İzmir 1'inci bölge ortak bağımsız milletvekili adayı Levent Tüzel, DTP'nin kendi içinde oluşturduğu bağımsız adayları belirleme komisyonunun biraz kapalı devre çalıştığını söylüyor ve ekliyor: Ben önceden 'şuradan adayım' diye bir açıklama yapmadım

İzleyen, bekleyen durumunda olduk
Emek Partisi (YSK karan gereğince eski) Genel Başkam Levent Tüzel, 2007 genel seçimlerine İzmir 1'inci bölgeden bağımsız aday olarak katılıyor. Tüzel ile bağımsız adaylık sürecinin EMEP'teki işleyişini ve Meclis'e ilişkin projelerini konuştuk:

»Seçim çalışmalarına başladınız mı ve nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?
Başladık. İzmir'deki ilk toplantıda neden bağımsız aday olduğumuzu anlattık. Ayrıca bu toplantıda ortak adayları destekleyen birçok kurumun temsilcisi, sendikacılar, orada tanınmış kişiler, aydınlar geldiler ve onlar da düşüncelerini ifade ettiler. Hepsi bu seçimlerde demokrasi ve barış güçlerinin ortak adaylarının bu kez Meclis'e gönderilmesinde umutlu olduklarını ve hep birlikte bu çalışmayı sürdüreceğimizi belirttiler. Bu başlangıç için gerçekten iyiydi. Daha sonra biz orada, İzmir'de toplantılarımıza başladık. Emek Partisi'nin bütün üyeleri, aktivistleri ile toplandık. Pazar günü de DTP'nin kongresi vardı. Orada da düşüncelerimizi anlatma olanağı bulduk. Onlar da, Kürt tabanı, seçmeni, benim Kürt kökenli olmamama, Türk kökenli olmama rağmen kendilerinden bir insan olarak kabul ettiler bizi ve Kürt sorununun çözümü doğrultusunda, ülkede barış için hareket edeceğimizi anladılar. Bizi benimseyeceklerini ve ortak çalışma yürüteceklerini belirttiler.

»Baskın Oran konusu konuşuldu mu orada? Çünkü bu konu bir soruna dönüşmüş durumda, takdir edersiniz ki bağımsız adaylar bağlamında...
İzmir'de çok konuşulmuyor. Ama bizim söylediğimiz şey burada çıkan adayların desteklenmesi. Çünkü daha önce, bizim görüşmelerimizde de ortaya çıkıyordu bu konu. Yani barış için çalışan aydınların kendi içerisinden belirleyecekleri isimlerin destekleneceği ve bu demokrasi için birleşen güçlerin oluşturdukları platformda mutlaka sadece parti yöneticileri ya da Kürt temsilciler değil aydınlardan, sosyalist çevrelerden de mutlaka isimlerin olması gerektiği yönündeydi bizim tavrımız.

Peki, EMEP'liler İstanbul'da 2'nci bölgede kimi destekleyecekler bu durumda? Sol'un bağımsız adayı Baskın Oran'ı mı, DTP'nin bağımsız adayı Doğan Erbaş mı?
Bu konuda somut olarak "şunu destekleyin" ya da "bunu destekleyin" diye bir tartışma önümüze gelmiş değil ancak İstanbul örgütü nasıl bir değerlendirme yapacak, açıkçası ben de bilemiyorum. Ama şöyle ifade edeyim: Bu durumda "DTP'nin adayı Doğan Erbaş desteklenecek" ya da "sol bağımsız güçlerin adayı Hoca" desteklenecek şeklinde bir tercih yapmak zorunda kalmamız hakikaten uygunsuz olur. Bunu bir değerlendireceğiz herhalde, bilmiyorum. Ya da bunun dışında bizim birlikte hareket ettiğimiz güçlerle bir çözüm bulmak gerekecek. Yani DTP de herhalde bu işten rahatsızdır.

