Gazeteciliğin Türkiye’deki serüvenini anlatan Ümit Alan’la yeni kitabı “Saray’dan Saray’a Türkiye’de Gazetecilik Masalı”nı konuştuk

Akit AKP’nin bilinçaltıydı, Gezi’den sonra hepsi Akitleşti

CAN UĞUR canugur1987

Medya Türkiye’de en çok tartışılan alanlardan bir tanesi. Özellikle gazeteciliğin konumu ve işlevi bu tartışmanın en kritik noktasını oluşturuyor. Türkiye’de gazetecilik serüveni nasıl başladı? Hangi aşamalardan geçerek bugüne geldi? sorularını yanıtlamaya çalışıyor Ümit Alan, Can Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı Türkiye’deki Gazetecilik Masalı’nda. Medya çalışmalarıyla bilinen Alan, kitabının ardından ilk kez BirGün’e konuştu. Alan, kitabında sansür başta olmak üzere gazeteler üzerindeki birçok baskı unsurunun ve iktidarların kendi gazetecilerini yetiştirme adımlarının kronolojisini sunuyor. AKP dönemindeki medyanın seyrine oldukça geniş biçimde yer veren Alan, AKP medyasının tümünün Akitleştiğini söylüyor ve ekliyor: Gerçekle bağlarını giderek kopardılar, uzun soluklu olmaları mümkün değil.

>> Bu kitabı okuyan birisi ‘gazeteci tarafsızdır abi…’ diyen birisine ne der?
Onu bilemem elbette ancak bu tarafsızlık konusuna dair bakışımı anlatayım. Gazeteci taraflıdır. Bir de güçlerin bu kadar dengesiz olduğu bir dönemde ve yerde tarafsızlıktan bahsedilemez. Reklamdan dağıtım gelirine kadar iktidarın bu denli net biçimde taraf tuttuğu bir yerde liberal bir algıyla tarafsızlıktan dem vuramayız. Bugün gazete okumak isteyen insanlar bir gönül bağı kurmak istiyorlar. Yıllar içerisinde kitlelerin gazete okuma alışkanlığı böyle değiştii. Gönül bağı kurmadığı takdirde düzenli bir okuyucu olmuyor.

>> Tavır mı bekliyor okuyucu?
Enformasyon çağında bekliyor. Yazdığın haberde yalan söylemiyorsan ortada bir hırsızlık varsa bunu başlığınla yorumlayabilirsin. Bir örnekle açıklayayım BirGün’ün manşetlerini önceden yadırgardım ama daha sonradan bu dönüşümü de esas alarak bu konuda yanıldığımı anladım, bunu bir yazıda da dile getirdim.

>> Osmanlı’nın sonlarına doğru ortaya çıkan gazete serüveniyle başlıyor kitap. İlk gazete devlet destekli çıkıyor, iktidar-medya ilişkisi açısından bugünden bakılınca manidar değil mi?
Oldukça dikkat çekici bir durum. Bizde gazetenin serüveni dönemin padişahı 2. Mahmut’un batılı görünme ‘hevesinden’ yola çıkılarak başlıyor. Gazeteciliğin ilk dönemlerinde devlet memuru gazeteciler görüyoruz.

>> Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde de bu durum devam ediyor gibi...
Evet ilk dönemlerde de çok büyük bir değişim yok. Yönetim değişiyor ama durum değişmiyor.

>> Demokrat Parti’ye geçelim istersen buradan. O dönemin başlangıcı için ‘Bir Yetmez ama evet iyimserliği’ diye bir tanımlaman var.
O dönemi AKP’nin 2007 yılına kadarki iktidar olma sürecine benzetiyorum. İlk başlarda görece esnek uygulamalar ardından ise basına yönelik çok ciddi bir sansür ve baskı ortamı oluşuyor. O dönem oldukça garip uygulamalar var.


