12 Haziran öncesi son röportajını NTV’ye verdi. Burada yaptığı konuşmada Rumlarla ilgili demeci ilginçti...

12 Haziran öncesi son röportajını NTV’ye verdi. Burada yaptığı konuşmada Rumlarla ilgili demeci ilginçti. Ülkemizde medyanın özgürlüğünden bahsederken “Ama şu anda bize köşelerinden istediği gibi saldıran, istediği gibi hakaret eden, manşetleri rahatlıkla atabilen yazılı ve görsel medya var… Şu anda benimle ilgili hatta cumhurbaşkanımızla ilgili yazılmış çok sayıda 30’u aştığını zannediyorum kitap var ki bu kitapların içinde bizim ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne affedersiniz Rumluğumuz hiçbir şeyimiz kalmadı,” dedi.

Şimdi herkesin bilebileceği basit bir soru, bu cümle içinde kullanılan  ‘affedersiniz’ ne anlama geliyor dersiniz. İlkokula giden çocuğunuza sorabilirsiniz, bu kelime ne zamanlar ve ne amaçla kullanılır diye. Hatta bir örnekle pekiştirmesini isteyebilirsiniz. Çoğu bilecektir. Rum olmak, Ermeni, Yahudi olmak bir özür müdür ki, “affedersiniz,” demiş, bilemedim. Yok yok büyük olasılıkla dili sürçtü, benim yaptığım da çok ayıp, açığını yakalamış gibi hemen dil sürçmesinin üstüne atladım!

O halde madem dil sürçmesi; geçtiğimiz kış Büyükada’daki devasa ahşap yetimhanenin Patrikhane’ye iade edilmesi gibi başka birçok vakıf malını da düşünüyordur, kesin!

Anımsanacaktır, ilk döneminde Gökçeada’yı ziyaret etmişti. Adadaki Rumların şikâyetlerini dinledi. Oradan ayrılırken sorunlarıyla ilgileneceğini söyleyerek ayrıldı. Gidiş o gidiş. Ama ustalık dönemi dediği üçüncü devrinde bu işi çözecektir, kesin! Avrupa Parlamentosu’nun adalar sorununa ilişkin çözüm üretilmesi konusunda sunduğu dosyayı önüne koyacaktır, hatta sit alanı olarak korunan Gökçeada’nın Bademli Köyü’nde (Gliki) bir parsel sit alanından çıkarılıyor ve bir otel yapılıyor, sit alanı nedir bilir, estetikten anlar bu ucube eseri de yıktıracaktır, kesin! Sorunlarıyla ilgileneceğim demişti, unutmamıştır, bizi utandıracaktır, kesin!

1. Döneminde Kürt Sorunu benim sorunum demişti, dili sürçmüştü herhalde 2. Döneminde reddetti, 3. de değil mi ki balkonda ellerini açtı, barış birlik mesajları verdi meseleyi halledecektir, kesin!

2. Dönemde kayıp annelerini yeni duymuştu ama 3. Dönemde faili meçhul cinayetlerin, toplu mezarların akıbetinin üzerine gidecektir, o da kesin!  

Bu örnekler o kadar çok ki fazla uzatmamalı, hemen kesmeli çünkü insan akıl sağlığının ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Evet, evet birilerindeki dil sürçmesi bende akıl sürçmesine neden olabilir, daha vahim.
                                                                           
                                                                            *
“ORADA HAYAT VAR”, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Dikmen Barınma Bürosu ve Mehmet Özer’in yürüttüğü AFSAD Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi tarafından hazırlanan ve Dikmen Vadisi halkının kentsel dönüşüme karşı verdiği mücadeleyi yansıtan ‘Orada Hayat Var’ isimli fotoğraf sergisi Sakarya Caddesi’nde açıldı. Mehmet Özer, Dikmen Vadisi halkının yoktan var ettikleri evlerinin başlarına yıkılmak istenmesine karşı mücadele verdiklerini belirterek, hazırladıkları projenin 8 ay sürdüğünü, kendilerinin projelerinin sona erdiğini ancak vadi halkının mücadelesinin devam ettiğini, 50 sene önce kentin varoşu olan bu semtlerin, bugün sermayenin büyük rezidanslar yapabilmek ve büyük karlar sağlayabilmek için buraya göz diktiği yerler olduğunu söyledi. “Oysa orada hayat var” diyen Özer “İnsanların hayatların savunuyoruz ve bu nedenle fotoğraflarımızı onların dili, itiraz dili olabilmesi, başka alanlara taşıyabilmesi, bu sorunun kamusal bir sorun ve bilince dönüşmesi için çekiyoruz” diye ekledi.

“ORADA HAYAT VAR”, sergisi vesilesiyle kente dönük fotoğraflama çalışmalarıyla ilgili önemli olduğunu düşündüğüm bir sorunu gündeme getirmek istiyorum. Örneğin kentsel dönüşüm sorununu fotoğraflama amacıyla yola çıkan fotoğrafçıların çektiği kareler bir anlamda yaşama, mahalle üzerindeki baskılara, siyasal entrikalara, yıkıma, talana, kandırılmaya tanıklık ediyor. Yani görsel bir belgeleme işi yapılıyor. Belgeleme aynı zamanda bir tarihselleştirme çalışmasıdır, bunu unutmamak gerekiyor. Tarihselleştirme ise bilgi gerektiriyor. Birçok belgesel fotoğrafçı müdahaleci ve değiştirici olmayı unutarak yalnızca yansıtma edimini gerçekleştiriyor. Sorunun bir parçası olmak, takipçisi olmak nedir düşünmüyor bile. (Örneğin, Tekel Direnişinde, direnişi gel-geç fotoğraflayan fotoğrafçılar şimdi direniş hangi boyutta biliyorlar mı acaba? Destekleri hâlâ devam ediyor mu?) Sorgulayıcılık ve bilgi yönü çoğunlukla eksik kalıyor. Kentsel dönüşüm konusunu ele alırken; göç olgusu, varoşların oluşması, kapitalist düzende varoşta yaşayanların kentin dinamiklerindeki işlevleri, kentin tarihsel ve sosyo-kültürel süreçlerinde varoşların yeri, sömürülen emek gücü olarak varoş insanları vb. gibi bilgilerle donanmış fotoğrafçılar pek yok. Muhalif kimliklerini bildiğim sevgili Mehmet Özer’in de atölye arkadaşlarının da, yalnızca bu projeleri için değil yaptıkları tüm çalışmalarla ilgili her zaman sözleri olmuştur. Yukarıdaki sözlerim elbette onlara değil, tam tersi bu işi doğru izlekte yapan bir grup fotoğrafçıdır onlar.