Adı Umut olsundu. Doğmasa da içinde büyüsündü ismiyle. Hatta dünyaya gözlerini açabilen bir kardeşinin olacağına söz verdi içindeki gelecek inancıyla. Onun da adı Barış olacaktı. Umut, derinlerden büyüyecekti ve Barış’la can bulacaktı

Adı Barış olsun

ZUHAL AYTOLUN

Bir rüzgar esiverdi. Ansızın… Havaya baktığında aklından geçen ilk şey yağmurun yağacağıydı rüzgarın hemen ardından. Nefes aldı, şükreder gibi dikleşti omurgası. Ne kadar yürüdüğünü, nereye vardığını sorgulamadı. İlerlemekti tek derdi. İlerledikçe, geride bırakacaktı aklındakileri. Üşüdü. Hızlandı. Isındı. Hızlandı. Baktı, görmedi. Duydu, kaydetmedi zihnine. Hızlıca geçip gitmek istedi her şeyden, herkesten. Hem dursa, konuşsa, anlatsa, söylese, bağırsa, haykırsa sanki kimse duymayacaktı onu. Yaşanan acılar suya yazılmışçasına kayboluyordu kimileri için. Kimse önemsemiyordu kimseyi. Herkes, herkesin hayatından akıp geçiyordu hızlıca. O da birinin hayatından geçip gitmişti. Hem de hiç tanışamadan… Eski sevgilisinin ona hatırasıydı belki ama bu hatıra içini yakmıştı. Silmişti o da…
Durdu.

Nefessiz kalana kadar yürüdüğünde durdu. Dinlenmek istedi. Boş bulduğu bir banka ilişmekle yetindi. Her an gidecek insanların yerleşemediği kadar eğreti duruyordu. Bankta. Ofisindeki masasında. Bir dost sohbetinde. Restoranda. Yaşadığı şehirde…

Eğretiydi.

“Yok yok” dedi.. Evime sığınmalıyım. Derhal kalktı yerinden.

En yakın metro istasyonuna ulaştığında kalabalıktan yüzüne vuran sıcaklıkla ürperdi. Nemli ve yaşam kokan bir sıcaklıktı bu. Yavaşladı adımları. Metro müzisyeninin çaldığı müziğe yaklaştı adım adım. Gözlerini ondan kaçırdı kaçırmasına ama müziğini de içindeki sessizliğe yerleştirmeyi ihmal etmedi. Kalabalıktı ortalık. “Herhalde iş çıkışı” diye düşündü. Bindi metroya. Ah ne şans, o yorgunlukla oturabilmesine şükretti. Ta ki yanında oturan kadının kucağındaki bebeği farkedene kadar. Buruldu. İçi ezildi. Hayat işte, hep tesadüflerle gerçekleri hatırlatmayı kendine görev bilirdi.

Diğer yanına baktı. Yanındaki teyze tedirgindi. Gözlerinde korku vardı, terlemişti. “Yazık” dedi kendi kendine, “İyi değil herhalde”. Ama dikkatini de ondan alamadı. Neden sonra kalktı teyze yerinden. Uzaklaşmak istedi, gidemedi. İnmek istedi, inemedi. Sol yanında, adının sonradan Deniz olduğunu öğrendiği bebek ağlamaya başlamıştı.

Derken bir çığlık: “Canlı bomba, işte orada, o çocuğun üzerinde bomba var” diye bağırmaya başladı o teyze. Genç bir çocuğu gösteriyordu. Herkes, teyzenin nereyi işaret ettiğine bakmadan kaçışmaya başladı. Sağa sola koşan, birbirinin üzerinden geçen, yere yatan insanlara bir kaç saniye baktıktan sonra, o da yanındaki kadın ve bebeği kavrayıp kendini yere attı. Kalkan oldu onlara. Metro durdu. Genci tuttu biri. Ağlayanlar, bağıranlar, kendini ölüme bir soluk kadar yakın hisseden onlarca kişi için durmuştu dünya.

“İşte orada” diye bağırdıkça teyze, genç çocuk montunu açıp “bende hiçbir şey yok” demeye çalışıyordu titreyerek. Kapılar açıldı. Metro durağa yakındı. Herkes, koştu, güvenlik içeri girdi, genci aradı. Temizdi. Hiçbirşey yoktu. Kaçan insanların merdivenlerden dahi koşarak çıktıklarını canlandırdı zihninde. Sokağa ulaşanlar koşmaya devam ediyordu belki de.

Altında hareket eden kadını ve ağlayan bebeği farkettiğinde kalktı üzerlerinden. Müteşekkir kadın, biraz da kızgın gibiydi. Ses etmedi yine de. Yaşadığı ülkedeki en büyük katliamın, 102 kişinin Ankara’da yaşamını yitirmesinin ardından yaşadığı bu acı deneyimle, yine ve hep ölümün soluğunu ensesinde hissedeceğini anladı. Ama bir fark vardı. Güç vardı; umuttan doğan gücü hissetmişti içinde. Bir bebeği kaybetmiş, aynı gün bir bebeğin hayatını kurtarmıştı belki de.

Merdivenleri bunları düşünerek tırmanırken ağır aksak, sabah kürtajda yitirdiği, doğamamış bebeğine bir isim koymaya karar verdi. Tuhaf değildi tabii… Ne de olsa mezarların bombalandığı bir ülkeydi burası. Ölüleri bir kez daha, bir kez daha öldürmeye çalışanların ülkesi… O doğamamış bebeğine bir isim vermiş çok mu!

Adı Umut olsundu. Doğmasa da içinde büyüsündü ismiyle. Hatta dünyaya gözlerini açabilen bir kardeşinin olacağına söz verdi içindeki gelecek inancıyla. Onun da adı Barış olacaktı. Umut, derinlerden büyüyecekti ve Barış’la can bulacaktı.

Tüm yitirilen canların, hayatta olmayanların direnciyle güçlenecekti Barış.

Doğacaktı... Bir güneş gibi…

Kendine söz verdi. Merdivenlerin bitiminde sokakla buluştuğunda inceden bir yağmur başlamıştı. Sesler yükseliyordu etrafında. Protesto vardı. Göğe yüzünü çevirdi, yağmurla yıkadı ve “Barış” diye bağırdı.

Yüzlerce kişiyle çoğalmıştı sesi.