>> Kitapta oldukça ilginç hatırlatmalar da var. 6. Filo eylemleri ve ardından Kanlı Pazar diye bilinen solcu öğrencilere yönelik saldırıların dönemin İslamcı ve milliyetçi basını tarafından nasıl alt yapısının oluşturulduğu anlatılıyor.
O konuyla ilgili en öne çıkan isim Mehmet Şevket Eygi. Kendisi hâlâ hayatta. Kitapta onunla ilgili bir bölüm var. Kendisinin o dönem yazdıkları ile Gezi Direnişi sürecinde yazdığı iki yazıyı karşılaştırdım. Birbirine paralel. Hedef gösterici ve İslamcı ifadelerin yoğun olduğu kutuplaştırıcı iki yazı. Bunca zaman geçmesine rağmen aynı kafada bir isim aslında.

>> Takdire şayan bir durum aslında. Neredeyse yarım asırdır gerici.
Kendisine sormak lazım tabi. Kısacası o dönem içerisinde de bu dönemde de hedef göstermekten geri durmayan bir kafa yapısı var. Kabataş olayı büyüseydi tıpkı Kanlı Pazar’ı andıran bir ortam yaratacaklardı.


>> 80 sonrasına gelmek istiyorum. 24 Ocak kararları, neo-liberalizm ve Özal süreci. Bu akımdan medya nasıl etkileniyor?
Medya hızlı biçimde adapte oldu bu sürece. Bu dönemde en etkili adım medya dışı sermayenin medyaya hakim olmaya başlaması. Buradaki kilit isim ise Aydın Doğan. Aydın Doğan
1979 yılında bu alana giriyor ve Milliyet’e ortak oluyor. O dönem açıklamalarında ortaklık payını gerçekte var olduğundan az gösteriyor çünkü tepkilerden korkuyor. Yine 80’li yılların ilerleyen dilimlerinde Kıbrıslı işadamı Asil Nadir’in medyaya dönük yatırımları var.


>> Yeni bir tipoloji mi açığa çıkıyor?
Elbette. Bu durumun en simgesel isimlerinden bir tanesi olan Ertuğrul Özkök’ün 90’ların başında söyledikleri oldukça açıklayıcı. Özkök ‘ben bir işadamıyım, TÜSİAD üyesiyim. Buna göre davranmak durumundayım’ diyor o dönemlerde. Kârlılık, ihale gibi öncelikler ortaya çıkıyor.

>> AKP’nin iktidar olma sürecini medyayla ilişkilendiriyorsunuz kitapta? Nedir bu ilişki?
Medyanın o dönemle ilgili bağı çok az bilinen bir süreç aslında. Araştırma sürecinde beni çok şaşırttı bu dönem.


>> Neydi sizi şaşırtan şey?
2002 yılında bizim gördüğümüz tablo şuydu. Hasta bir isim var başta. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit. Bu kişi artık devleti yönetemez hale gelmiş. Acilen bir şeylerin yapılması gerekiyor. Ancak arşivlere baktığınızda daha farklı bir durumla karşılaşıyorsunuz. Medyanın Ecevit’in hastalığı ile ilgili bilinçli biçimde yoğun bir haber bombardımanı içerisinde olduğu ortaya çıkıyor. Sürekli bu hastalığa vurgu yapılması, gazetelerin sayfalarında bu tarz haberlere yer verilmesi durumu söz konusu. Yine arşiv taramasından gidecek olursam 2002 yazında bir erken seçim operasyonu yapıldığını söyleyebilirim.


>> Nasıl bir operasyon?
Bir yanda Ecevit’in hastalığı kaşınırken diğer yandan da Irak operasyonuyla ilgili tezkere sürecinin hemen öncesinde bir dönem var. Doğan Medya bu dönemde hem ABD ordusunun üstü kapalı biçimde reklamını yaparken diğer yandan da ABD ile görüşmeleri istenilen düzeyde olmayan Ecevit’e yönelik eleştirel bir durum söz konusu. Bu aslında bilinçli ve programlı yapılmış bir şey.Yazılanların düzenli biçimde sunulmasından bunu anlıyoruz.

>> Medya başrolde yani
Çok az tartışılan bir yönü bu meselenin ama başrollerdeki unsurlardan bir tanesi diyebilirim.

