Bu sorgulama da eninde sonunda otoritemizin sorgulanmasına neden olacak. Çünkü öğretmen olarak, erkek olarak, baba olarak, yönetici olarak alayımız otorite manyağı iktidar düşkünleri olarak büyüdük

Akıl tutulması

ALİ LİDAR

düşünmenin henüz doğmadan başlayan ve ölünceye kadar devam eden bir beyin fonksiyonu olduğunu hepimiz biliriz. Dolayısıyla da düşünme eyleminin gerçekleşmesi için ne akıllı olmaya ne de düşünmeye çalışmaya ihtiyacımız var. Hatta özellikle düşünmemeye çalışsak bile yine de bunu beceremeyiz. O yüzden de düşünmeye mahkûmdur insanoğlu. Peki ya doğru düşünmek? Her durumda mümkün mü doğru düşünmek? Maalesef! Çünkü ne eğilimimiz ne de eğitimimiz buna müsait canım kadar sevdiğim azgelişmiş ülkemde. Onlarca engel var. Ve bu engellerin en büyüğü de “akıl tutulması.” Akıl tutulması… Nasıl mı tutulur akıl?

Okullarda yapmaya çalıştığımız şey, anne babalarımızın yapmaya çalıştığı şey, siyasetçilerin, gazetelerin, televizyon kanallarının, kanaat önderlerinin yapmaya çalıştığı şey aynı kapıya çıkıyor aslında. Birbirine olabildiğince benzeyen, olabildiğince birbiri gibi düşünen, birbiri gibi üzülen, sevinen, heyecanlanan, tepki veren bireyler yetiştirmek. En entelektüelimiz bile –isteyerek ya da istemeyerek- düşüyor bu bilinçaltı manipülasyonunun tuzağına. Solcular her solcu kendi sol yanında olsun istiyor, sağcılar her sağcı kendisi gibi ve kendisi kadar sağcı olsun derdinde. Birileri çıkıp bu buyrukları reddettiğinde, karşı çıktığında da panikle onları susturmaya, bastırmaya, olmazsa da itibarsızlaştırmaya başvuruluyor genelde. Neden? Çünkü öyle öğrendik biz. Öyle büyütülüp öyle yetiştirildik…

Okullardaki en sıkıcı derslerden birinin neden felsefe olduğunu sorgulamadan hiçbir mesafe katedemeyiz dostlarım. Eğer hoca renkliyse biraz ilgi çeken, değilse dakikaların geçmek bilmediği bir ders maalesef bizim ülkemizde felsefe. Çünkü her türlü yeniliğe, alternatif düşünceye, farklı bakış açısına kapalıyız. 

Korkuyoruz hatta. O yüzden de bin yılların mirası kadim düşünce etkinliğini kuşa çevirip felsefe tarihine indirgeyiverdik. Sokrates’in, Platon’un doğum ve ölüm tarihlerini ezberletip, Nietzsche’den, Marx’tan üstün körü bahsedip alelacele geçiveriyoruz. Çünkü korkuyoruz doğru düşünen insanlar yetiştirmekten. Çünkü biliyoruz ki doğru düşünen insan bir süre sonra sorgulamaya başlayacak. Bu sorgulamada eninde sonunda otorite-mizin sorgulanmasına neden olacak. Çünkü öğretmen olarak, erkek olarak, baba olarak, yönetici olarak alayımız otorite manyağı iktidar düşkünleri olarak büyüdük. Evde baba, sınıfta öğretmen, partide lider… Her neredeysek ve neysek, hepimiz otoritemizin sorgulanmasından korkuyoruz…

Descartes “Cogito Ergo Sum” (Düşünüyorum Öyleyse Varım) diye bağırdığında, skolastik kilise aklının dayattığı sorgulanamayan ortak akıl yerine tek insan aklının çağı geldiğini ilan etmişti dört yüz yıl önce. Ama biz maalesef dört yüz yıl sonra Descartes’in doğum ve ölüm tarihlerini (1596-1650) ezberletiyoruz hâlâ çocuklarımıza ve sınavlarda bunu soruyoruz. Velhasıl dostlarım aklımız tutulmuş bir kere, ne yapsak boş…