AKP’li yıllarda kültür ve sanatta yaşanan dönemeçleri seçime günler kala Emre Tansu Keten, Nehir Durna ve Sibel Öz yorumladı. Keten, “İslamcı holdinglerin kültürü AKP’nin siyasi amaçları için kullandığını” vurguladı.

AKP’nin bitmeyen savaşı: Kültür
Sanat, Gezi Direnişi’nin önemli bir simgesiydi.

Oğuzcan ÜNLÜ

Raymond Williams kültürü toplumun maddi yeniden üretimindeki hegemonya ilişkileri içerisinde tanımlar. Toplumsal ve kültürel değişim, egemen toplumsal ilişkilerle ve toplumsal üretimdeki süregelen çok yönlü çatışmalarla bağlantılıdır. 2002 yılında iktidar olan AKP devlet erkindeki gücünü yıllar boyunca sürekli arttırsa da kültür ve sanat üretimindeki gücünü eksik gördü.

Recep Tayyip Erdoğan’ın kimi zamanlarda yaptığı konuşmalarda bu eksiklikten dert yandığını görebilmek mümkün. Kültürel alanı fethetme amaçlarına ulaşamayan Erdoğan, var olan kültürel üretime dönük sansüre ve yasaklara başvurdu. 

Peki, kültür ve sanatta iktidar olmak ne anlama geliyor? İktidarı elinde tutan İslamcılar hangi karşıtlıklar üzerinden kültürde etki alanlarını genişletmeyi amaçlıyorlar? 2002’den bu yana kültür ve sanatta hangi hak ihlalleri yaşandı? Muhafazakâr kültür tartışmalarında ve Gezi Direnişi sonrası sol nasıl pozisyon aldı? Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim propagandasında, “sana söz, yine baharlar gelecek” ile 1990’ların pop müziğini kullanmasında görülen nostalji ne ifade ediyor? Bu soruları yazar Sibel Öz, Dr. Nehir Durna ve akademisyen Emre Tansu Keten’e yönelttik.

KÜLTÜR ARAÇSALLAŞTIRILDI

Emre Tansu Keten: Öncelikle kültürel iktidar olunamaz, ancak kültürel hegemonya kurulabilir. Diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de burjuvazinin kültürel hegemonyası vardır. Bu hegemonik konum içerisinde İslamcı ve seküler burjuvazi gruplarının iç çekişmesinden söz edilebilir. AKP öznelinde düşünecek olursak, 1990’larda İslami kültür üretkendi çünkü kendi çaplarında ütopyaları vardı. AKP’nin kurulması İslamcılar arasında kültürel radikalliği ve üretkenliği soğurdu.

