Ağustos böceği bir meşaledir
BİLGE SELÇUK
@byagmurlu
sezai karakoç
Ağustos böcekleri bizden çok evvel, bundan 250-300 milyon yıl, o malum rakiplerinden, karıncalardan 50-80 milyon yıl önce dünyadaki yerlerini almışlar. Alışılmadık hayat döngüleri ta o zamandan beri sürermiş. Canlıların en az yarısını öldüren üç kitlesel yok oluşu atlatıp hayata tutunmuşlar. Anlayacağınız, masaldaki gibi eğlence düşkünlüğü yüzünden ölüp gitmemişler açlıktan.
Yumurtalarını ağaç kabuklarının arasına bırakırlarmış. Kısa zamanda çıkan larvalar toprağın altına girer, orada üç beş yıl yaşarlarmış; genetiği ve yeri iyiyse en fazla on yedi... Ağaç özsuları ile beslenir, zamanı geldiğinde, yani yazın en sıcak günlerinde yeryüzüne çıkar, olgun ağustos böceklerine dönüşürlermiş. Bir iki ay geçirirlermiş erişkin olarak. Yazın çıkardıkları ses bir çağrı imiş. Ve çiftleştikten az bir süre sonra ölürlermiş.
Çalışıp kış için yiyecek biriktirmemelerinin sebebi tembellik değil, kışı göremeyeceklerini bilmelerindenmiş. Erişkinlikteki kısacık ömürlerini cansiperane şarkı söyleyerek geçirmeleriyse soylarını sürdürmek için.
Hayata anlam katan, uzun bir hazırlık döneminden sonra parlak bir ışıkla dünyamızı güzelleştiren insanlara benziyorlarmış belki. Belki bilim, edebiyat, sanat insanları gibi belki.
Kendini sorgusuzca çalışmaya adamış tek tip insanı hedefleyen eğitim sisteminin gözdesidir ağustos böceği ile karınca masalı. Karınca çalışıp biriktirip zor günde rahat edendir sözüm ona. Gerçekte aksine, kıştan çok kraliçe karıncayı ve larvalarını beslemek için yiyecek toplar. Yerinden kımıldamayan kraliçe otuz yıl yaşar, işçiler ise en fazla üç. Hava soğuyunca yiyip içip keyfine bakmaz, kış uykusuna yatar karınca, yazın çalışabilmek için.
Hayatını hiyerarşik bir yapıda kraliçeye adayan bir güruhun parçası olmak mı yeğdir, yoksa ağustos böceği gibi yaşamı bağımsız, şenlikle sürdürmek mi? Belki sorgulamadan makine gibi çalışmanın değil, üretmenin övgüsünü yapmak lazım, hayata neşeyi de eklemeye methiyeler düzerek belki.
Yaşamımıza güzellik katanların, bize güneşli günleri muştulayanların kıymetini bilmek gerek. Söyleyeceklerini fısıltıyla birbirine aktaranlardan çok, sesini ağustos böceği gibi gür, cesurca çıkaranları örnek almak belki.
Ağustos böceğinin şarkısını hafife almayın. O kanatlanmanın, güneşli günlerin, aşkın ve özgürlüğün simgesidir aslında. La Fontaine’in anlattığı gibi aylaklığın, vurdum duymazlığın değil, Çinlilerin dediği gibi yeniden doğuşun, ölümsüzlüğün simgesidir.
Bu yaz hep ağustos böceklerini dinlediğim için biliyorum bunları (bir de ağustos kızı olduğumdan, belki).