‘Kadının adını koyduk’ deme hadsizliği bile bu topraklardaki en köklü hareketin kendisine bir hakaretken 18 yıldır yaşamları çalınan kadınların faillerine çanak tutan ve kazanılmış haklarını tırpanlamaya çalışan bir iktidarın, Türkiye’de kadınlara dair adını koyduğu tek şey kadın düşmanlığıdır!

AKP, Türkiye'de kadın düşmanlığının adını koydu

BirGün Kadın

AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, Meclis’te yaptığı konuşmada "Bu ülkede AK Parti gelene kadar 'kadın' kelimesinin adı yoktu Türkiye’de" dedi.

AKP’nin ‘kadın’ın adını nasıl koyduğunu inceleyecek olursak aile politikalarının, ki bu onlar açısından kadın politikası anlamına geliyor, iki ekseni olduğundan söz edebiliriz.

İlki ideolojik mücadele ve İslamizasyon politikası, ikincisi ise kamusal alanının sil baştan dizaynını hedefleyen sosyal politikalar.

İdeolojik mücadelenin kabaca ailenin yüceltilmesi, örtünmenin güzelliği, mahremiyetin kutsallığı gibi argümanlar üzerine kurulduğunu söylemek mümkün. Kadın bedenini, kimliğini, emeğini ikincil hatta yok hükmünde görmek de cabası. İdeolojik olarak ‘yok’ olan kadın pratikte erkeğe sunulmak/onla birlikte anılmak/ona hizmet etmek vb. biçimlerde ‘var’ oluyor. Erkek şiddetinde çan eğrisinin en tepe noktalarının görülmesinin sebepleri burada yatıyor. “İtaat yok, isyan var” dedikçe iktidar tarafından şişirilen erkeklik balonu patlıyor.

İkincisi ise sosyal politikalar. 2011 yılında “Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı”nın kapatılarak “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”nın açılmasıyla kadının adı aile içine gömülüyor, sonra TBMM kadın erkek eşitliği komisyonları il kurullarından tasfiye ediliyor. Dönemin başbakanı Erdoğan, “Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz. Bizim için aile önemli.” diyerek her zamanki açık sözlülüğünü sergilemişti. Bu adımlarla, kadının adını devlet mekanizmasından tamamen silmek önemli bir icraat oluyor ve kaba tarifi ile bakanlığın adına da bakılırsa devletle muhatap olmanın ön koşulu, ailenin içinden seslenmek haline getiriliyor. Gericilerin hedefi olan İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının ana eksenini de bu bakış oluşturuyor.

6 Haziran 2016’da Erdoğan’ın, KADEM hizmet binası açılışında yaptığı konuşmayı hatırlayalım: “Kadının iş hayatındaki konumu onun anneliğini asla geriye atmamalıdır. ‘Çalışıyorum’ diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. Anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır. Anneliği reddetmek, insanlıktan vazgeçmektir. Her fırsatta en az 3 çocuk tavsiye ediyorum.”

***

Kamusal alanda kendi adına konuşan bağımsız kadın figürünü ortadan kaldırmaya dönük ‘fıtrat’, ‘fetva’ söylemleri ‘laikliğin tasfiyesi’ ya da sosyal politikaların inşasında hak, adalet, özgürlük, eşit temsil gibi temel kavramların izinin dahi kalmaması da aynı sürecin önemli parçaları haline geliyor. Geçmişte kız çocuklarının okutulmaması, zorla evlendirilmesinin sonucu olarak bugün, ekonomik özgürlüğü olmayan ve erkeğe bağımlı kadınların artması AKP tarafından bir rejim düzeni haline getitirildi.

2015 yılında, resmî nikah belgesi olmadan nikah kıyan imamlara verilen cezayı kaldırdılar. Böylece çocuk yaşta evliliklerin önü gayri şer-i bir düzenleme ile açılarak kız çocuklarının, bugünü ve geleceği işgal altına alınmaya başlandı. Boşanma oranlarının giderek artmasıyla aynı yıl içerisinde mecliste boşanma komisyonu kurdular. Erkek şiddetini değil, boşanmaları engelleme niyetindeydiler. Ne de olsa aile her daim kutsaldı! 2016 yılında nasıl "15 yaşını tamamlamamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışın cinsel istismar sayılacağı" hükmünü iptal ettilerse 2020 yılında da “Çocuk istismarı faillerine evlilikle af düzenlemesi” yasa tasarısını geçirmeye çalışıyorlar. Bu düzenlemeler çocuk istismarını meşrulaştırdığı gibi, failleri evlilik halinde affetmeyi hedefliyor. Ağzında ve zihninde kadını tanımayanlar, konu aile olunca kız çocuklarına ‘kadın’ diyor. Bu düzenlemelerle kız çocukları istismara açık hale getirildiği gibi, rıza kavramı dini literatür içerisinde zina kapsamında tartışılarak akran cinselliği ile cinsel şiddet karşılaştırması yapılıyor. Neydi? Ne de olsa aile her daim kutsaldı! 2019’un gündemiyse kadınların nafaka hakkının kaldırılmasıydı. Boşanmaları engellemek için ekonomik olarak erkeğe bağımlı olan kadınların özgürlüğüne ve yaşamlarına göz diktiler. Yine 2019’da, İstanbul Sözleşmesi ve Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu'na aykırı olduğu halde şiddet gören kadınların uzlaştırma bürolarına çağırıldığına şahit olduk.

***

Biz AKP’yi gerek yandaş medyasından gerekse partili siyasilerin söylemleri ve uygulamaya koydukları politikalardan tanıyoruz.

‘Kadının adını koyduk’ deme hadsizliği bile bu topraklardaki en köklü hareketin kendisine bir hakaretken 18 yıldır yaşamları çalınan kadınların faillerine çanak tutan ve kazanılmış haklarını tırpanlamaya çalışan bir iktidarın, Türkiye’de kadınlara dair adını koyduğu tek şey kadın düşmanlığıdır!