AKP iktidarıyla birlikte var olanı savunma çizgisine çekilen İslamcı entelektüeller iddialarını kaybettiler. 2000’lerin başında AKP sanatla ve kültür endüstrisiyle kavga etmedi. İstanbul Modern’in açılışını yaptı, SALT’a destek verdi. AB sürecine uyumlu kültür politikası izledi. Ancak 2011’de kültürel iktidar söylemleri dolanmaya başlandı. Hakan Arslanbenzer isminde bir şair Kültürel İktidar Solda Mı? diye bir kitap yazdı. Zaman’da İskender Pala'nın “Muhafazakâr Sanat Manifestosu” yayımlandı. 2010 referandumunu takiben AKP’nin devlet içerisindeki yerini sağlamlaştırmasından sonra bir kültürel mücadele başladı. İnsanlık Anıtı’na ucube denmesi, Muhteşem Yüzyıl dizisinin hedef alınması gibi saldırgan hareketler yaşandı. AKP Gezi Direnişi’ni kültürel bir yerden okudu. Gezi’yi kaymak tabakanın ayrıcalıklarını kaybetmesine karşı isyanıdır diye değerlendirdi. Cins, Lacivert, İzdiham, Misvak, Hacamat, Derin Tarih gibi taklit dergilerin çıkması, Gezi sonrasında AKP cephesinin karşı cenaha karşı bir cevap yetiştirme kaygısının sonucuydu. İslamcı holdingler ön plana çıktı. Albayrak Holding ve Turkuvaz Holding, AKP’nin bu kültürel atağının öncü kuvvetleri oldular. Kültürel iktidar söylemiyle AKP, kültürel alanı siyasal hedefler için araç haline getirmeyi amaçlıyor. Kültürel alan siyaset için kullanılıyor. Kültürel elitlerin Batıcı, elit ve millete yabancı kültürüyle, milletin bağrından çıkmış, otantik bir yerli ve milli kültür arasında bir karşıtlık yaratılmaya çalışılıyor. Oysa, bu ayrım ve bahsi geçen kamplar, AKP’nin siyasi propaganda aygıtı tarafından yaratılmış ve kimlik siyasetini güçlendirmeye, AKP’ye bir mağdurluk halesi kazandırmaya çalışan hayali kampları ifade ediyor. Kültürel alanda homojen bir araya gelişlerden bahsetmek çok zor. AKP döneminde İslamcılar arasındaki sınıfsal ayrım körüklendi. İrfan Özet’in kitabına göndermeyle, Fatih ve Başakşehir arasındaki duruma bakabiliriz. Kuruçeşme’de Sortie gibi mekanları taklit eden lüks nargileciler bir ihtiyaç haline geldi. AKP dönemindeki sınıfsal zenginleşme İslamcılar arasında kültürel farklılığa yol açtı. Ayasofya ve Taksim Camii kültürel hamleler ve iktidar simgeleri ama bunların başarılı olduğunu düşünmüyorum. 15 Temmuz miti yaratmaya çalıştılar ama bunu da başaramadılar. AKP’nin en başarılı kültürel simgeleri TOGG, İnsansız Hava Aracı (İHA) ve Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA)’dır. Bunlar AKP’nin kültürel potansiyelinin sınırlarını göstermektedir. Nostalji meselesiyle ilgili 1990’ların güzelliğinden ziyade bu dönemin çok kötü olmasıyla ilgili bir durum var. “Ne olsa bundan iyidir” tarzında bir nostaljiyle karşı karşıyayız. AKP'nin kültür politikası daha iyisini ortaya koymak üzerinden değil, niteliğin düşürülmesi, vasatlaşma ve hedef alınan alanların tanınmayacak hale getirilmesi üzerinden ilerliyor. Üniversiteyi ele geçiriyor ve akademik çalışmayı imkânsız kılıyor. Medyayı ele geçiriyor, gazeteciliği buradan kovuyor. Elini attığı her şeyi, kendi dar siyasi çıkarları doğrultusunda kötürümleştiren bir iktidardan söz ediyoruz. Edebiyatta Ketebe Yayınları ve TRT2’yi örnek gösterebiliriz. Üretimde söz sahibi olamıyorsak dağıtımda söz sahibi olarak tekeller yaratalım durumu var. D&R ile perakendeyi ele geçirmek istediler. TRT2’de neden Ken Loach filmi yayınlanıyor? Çünkü bir saat önce anlamsız bir AKP’linin kültür programını yayınladılar. Beyoğlu AKP’nin saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Kadıköy’e göç solun yenilgisidir. Solun Kadıköy’e çekilmesi ve ardından Taksim’in AVM’ye dönüştürülmek istenmesi kültürel saldırıdır. Gezi’den sonra sol kültürel açıdan geriledi çünkü her siyasi yenilgi kültürel yenilgiyi de beraberinde getirir. Gezi’de yenildik ve sonra OT gibi dergilerle bütünleşmiş aforizmatik edebiyat gördük. Bunun mekânsal karşılığı Kadıköy’dür. Müzikte karşılığını birbirine benzeyen isimlere sahip gruplarda gördük. Girişimci zihin her yere girdi. “Kendi isminizi markalaştırmalısınız” düşüncesi telkin ediliyor. İyi eser nitelik üzerinden değil, para kazandırıp kazandırmadığı üzerinden değerlendiriliyor. Üniversitede de girişimci akademisyen diye bir şey var. Solda maalesef girişimciliğin etkisi var. Butik yayıncılık bunun bir örneği. Girişimcilik ideolojisi bütün kültürel alanı etkiliyor.

YASAK MEYVEDEN YİYEMEMEK

Nehir Durna: Kültürel iktidar olmak, kültür ve sanat alanında söz sahibi olmak demektir aslında. Ekonomik sermayeye sahip olmanın doğrudan kültürel sermayeyi de elinde bulundurmak anlamına gelmediği düşünüldüğünde kültürel iktidar olmayı kültürel sermayeyi elinde bulundurmak ve kontrol etmek olarak tanımlayabiliriz.

