Ünal Özmen, “Kazandıracağı davranış ve becerileri bir dine, inanca, kutsallığa veya bir otoriteye bağlamayan; vereceği bilgiyi kutsallıkla açıklama ihtiyacı duymayan eğitim laik ahlak eğitimini de gerçekleştiriyor demektir. Zor ve karmaşık değil, bu kadar basit” diyor

Ahlak dinsel  bir kavram değil

Yasemin Tezgiden Cakcak: BirGün okurları sizi eğitim konusundaki köşe yazılarınızla, kitap ve çıkardığınız dergilerle tanıyor. Biz bugün sizinle son kitabınız Piyasa Ahlakı Din, Ahlak ve Eğitim (Sobil, 2019) üzerine konuşmak istiyoruz.

Piyasa Ahlakı, sanılanın aksine gazete yazılarından derlenmiş bir kitap değil; piyasalaşmanın ve dinselleşmenin yoğunlaştığı bir dönemde ahlak ve eğitim ilişkisini felsefi, ekonomik, siyasi ve pedagojik açıdan tartışmaya açıyor. Sormak istiyoruz, neden ahlak?

Ünal Özmen: Kolektif bir şekilde yaşamanın gereklilikten çıkıp zorunluluk olduğu bir sürece girdik. Yerel değil, küresel bir sorundan ve onun dayattığı yaşam biçiminden söz ediyorum. İrili ufaklı iki yüz devletin yasası, binlerce mikro topluluk kültürü, gelenekler ve çatışma halindeki dinlerin yerel hukukunun bu süreci yönetmesi olanaksız. Gönüllülük ve aynı zamanda disiplin gerektiren evrensel bir hukuka ihtiyacımız var. Bu yeni dünyanın hukukunun evrensel ahlaki normlardan çıkacağını, çıkması gerektiğini düşünüyorum. Ahlaki tutumlarımız yasalardan hızlı ve daha rasyonel değiştiği gibi insanın evrenselliğine hitap ediyor. Değişimi dizginlemek için dinlerin kullanıldığını düşünürsek sınıf ve milliyetler üstü değer olan ahlakın, birlikte yaşama ve inançlarla mücadeledeki önemi ortaya çıkar. Canlı varlığının tehdit altında olduğu gerçeğini kabullenemeyenler bile insani bir kriz yaşadığımızın farkında. Günde yüzlerce jetin bir kişinin denizaşırı seyahati için havalanmasına hiçbir yasa engel olamazken ahlak buna razı olmuyor. Ahlak, insanların toplum halinde yaşamaya başladığı dönemin hukukuydu. Dinler ve kapitalizm kendi hukukunu dayattı ve insanlar toplum içindeki rolünü yitirdi. Şimdi yeniden toparlanma zamanı. Ve bunu ancak kurallarını insanların koyduğu ve denetlediği evrensel hukukla, yani ahlakla sağlayabiliriz.

Erdal Cakcak: Ahlak denilince dinin akla geldiğini, oysaki geliştirilmesi gerekenin laik ahlak olduğunu söylüyorsunuz. Bu saptamanızı biraz açmanız mümkün mü?