>> 2004 yılında Ethem Sancak, Star’ı devralıyor
Bu aslında AKP’nin kendi medya kanallarını oluşturması için attığı ilk adım. Bu itiraf da AKP kurucu üyelerinden Ayşe Böhürler’e ait. ‘Kurulduğumuzda bize destek veren bir medya kuruluşu yoktu bunun için harekete geçtik’ diyor.

>> İlginç bir ifade değil mi? Açık açık ‘parti olarak kendi medyamızı yaratmak istedik’ diyor.
Evet söylüyor bunu açıktan. Hatta ‘Gittik Ahmet Altan’la görüştük’ diyor. Ardından Alev Er gazetenin başına geçiriliyor.

>> AKP’nin 2007 yılındaki ikinci iktidar olma sürecinin öncesinde bir Nokta dergisi süreci var. Andıç haberi gündeme damgasını vuruyor.
Nokta’nın Taraf gazetesinin abisi ya da öncülü olduğunu söyleyebiliriz. Ben Nokta dergisinin bugünden bakıldığında bir amaç doğrultusunda kurulduğunu düşünüyorum. O gün bunu çok anlayamamıştım. Taraf’ın kurulmasından sonrasında bu süreç net biçimde açığa çıktı.


>> Açığa çıkan nedir?
Nokta, nokta atışını yaptıktan sonra AKP’nin ikinci iktidar sürecinde Taraf çıkıyor ortaya. Ben Taraf gazetesini ‘operasyon aygıtı’ olarak tanımlıyorum. Kitapta da bunun altını çizdim.

>> Operasyon aygıtı derken verileriniz neler?
Veriler şunlar: Kritik operasyonla ilgili iddiaların yer aldığı bavulların hepsi bu gazeteye geliyor. Daha önce gazetecilik geçmişini bilmediğimiz polis kökenli tiplerin bir anda türüyor. Birçok haberle ilgili en ufak bir editoryal süzgecin uygulanmıyor. Bunlar elimizdeki çok kuvvetli veriler olarak duruyor.

>> Gezi’de konumu en çok sorgulanan alan medya oldu. Anaakım medyadan başlayalım istersen.
Gezi bu konuda bir kırılmaydı. Genç kuşaklar tepkilerini dile getirmek için sokağa çıktı. Bu kuşak, ağacı için yaşam alanları için direnen kuşak kendisine yönelik devlet şiddetini medyadan göremeyince büyük bir tepki gösterdi. Buradan da ciddi bir farkındalık oluştu. İnsanlar o süreçte TRT’nin önüne gitmediler özel kanalların önüne gittiler.

>> Neden?
TRT’den ümidi kesmişlerdi zaten. Tarafsız görmüyorlardı TRT’yi. Temel neden bu bana kalırsa.

>> Bu eylemlerin bir faydası oldu mu?
Yandaş medya için değil ama ana akım medya için oldu diyebiliriz. Büyük tepkilerden korktular.


>> Yandaş medyaya dönecek olursak. Kaç yıldır medya üzerine çalışan bir insansın, ağaçla röportaj yapılmasını nasıl yorumluyorsun?
Bu kadar hayali, fantastik gerçekle bağını koparmış yalanlar üzerine kurulu bir haber anlayışı zor bulunur. Özellikle yandaş medyanın daha da özele inecek olursak yandaş gazetelerin bu yalan haberleri inandırıcılık kaygısıyla yaptığını düşünmüyorum ben. Gazete okunurluk oranının ne kadar düşük olduğunu da eklersek buna etkilerinin sınırlı olduğunu söyleyebiliriz.

>> Akit gibi gazeteler de var. İslamcı kitleleri harekete geçirme kaygısıyla hareket ediyorlar.
Akit konusundaki tespitim şu: Akit AKP’nin bilinçaltını temsil ediyor.

>> Ana akım ve yandaş medyanın dışında kalan ‘Kral çıplak’ diyen medya kanalları da var. Bunları nasıl değerlendiriyorsun?
Gezi’den sonra bu kanalların değeri çok arttı. Kimse Halk TV’nin adını bilmezken şimdi hayatlarına girdi. BirGün gazetesi 8000-9000 bandındayken 30 binlere çıktı. Bunlar şişirme değil gerçek.