»Erbaş bir söyleşide adaylığının DTP'nin bir genel merkez kararı olduğunu söyledi, öyle değil mi?
Evet, ben de okudum. Hoca'nın biraz erken davrandığını, yani aday olacağı bölge konusunda İstanbul değil başka bir bölge düşünüldüğü falan... Ama bunlar süre olarak geçti.

»Sizin İzmir 1'inci bölge adayı oluşunuz nasıl oldu. Aday olduğunuz yerin belirleniş süreci nasıl gerçekleşti?
Aslında biz biraz gelişmeleri izleyen, bekleyen durumda olduk. Daha doğrusu biz baştan seçim bölgeleri değil ama seçimlerde daha önce blok güçler olarak hareket ettiğimiz, ÖDP, DTP, SHP, bütün bu çevrelerle, daha seçim gündeme gelmeden "Türkiye'nin geleceğinde oynayacağımız rolü belirleyelim, tartışalım, ittifak için bir çalışma yürütelim" diye bir öneride bulunmuştuk. Zaten bu süreç de çok hızlı biçimde gelişti. Daha sonra DTP yöneticileri ile görüştük, ÖDP yöneticileri ile görüştük, o zaman genel başkan ve diğer yöneticiler, Ufuk Uras, ÖDP'nin bu seçimlerde kendi adıyla gireceğini, yani bağımsız adaylık konusunun düşünülmeyeceğini belirtmişti. Biz ise esas olarak en geniş ittifakı ifade edecek şekilde "Halk için ekonomi, Kürt sorununda barışçıl çözüm, laikliğin gerçek temelleri üzerine oturtulması gibi konularda güçlerimizi birleştirdim, ortak aday belirleyelim, aydınlar ön planda olsunlar" gibi önerilerimizi dile getirdik. DTP bu fikre sıcak baktı ama aday belirleme konusunda DTP'nin kendi içinde belirlediği 'bağımsız adayları belirleme komisyonu' biraz kapalı devre çalıştı. Biz bu işlere çok müdahale etmedik çünkü görüşmeler süresince bunu beraberce örgütleyeceğimizi, beraberce yürüteceğimizi düşündük. Onun için de Baskın Hoca gibi, Ufuk Hoca gibi önceden "ben buradan adayım" diye açıklamadım. Çünkü DTP'nin de Kürt temsilcileri belirleme ve onları nereden gösterecekleri konusunda bir karar vermesi gerekiyordu, onların kararını beklememiz gerekiyordu.

»DTP bir siyasi parti olarak Kürt seçmen üzerinde çok etkili, evet. Ama bu anlamda çok fazla belirleyici olmadı mı DTP bu bağımsız adayların ve seçim bölgelerinin belirlenişi sürecinde?
Tabii. O konuda biz kendileriyle de düşüncelerimizi, eleştirilerimizi, önerilerimizi paylaştık. Kendileri de bunu kabul ettiler. Süreç sıkışmıştı; iyi hazırlayamadıklarını, aslında bir ittifak ve bir güçbirliğinden çok bir seçim işbirliğine dönüştüğünü, anlayış gösterilmesi gerektiğini söylediler. Ayrıca kendi içlerinde de isimler üzerinde çok fazla tartışma olduğunu söylediler. Sonuç itibari ile, biz bu kez Meclis'te gerçekten demokrasi güçlerinin temsilcileri olmak, sözcüleri olarak bulunmak istiyorsak, artık bunları çok da problem etmeden, ileriye dönük yapacaklarımızı konuşmalıyız. Bu nedenle benim için seçimlere İzmir ı'inci bölgeden katılmaktan hiç rahatsız olmadım, aksine sevindim çünkü orada İzmir kentinin işçileriyle, aydınlarıyla, Kürt seçmeni ile buluşmak, özellikle Batı'dan, bir metropol kentinden aday olarak çıkabilmek çok önemli. Yani Kürtler'Ie Türkler'in kardeşleşmesi, özellikle şu çatışmah sürecin tırmandırıldığı dönemde orada bir başarı elde etmek önemli. Çünkü İzmir'e, başta CHP olmak üzere, AKP, GP, bütün partiler yüklenecek gözüküyorlar.