ÜÖ: Ahlak dinsel bir kavram değil, ilkeleri de dinlerin ilkeleri değil. Aksine ahlakın ilkeleriyle dinin şartları birbiriyle çelişir. Ahlak, her ne kadar toplumun kendisine dahil olacak yeni kuşakları denetleme aracı olarak tanımlansa da artık öyle değil. Neyin ahlaki olup olmadığına gençler karar veriyor ve eski kuşak onların değer yargılarıyla çatışmaya cesaret edemiyor. Oysa inançlar öyle değil. Hatta yasalar bile ahlak anlayışından daha yavaş değişime uğruyor. Baba olmaya karar veren Johnny ve Stefan adındaki iki eşcinsel Alman erkeğin spermi, bağışçısı bilinmeyen bir kadının iki yumurtasıyla ayrı ayrı döllendiriliyor; Biri Johnny’a diğeri Stefan’a ait iki embriyonun taşıyıcı annesi (Robin) Amerikalı. Kaliforniya’da bağışlanmış yumurtalar, Amerikalı bir kadının karnında büyüyor ve doğan iki çocuğun babaları farklı. Bu, her dindarı çıldırtacak bir olay gibi gözüküyor. Zaten bu nedenle Alman yasaları yumurta bağışına ve taşıyıcı anneliğe izin vermiyor. Fakat geçenlerde izlediğim ve devletin kabullenemediği cinsel tercihi farklı iki insanın çocuk sahibi olmasını anlatan bu video haberde, koyu Katolik olan Stefan’ın babasını, bir yaşına basan torununun doğum gününü kutlarken izledim; en az oğlu kadar heyecanlıydı. “Kabullenmek zor oldu mu?” diye soran muhabire verdiği yanıt, ahlakın değişen, dönüşen, bilimden ve yeni fikirlerden etkilenen seküler tarafını gösterir nitelikteydi: Dindar dede “Başlangıçta tuhafımıza gitti ancak kabullendik ve çocukları olduğu için mutluyum. Evet, kilise bu durumu kabul etmiyor ama bu doğru değil!” diyordu. Öğretilen ve öğrenilen bir disiplin olan ahlakın bilimden, teknolojiden, felsefeden, deneyimlerden beslendiği ölçüde rasyonelleşip laikleşmesi kaçınılmazdır.

YTC: Dini bir kavram olduğu düşüncesiyle entelektüellerin kendi müfredatına ahlak eğitimini almamasından yakınıyorsunuz.

ÜÖ: Hıristiyanlık, daha sonra Müslümanlık ahlakı dinsel bir kavram olarak kullandı. İki yüz yıllık modern dönem de felsefi bir kavram olan ahlakı dinlerin elinden çekip alamadı. Seküler bir kavram olan ahlakın ve eğitiminin dinin bir alt dalı olarak görülmesi, din eğitimi ile ahlak eğitiminin birlikte yapılıyor olması çok üzücü. Buna izin vermemek gerekiyor; laikliği savunacaksak önce kavramlarına sahip çıkmak gerek. Ahlak da bunlardan biri, sözcüğün Arapçadan alınmış olması anlamını değiştirmez. Ne yazık ki sol, ahlak kavramını hâlâ dinin emirlerine uymayan dindarları kınamada kullanarak kavramın dinde kalmasına hizmet ediyor.

Peki, laik ahlak eğitimi nasıl olacak?

Eğitimin, özellikle zorunlu eğitimin konusu erdemli insanlar yetiştirmektir. Erdemlerimiz bizde ahlaki eylemler olarak görülür. Bu da eğitimin asıl konusunun ahlak olduğunu gösterir. Ahlakın bizden istediği iyi ile kötüyü, güzel olan ile çirkin olanı ayırt etmede kullanacağımız "doğru" bilgiyi eğitim yoluyla elde ederiz. Okulun işi, "olumlu" davranış kazandırmak ve olaylar karşısında "doğru" tutum almamızı sağlamaksa mutlaka bizi doğru bilgiyle buluşturmalıdır. Bu da eğitimin bilgi kaynağının bilim olması gerektiğini gösterir. Laik ahlak eğitimi ise eğitimin laik olmasıyla sağlanabilir. Laik eğitim, herhangi bir eylemin "iyi" olup olmadığını Tanrı veya başka bir otoritenin (bu öğretmen de olsa) sözüne, talimatına, beğenisine göre belirlemez; kişi, bir eylemin iyi mi kötü mü olduğuna "neden"/"niçin" sorularının yanıtına göre karar verir. "Neden" kritik bir sorudur. Kararını bu soruya göre veren, yalan söylemenin kötü bir şey olmasını "Tanrı öyle istediği için"e bağlamaz. Çocuklar, yere düşen arkadaşlarına ona yardım etmesi gerektiği için elini uzatır; dinler ise Tanrının hoşuna gitsin diye yapmaları gerektiğini öğretir. Eğitim, dinsel bir bilgi olmasına rağmen dünya merkezli evren anlayışını terk ettiyse sosyal hayata dair eylemleri de kutsal güçlerin arzusuna bağlayamaz. Kadının mirastan alacağı paya İslam dininin verdiği yanıtı kimse ahlaki bulmuyor, çoğu Müslüman bile … Onun için dinciler laik ahlak ve hukuk karşısında savunamadıkları kuralları Tanrı emri olarak naklederler. Kazandıracağı davranış ve becerileri bir dine, inanca, kutsallığa veya bir otoriteye bağlamayan; vereceği bilgiyi kutsallıkla açıklama ihtiyacı duymayan eğitim laik ahlak eğitimini de gerçekleştiriyor demektir. Zor ve karmaşık değil, bu kadar basit.

