesi süreçler pek çok farklı yol üzerinden gerçekleşir. Nitekim Türk Sağı’nın aynı paydada birleşerek iktidar ya da muhalefet sözcüleri tarafından benzer derecede dillendirilen politik semboller dağarcığı, kişileri öncelikle topluluğa sınırları belirlenmiş zorunluluklar eşliğinde bağlayarak, sonra da duygusal tepkileri hazır seremonilere katı biçimde tabi kılınarak, törenselleşmenin (mitingler, basın açıklamaları, konuşmalar vb.) yarattığı bir “iç zıtlaşma”nın doğasına indirgerler. Böylelikle politik semboller, bir manipülasyon şekline dönüşerek bir yandan milliyetçi/dinî düşüncelerin kitleye empoze edilmesine yardımcı olurken öte yandan da hem kişilerin genele uyumunu kolaylaştırılır hem de kitlenin harekete geçme kapasitesi arttırılmış olur. Keza aynı nedenler yüzünden Türk Sağı’nın politik sembolizmi, kitlenin “genel olana” uyumunu sağlamaya yönelik beylik ve yaygın sembolik çabalarla güçlendirilmiştir. Bu çabalar, toplumun farklı kesimlerinde rakip olarak görülen bütün politik oluşumlara karşı sağcı sembolizmin dışlayıcı, ayrımcı, nefret ve şiddet yüklü söylemleri nezaretinde ilerler. Vatan hainliği, bölücülük, din/devlet düşmanlığı, aydın alçaklığı vb. biçimlerde ortaya çıkan, oldukça gözde suçlama araçlarıyla tahkim edilmiş bu söylemler, kendi istikballerini devlete/iktidara endeksleyen Türk Sağı’nın her kesiminden insanın bu sıkıntılı bağlılıklarının arkasındaki kişisel çıkarları gizlemeye de yarar. Sahne alan semboller, güce, kutsallığa, milliliğe, dinî/ahlâkî olana özenle vurgu yaparken, aslında amaçlanan kişisel istikbalin özdeşleştiği merkez olan devlete/iktidara karşı sadakatin sağlanmasıdır. Zira bu başarıldığı ölçüde, kişisel istikbal de daim olacaktır.

Dahası insanî arzularının tetiklemesi neticesinde ortaya çıkan ahlâkî zafiyet, tam da bu noktada, Türk Sağı’nın tekelindeki bazı politik sembollerin gerçekliği ve anlamları deforme etme gücüne şiddetle ihtiyaç duyar. Dolayısıyla burada ahlâkî sorun, kişisel beklentilerin bir toplumsal düzen/yarar kılığında karşımıza çıkmasındadır. Çünkü insanî egoların tatmini, onların kitleler nezdinde ancak “ulvî” kavramlar eşliğinde yüceltilmesiyle mümkün olacaktır. Bu sebeple Türk Sağı’nın politik sembolizminde söylemler, birden kolektif yarar vadeden “kendim için değil, vatan için istiyorum” şekillerine dönüşür. Böylece politik alandaki rakipleri güçsüz bırakmanın veya ortadan kaldırmanın adı kolayca “vatan hainliği” olabilir ya da yandaşların ucuza kapattığı bir kamu arazisi için yapılan eleştiriler aniden “dinî değerlerimize saldırıya” da dönüşebilir. İlâve olarak politik yetersizlik/beceriksizliklerin sonucu ekonominin kötü gidişatı bile hızla “dış güçlerin alçak oyunları” haline gelirken; vatanı sevmenin “bütün sorunları çözeceğine” olan metafizik inanç, şaşırtıcı biçimde kitleselleşerek güçlenebilir.

Bununla birlikte, kitlenin sınırları zayıfladıkça, motivasyon güçten düştükçe ya da silikleştikçe onun sınırlarının simgesel dışavurumları daha fazla önem kazanmaya da başlar. Öyle ki, Türk Sağı’nın vatan, bayrak, millilik, sandık, millî irade gibi sembolik kavramları, ne derece sıklıkla kullandığı düşünüldüğünde, bu bilgi yararlı olacaktır. Üstelik Türk Sağı (her iktidar biçimi gibi) kendisini sadece kutsallıklara dayalı şekilde inşa ettiği için, bu politik semboller üzerinden de sembolik itaat mekanizmaları geliştirilmiştir. Örneğin “devlet büyükleri”, devlet ile birlikte kutsanır. Devletin sembolik olarak saygı ile birlikte anılması, çoğu kez saygı sınırlarını da aşar ve “devlet büyükleri”ni de içerisine alarak, durumun itaat talebine doğru sürüklenmesiyle sonuçlanır. Çünkü sembollerin taşıdıkları toplumsal anlam, genel itibarıyla, mevcut sosyo-ekonomik sistemi ve bu sistemin içindeki iktidar sahibi kimselerin konumunu haklılaştırmak için kullanılmaktadır. Kısacası, “modern” denilen zamanlarda bile kutsalın ele geçirdiği her şey, birden başka bir kutsala dönüşmektedir.

Öte yandan Türk Sağı, sadece sembollerle değil sembolik ilişkilerle de toplumsal kontrolü elinde tutmaya çalışmaktadır. Bu alandaki görev ise bilhassa dil ve söylem vasıtasıyla yürütülür. Günlük konuşma içerisinde özellikle dinî söylemlerin şekillendirdiği sembolik ilişkiler, huzur ve düzen ihtiyacı gibi herkesin düşünmeden “evet” diyebileceği “masum” amaçlarla topluluğu disipline etmeyi hedefler. Tekrarlar, uyarılar ve yaptırımlarla birlikte bir süre sonra sembolik ilişkilerin aynılaşması, farklılıkların meşruluğunun yitirilmesi ya da ortadan kaldırılmasına yol açabilecek şekilde gelişen bir homojenleşme, ufukta tehlike olarak belirir. Sembolik ilişkilerin aslî “kontrol araçlarına” dönüştüğü bu süreçte, inisiyatif kullanamama, bireyselliğin azalması, geleneksel otoritelerin yükselişi gibi gelişmeler de aynı sürece eşlik eder. Çünkü Türk Sağı’na ait semboller, bilhassa görünür özellikteki kimlik kazandırma vasıtasıyla bireysellikleri toparlayıcı, onların yorumlanması ve sınırlandırılmasına da yardım edici bir işlevlere sahiptirler.

Bir başka açıdan Türk Sağı, toplumsal zemini bazen içe, bazen de dışa dönük olarak sürekli zıtlık ve gerginlik içinde bırakmayı, kendi kutsallarını cilalama ve otoriteye ihtiyacı devamlı olarak sıcak tutup, şarj etmeyi sıklıkla denese de Weberyan deyişle kendi “saygınlık ülküsünün ateşini” toplumda yüksek tutabilmek için politik sembollerini kutsamaya, yaygınlaştırmaya ve benimsetmeye çalışsa da bunu tam anlamıyla başardığı söylenemez. Öyle ki semboller, bazen de “ötekilere” de anlam yaratma kapasitesi kazandırır. Üstelik bu anlam her zaman, iktidarın arzuladığı yönde de olmayabilir. Sonuçta onlar, iktidar yapılarına bağlanmanın yanı sıra, o yapılara karşı koymaya, direnmeye de temel teşkil ederler. Çünkü bilindiği üzere, bir yerde iktidar varsa, direnişin de olması doğaldır.

* MILLS, C. Wright (1974): İktidar Seçkinleri ,(Çev: Ünsal Oskay), Bilgi Yayınevi, s: 438