»DTP'nin bu süreçte bu kadar inisiyatif sahibi olması sol bağımsız adayların parlamentoya seçilmeleri durumunda kendi renklerini parlamentoya taşıyamamaları gibi bir sonuca neden olabilir mi?
Belki böyle bir algı oluşabilir ama sanmam. Mutlaka Türkiye'de, özellikle de şu içinde bulunduğumuz dönemde Kürt meselesi demokratikleşmenin en önemli öncül meselelerindendir, ama sadece bu değil. Biz aynı zamanda demokrasinin, umudun, barışın adayları olarak, kendi seçim platformumuzu orada özgürce ifade edeceğiz. Ve bu platformun en başında bugünkü neoliberal politikaların yol açtığı yoksulluk, işsizlik, vergi adaletsizlikleri, yolsuzluklar, özelleştirme politikaları geliyor. Yani biz sadece Kürt seçmenler, oraya göç etmiş, ezilen, yoksul bir Kürt tabanı üzerinde çalışma yürütmeyeceğiz. Biz aksine İzmir'de, başka yerlerde de herhalde böyle olacaktır, toplumun tüm kesimlerine ama öncelikle de tabii ki bu politikalardan mağdur olmuş, çözümsüzlük karşısında bir arayış içerisinde olan ve bunun karşısında mevcut partilerin birbirinden farkı kalmadığını göstererek, bu dönemde barajlar nedeniyle de bağımsız aday olmak zorunda kaldığımızı anlatacağız. Bunun için de, gideceğimiz kesim dediğim kesimler olacak. Türkü, Kürdü, Alevisi, göçmeni, Balkan göçmenleri, oranın yerel halkı, yani sadece orada Kürtlerin sorunlarını dillendirme amacıyla bir yer alış söz konusu olamayacak elbette.

»Peki, parti içinde bağımsız adaylık meselesine ilişkin bir tartışma oldu mu? Bu konu tartışmaya açıldı mı? Nasıl bir süreç işledi EMEP içinde?
EMEP'de böyle bir tartışma olmadı. Genel İdare Kurulu'muz olarak zaten daha 2007'nin başında emek ve demokrasi diyenlerin başta DTP olmak üzerine Kürtler'in yanında durarak birleşmenin ve bağımsız aday olarak çıkmanın en doğru taktik olacağını düşündük. Başka bir yol düşünmedik.

»Meclis'e girerseniz milletvekilliğinin zorunlu formalitelerini yerine getirecek misiniz? Mesela yemindeki bütün retorikle hemfikir misiniz? DEP milletvekillerine ve bir başka uçta Merve Kavakçı'ya yapılanları gördünüz?
Bunlar, yemin gibi formaliteler yasal bir zorunluluk ve yerine getirilecek. Ama Anaya-sa'ya bakıldığında "demokratik, laik hukuk devleti" denir ve bütün milletvekilleri de bunu böyle söyler ama gerçek bu değil. Dolayısıyla orada yemin etmiş olmak bizim gelecekte sosyalist bir toplum kurma mücadelemizle çelişir bir şey değil. Ayrıca biz orada bu yemini ederken, "Şu 'Ne mutlu Türküm diyene' demeyen düşmandır" fikri ile de, bunu yücelten 301'inci madde ile de, terörle mücadele yasası ile de, başkaca antidemokratik yasalarla da mücadele ve bir değişim sağlama amacıyla oraya gidiyoruz. Asıl mesele yeminden ve bizim burada yaşayacağımız zorluklardan ziyade seçim sonuçlarına kendilerini "devlet partisi" gibi görenlerin ne derece tahammül gösterip göstermeyeceği. Başta Genelkurmay, CHP, Baykal yani bu seçim sonuçlarının arzu edilir şekilde olmaması durumunda bir takım müdahalelere açık olacağı şeklinde bir tehdit de ortaya savurdular. Yani önümüzdeki süreç hayli zor, hayli karışık ama orada bizlerin olması, Meclis'te bizlerin olması bütün bu karışıklıklar içerisinde doğruyu, çözümü işaret eden bir ses ve soluk olacak. Yani kendi yasalarına ve hukukuna uymayan bir takım uygulamalarla karşılaştığımız takdirde bizi Meclis'e taşıyan bütün güçlerle birlikte yolsuzluklarla, antidemokratik yasal düzenlemelerle ve başkaca da bir takım halka karşı düzenlemelerle mücadele konusunda tek başımıza olmayacağız diye düşünüyorum.