EC: “İslamcılar modern eğitimi bireyi yurttaşlık haklarından vazgeçirip onu tekrar ümmet olmaya razı etmede kullandılar” diyorsunuz. İmam hatipleşmeyi ve eğitimdeki dinselleşmeyi bu bağlamda okuyabilir miyiz?

ÜÖ: Yurttaşlık, sahip olduğu haklarla bireyin elde ettiği hukuki statüsüdür. Sömürü düzeninin sürmesi, sermayenin birkaç kişinin elinde toplanması bireyin elindeki hakların yani yurttaşlığının alınıp ümmetleştirilmesini gerektirir. Feodal ayrıcalıklar isteyen neoliberal kapitalistle insanı zaten ümmet olarak gören dinlerin en rahat anlaştığı nokta burası oldu. Bu nedenle neoliberalizm, toplumu ümmetleştirsin diye modern eğitimin araçlarını dinlere bıraktı. Okul, öğretmen, öğretim programı; yöntem, teknik dinlerin üretip geliştirdiği şeyler olmamasına rağmen dincilerin kullanımına ve yönetimine sunuldu. Onlar da kendilerine hitap etmeyen modern eğitimi ve araçlarını İslam’a ait olanla değiştiriyorlar. Kendileri açısından doğru alanı yapıyorlar.

YTC: Piyasa-din işbirliğine “stratejik ortaklık” diyebilir miyiz?

ÜÖ: Klasik kapitalizm, dinlerin duracakları yerin sınırını belirlemişti. Neoliberalizm ise dinleri, kutsal kitaplardan aldıkları otoriteye ek olarak modern baskı araçlarını da teslim ederek kamusal alana sürdü. Neoliberaller, klasik kapitalizmin işe yarar ikna araçlarını kullanmamaya karar verdiklerinde toplumu kontrol edecek araç olarak dinlere başvurdu. Piyasa parayı; din, toplum üzerindeki etkisini, yalan ve şiddet kullanma becerisini masaya sürdü ve anlaştılar. İlişkilerini stratejik kılan, ortaklığın karşılıklı çıkara dayalı bir anlaşmayla sağlanmış olmasıdır.

Piyasa, toplumun iradesini kırmada dini araç olarak mı kullanıyor?

Kesinlikle! Ümmet olmaya razı olan dindar, iradesini dini temsil eden birkaç kişiye teslim ederek irade kullanmamayı baştan taahhüt etmiş olur. Ayrıca temsilcisine karşı başkalarının irade geliştirilmesine de müsaade etmez. Din, önce inananlarının veya taraftarlarının iradesini kırar, onun üzerinden temsil etmediği kesimlere gözdağı verir. Dinin bu gücü, kitleleri kontrol etmede de zahmetsiz ve maliyetsiz yollar arayan neoliberallerin dikkatinden kaçmazdı. Nitekim piyasa, kutsal kitabın telif hakkını elinde tutan birkaç tarikat ve cemaate ödeyerek yöntemin kullanım hakkı almış oldu.

EC: Ülke gündeminin yalanla oluşturulduğu, hilenin manipülasyonun hayatın her alanını işgal ettiği bir dönemde siz bu konuyu problematize etmekle kalmıyor, yalanın hükümranlığının nasıl işlediğini de açıklıyorsunuz. İnsanlar hiçbir rahatsızlık duymadan yalan olduğunu bildikleri söylemlere nasıl oluyor da ortaklık edip alkışlayabiliyor?

