Diorama Sanatçısı Havva Kılıçbay, siyasallaşan yargı ile toplumsal adaletsizliği yansıttığı ‘Kadın Cinayetleri ve Fikir Suçları’ eserini anlattı. Kılıçbay, 8 Mart’ta yan yana gelmenin önemine değindi.

Adaletsizliğe karşı sanat
Fotoğraflar: BirGün

Bilge Su YILDIRIM

Diorama Sanatçısı Havva Kılıçbay, “Kadın Cinayetleri ve Fikir Suçları” adlı eserini ilk kez anlattı. Terk edilmiş mekânlardan hareketle yola çıkan Kılıçbay, eserlerinde Türkiye’deki hapishane manzaralarına pencere aralıyor.

Günden güne siyasallaşan yargı kararlarını ve toplumsal adaletsizliği, kadın cinayeti davalarında çıkan yargı kararları ile siyasi tutsakların maruz bırakıldığı hak ihlallerini karşı karşıya getirerek ele alıyor.

Kılıçbay, ileriki dönemlerde ise İran ve Afganistan’daki kadınların yaşadıklarını, evrensel kadın haklarını çalışmaya ve bir sergi düzenleyerek sanatseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.

Neden diorama alanını tercih ettiniz, bu sanat dalını diğerlerinden ayıran nedir?

Diorama sanatına olan merakım, yaşça oldukça küçük olduğum zamanlarda, daha adını dahi bilmezken boyutlu çalışmaların ilgimi çekmesiyle başladı. Her sanat dalının yaşamdan beslendiğini ancak dioramada hikâyelerin, somut nesnelerle ortaya koyulduğunu söyleyebiliriz.

KAPİTALİZM VE ATAERKİ AYNI KÖKLERDEN BESLENİYOR

Son eserlerinizde yargının kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet davalarında sergilediği tutumu eleştirirken bu tutumu fikir suçlarına karşı sergilenen tavırla da kıyaslıyorsunuz...

Yargının kadın cinayetleri konusunda da muhalefet konusunda da siyasi davrandığını, her iki konuda da hukuka göre değil siyasi iradenin tercihlerine göre karar verildiğini düşünüyorum. Muhalif siyasetçilere, yazarlara, sanatçılara, aydınlara, kısacası tüm topluma dönük baskıcı rejimin zihin dünyası ile kadın düşmanı ataerkil zihin dünyası aynı egemenlik ilişkilerinden besleniyor; kadının özgürleşme eğilimiyle toplumun özgürleşme eğilimi bu ilişkilerle çatışıyor. Toplumun özgürleşme eğilimi nasıl ki kapitalist sistemin dayandığı egemenlik ilişkilerini tehdit ediyorsa kadının özgürleşme eğilimi de aynı sistemin parçası olan erkek egemenliğini tehdit ediyor. Kadınların özgürleşme eğilimi erkek egemenliğinin namus, aile, bekâret, ev kadını gibi unsurlarını tehdit ediyor. Her iki özgürleşme eğilimini somutlaştıran çabalar ise şiddetle, gerek erkek şiddeti gerekse devlet şiddetiyle cezalandırılıyor. Baskıcı sistem kadınlara yönelik erkek saldırılarını suçsuzlaştırma, hafifletme yönünde işlerken kapitalist egemenlik ilişkilerine karşı eylemleri ise suçlulaştırma, ağırlaştırma yönünde işliyor. Eserimde göstermeye çalıştığım “Kadın Cinayetleri Koğuşu”nun giriş kapısı açık, “Siyasi Koğuş”un ise çıkış kapısı yok. Hukuksuzluk ve adaletsizlik her iki konuda da hâkim durumda.

Havva KILIÇBAY - Diorama Sanatçısı

Kadın cinayetleriyle mücadelede sanatı da bir araç olarak kullanmanın kadın hareketine sizce ne gibi katkılar sağlar?

Sanat bir eylem biçimidir, itirazını veya protestosunu, arzusunu veya olması gerekeni ortaya koyan bir eylem biçimi. Bu nedenle de sanatçı, tıpkı bir eylemci gibi, siyasi iktidarın hedefindedir. Ben de kadın cinayetlerinin kaynağını ve cinayetlere dair protestomu ortaya koymaya çalışıyorum. Kadının özgürleşme eğilimini boğan egemenlik ilişkilerini somutlamaya; cinselliğin, anneliğin, estetiğin kadın üzerindeki tahakküm edimlerine dönüştürülmüş olmasına itiraz etmeye çalışıyorum. Bu benim için saldırıya uğrayan bir kadının yanında durmak gibi bir şey.  

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde eserlerinizden yola çıkarak neler söylemek istersiniz?

8 Mart’ın kapıları kilitli olduğu için çıkan yangında hayatını kaybeden, aslında bir kapitalist cinayette ölen işçi kadınlara ithafen gündem edilen ancak yas değil direniş ve dayanışma günü olarak kutlanan bir gün olması bugün ülkemiz gerçekliği açısından oldukça önemli. 8 Mart kutlamalarında ve 25 Kasım’larda devletin kadınlara karşı uyguladığı şiddet, erkek egemenliğinin en çıplak göstergesi. Patriyarkanın simbiyotik ilişkisi ülkemizde kadın düşmanı, islamcı bir faşizm olarak somutlanıyor. Eserimdeki hapishane metaforuyla aslında bunu anlatmaya çalıştım.

Ama şunu da eklemek istiyorum, kadın sorunu veya kadın hakları belirli bir siyasi coğrafya bazında ele alınacak bir sorun değil. Coğrafya-ülke üstü bir sorundur. Dolayısıyla kadın haklarından bahsediyorsak evrensel olarak düşünüp 21.yüzyılda olduğumuz halde kadınların hâlâ en çok ezilen kesim olduğunu gözeterek tüm kadınları küresel çapta savunmamız lazım. Bu bağlamda Afganistan ve İran’daki kadınlarının yaşadığı hak ihlallerini de evrensel kadın haklarına vurgu yapmak için ileriki zamanlarda çalışmak istiyorum.