»Birbiri ardına muhtıralar yayınlanıyor, darbe Demokles'in kılıcı oldu, muhaliflere karşı linç çağrılarında bulunuluyor ve tam da böylesi bir konjonktürde seçimlere, daha doğrusu Meclis'e milletvekili gönderilmesine konsantre olunması nedeniyle sokaklarda özellikle sosyalistlerden ve sosyalist örgütlerden ses gelmiyor? Bu bir ihmalkârlık değil mi ya da parlamento fetişizmi?
Evet, bu düşünülmesi gereken bir şey. Ama bu bizim zayıflığımız. Burada işçi hareketinin, vicdan sahibi, bağımsızlığa, yurtseverliğe düşkün aydınların çekingenlikleri rol oynuyor. Aydınlar barış için kendilerini ortaya çıkardılar bir dönem ama siyasi cinayetler ve milliyetçi dalga yeniden yükseldiğinde bir geri çekilme ve izleme tutumu gelişti. Yine de küçük küçük de olsa toplumdan yanıtlar veriliyor.

Genel başkanların aday olması olabilecek en makul düşünceydi
»Neden genel başkanların adaylığında ısrar edildi? Neden doğrudan genel başkanlara yöneldi sol partiler bağımsız aday belirleniminde? Burada amaçlanan neydi? Çünkü geçmişteki blok partilerin oylarına bakıldığında, böyle hesaplar yapan arkadaşlara göre çok sayıda insanın seçilme şansı yoktu. Olacaksa da bu partileri temsil eden adaylar olacaktı, çünkü biz orada da, Meclis'te de kendi çizgimiz doğrultusunda, partimizin mücadele anlayışı doğrultusunda hareket etme anlayışını taşıyacağız. Dolayısıyla da, parti başkanlarının aday olarak seçilmesi ve Meclis'e gönderilmesi için çalışılması olabilecek en makul düşünce. Tabii ülkedeki aydınların önemsediği bir takım şahsiyetlerin yanında bizlerin adaylığı da söz konusu...

Genel başkanın adaylığı herhangi adaydan daha fazla ilgi toplar
»Başka biri aday olsaydı da, genel başkan olarak siz partinizin örgütsel yapısına, ilişkilerine konsantre olsaydınız nasıl olurdu? Eğer sizin partiniz bir genel başkan partisi değil bir kadro partisi ise...
Bizim gibi partilerde genel başkan dışında da aday gösterilse problem olmaz ama genel başkanlar en iyi şekilde bir partinin görüşlerini ifade eder ve Meclis'te o partinin görüşlerinin halka, kitlelere ulaşması açısından daha anlamlı olur bu. Partiyi temsil etmiş olurlar orada. Diğer yandan parti ve seçmen kitlesine verilecek mesajlar açısından genel başkanın adaylığının herhangi bir üyenin adaylığından çok daha fazİa ilgi ile karşılanacağı anlaşılır bir şeydir. O açıdan bizde herhangi bir tartışma ya da kaosa yol açması düşünülemez bile.

AHMET TULGAR