ÜÖ: Yalan, birini inandırmak, olay ve olguları gizlemek için söylenmiyor artık. Politikacı gücünü, toplumun kendisine olan itaatini bizim "yalan" bildiğimiz safsatalara verdiği tepkiyle test ediyor. Safsatalara yalan diyemeyiz. Mesela cumhurbaşkanının Özal'ın "satacağım" dediği, kendisinin satıp sonra caydığı Boğaz Köprüsünü kastederek "komünistler 'Biz köprüyü satacağız' diyordu. Rahmetli Özal'da satamazsınız diyordu" benzeri konuşmalarını toplumun büyük bir kesimi yalan olarak görmüyor. Bu kesim, peşine takıldığı liderin gerçeği altüst edecek derecede fütursuz olmasına hayranlık duyuyor. Aynı zamanda cumhurbaşkanının damadı da olan Maliye Bakanı "Cumhurbaşkanımız Ay'a dört şeritli yol yapacağım dese inanırız" diyen seçmenleri olduğunu söylemişti. Bakanın şehvetle anlattığı bu ve benzer örnekler toplumun iradesini kırmada kullanıyor. İradesi kırılmış bu vatandaş, yalanını alkışla besleyerek rakip gördüğü toplumun diğer yarısına kendi gücünü göstermiş, yani onların da iradesini kırmış oluyor. İnsan, gerçekle bağı koptuğu oranda icat edilmiş gerçeğe inanır. İnançla siyaset yapan, hele bu bir de İslamcı ise zaten gerçekle siyaset yapamaz. İnanmak veya inanıyor görünmek, yalana teslim olmak erdemsizliktir. Ahlaki bir toplumun kurulabilmesi erdem saydığımız değerlerin yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Yalana başvurmak ve ona inanmak erdemsizliğin en belirgin işaretidir. Konu din ahlak ilişkisi olunca yalana ve yalancıya ayrı bir bölüm ayırmak gerekti. Bu nedenle kitapta yalan konusuna özel bir bölüm ayırdım.

YTC: Müslüman toplum entelektüellerinin mücadele stratejilerinin sınıf mücadelesinde kullanılan araçlardan ziyade kültürel mahiyette olması gerektiğini ifade ediyorsunuz. Bu coğrafya ve kültürel iklim için bize yöntem önerebilir misiniz?

ÜÖ: Mücadelenin kültürel araçlarla sürdürülmesi sınıf mücadelesinin reddi değil, önce bunu belirtmeliyim. Ancak Müslüman toplumlarda konum belirlemenin sınıfsal aidiyetten ziyade dinsel, kültürel ve etnik bir karakterde ortaya çıktığını da görmek durumundayız. Demek istediğim, sınıf bilincinin gelişmesini ve insanların ait olduğu sınıfın kültürüyle buluşmasını engelleyen kültürel kodları kırmalıyız. Mesela din tartışmasından kaçınmamalıyız; toplumun bir kesimini incitir kaygısıyla dinin egemen sınıfa hizmet ettiğini görmezden gelemeyiz. Aynı şekilde geleneklerle de hesaplaşmak gerekiyor. Müslüman toplumların geri kalmışlığını genellikle dinle ve dinin etkilediği kültürün değişime direnmesiyle açıklayıp çözümü sadece iktisadi alanda aramak yeterli olmuyor. İlk ve temel yöntem, bilinci oluşturan kuralları değiştirmektir.

EC: Kitabınızın okuyucuyla buluşmasından bu yana nasıl tepkiler aldığınızı öğrenmek istiyoruz.

ÜÖ: Zor bir konusu olan ve kavramlarla yazılmış bir kitap için “Su gibi akıyor” demek övgü sayılır mı bilmem; ama bunu çok duydum. Geri bildirimde bulunan okurların hemen hepsi gazete ve dergiden beni takip edenlerdi. Onlar da önce kitaplaştırılmış köşe yazıları olduğunu düşünmüş. Atladığım yazılarınızı okumak için şöyle bir karıştırınca köşe yazılarından derleme olmadığını anladım diyenler oldu. Bunların dışında, kitapta laik ahlak konusunu tartışmam, yalanın nasıl normalleştirildiğini ve bu sayede halkın iradesinin nasıl kırıldığını vurgulamam okuyuculardan büyük ilgi gördü.

YTC: Kitabınızı biz de büyük bir keyifle, düşünerek tartışarak okuduk. Umarız hak ettiği ilgiyi görür. Sorularımıza yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.