AKP kültür sanat alanında söz sahibi olmak isteyen muhafazakâr bir anlayış bir kültür ve burjuvazi yaratmaya çabaladı. Kültürel sermayeye sahip olup onu yönetebilmek bu alanda mücadele etmeyi zorunlu kılıyor. Erdoğan kültürel alana nüfuz etmek için bu mücadeleyi muhafazakâr ideoloji çerçevesinde baskı, sansür ve yasaklar uygulayarak sürdürdü. Biz-öteki karşıtlığı üzerinden bir politika üretmeye çabaladı. AKP iktidarı döneminde sanat, evrensel bir ifade aracı olmaktan ziyade muhafazakâr ideoloji çerçevesinde icra edilmesi için teşvik edildi. Sanat muhafazakâr, milli ve yerli kavramlarıyla ısrarla yeniden tanımlanmaya çalışılmış olsa da sanatsal bir anlayış geliştirilemedi. Erdoğan kendi kültürel iktidarını yaratamamaktan şikâyet etti. AKP iktidarının mevcut muhafazakâr, sığ ve yoz bakışıyla kültürel iktidarın oluşması mümkün değil. Kültürel birikim zamanla oluşan, iktidara, otoriteye, baskıya karşı çıkarak, bunlarla mücadele ederek filizlenen, büyüyen, gelişen bir şey. Yasaklanan meyvelerden yemediyseniz kültürel iktidarın bir parçası olamazsınız. AKP seçkinci Batılı sanat anlayışı yerine yerli ve milli Anadolu sanatını muhafazakâr anlayış çerçevesinde inşa etmeye çalıştı ancak başarılı olamadı çünkü muhafazakâr ve otoriter anlayışla sanatın evrenselliği ilkesinin örtüşmez. AKP iktidarı döneminde yerli ve milli olmadığı düşünülen ya da rejime karşı tehdit oluşturduğuna inanılan her tür sanatsal üretim sansüre maruz kaldı. Birkaç tane örnek paylaşacağım. Pandemi sürecinde kısıtlamalardan dolayı çalışamadığı ve devlet desteğinden faydalanamadığı için ekonomik zorluklar yaşayan 100’den fazla müzisyen intihar etti. Kürtçe müzik yapan müzisyenlerin sadece sahne performansları engellenmedi; birçok dava açıldı. Can Candan Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım olarak atanan Melih Bulu’ya ve yönetimine karşı protestolar sırasında Euronews Türkçe’ye verdiği söyleşide “Batı’ya Türkiye’yi şikâyet ettiği” gerekçesiyle Yeni Şafak tarafından hedef gösterildi. Disney+ ve Netflix’in devlet yetkililerinin talepleri doğrultusunda LGBTİQ+ ile ilgili içerikleri sansürlendi. Jeanette Winterson’un Vişnenin Cinsiyeti adlı romanı Muzır Neşriyat tarafından müstehcen bulunarak sansürlendi. Avesta Yayınları’nın ve Ekşi Sözlük’ün aralarında olduğu birçok web sitesine erişim engeli getirildi. İhsan Eliaçık’ın kitabına basım, dağıtım yasağı konuldu ve toplatma kararı verildi. AKP döneminde kültür sanat üretimine dönük yaşanan müdahalelerin en önemli motivasyonu korku iklimi yaratarak iktidara yönelik eleştirilerin sesinin yükselmesine engel olmaktır. İktidarın meşruiyet sorunu söz konusu oldukça baskının ve otoriterliğin arttığını görüyoruz.

BAĞLAM ÇÖKÜŞÜ YAŞANDI

Sibel Öz: Sağcı ya da faşist bir iktidarın kültür ve sanata kolayca nüfuz etmesi mümkün değil. Tiyatro, sinema, bale ve operanın sağdan yol aldığı görülmemiştir ama buna yaslanıp tersi zaten mümkün değil demek doğru değil. Bu alanlar yaşamı yeniden üretmeye dönük alanlar olduğu için ölümcül teorilere kulakları biraz kapalıdır ama bu kültür ve sanatın son 20 yıldaki siyasi değişimlerden etkilenmediği anlamına gelmez. Sinemada durumu cesur ve cahil haliyle Recep İvedik temsil ediyor. Profesör bile olsanız Recep İvedik ensenize şaplak atabilir. Kültürel alanda iktidar oldularsa Recep İvedik timsali olabildiler. Nostalji bazı durumlarda sağ tarih kurulumu anlamına gelebilir.

1990’ların özlenmesiyle ilgili sorduğunuz soru, “Çocukken babamdan bir sürü şiddet gördüm ama onların hiçbirini hatırlamıyorum; hep pikniğe gittiğimizi hatırlıyorum” durumuna benziyor. 1990’larda vahşet olduğunu hatırlamalıyız. Nerelerde nefessiz kaldık, nerelerde eğlendik onu değerlendirmek lazım. Gezi Direnişi’nden sonra, 1980 döneminde yaşanan “karıştır barıştır” politikasına benzer bir durumla karşı karşıya kaldık. OT gibi dergilerin kapağında Oğuz Atay, Müslüm Gürses, Che Guevara gördük. Bağlam çöküşü hepimizi kuşattı. Oğuz Atay’la Müslüm Gürses’i hangi bağlamda bir araya getirebiliyorlar? Bağlam olmayınca her şeyden her şey üretilip, her şey kabul edilebiliyor. Kültür ve sanat alandaki egemenlik iddiaları arabesk hava olarak yansıdı. Arabesk sınıfsal açıdan soylulaştırılıyor artık bu figürler gecekonduda yaşamıyor. 20 yıldır yaşadığımız ruh hali solda arabeskin olduğunu gösteriyor. Deprem sonrasında ilginç bir olay yaşandı. Oksijen gazetesi deprem fotoğraflarını bazı edebiyatçıların cümleleriyle yayımlamayı denedi. Halk çok büyük tepki gösterdi. “Edebiyat yapmayın” cümleleri kuruldu. Kayıplar yazılır ama burada başka bir şey vardı. Halk burada dinlemek istedi. Bu sadece depremin travması değildi. Edebiyatın AKP döneminde ne kadar hayatın dışında bir yere düştüğünü gösterdi. Bugün Yaşar Kemal yaşasaydı ve enkazda şiir okusaydı kimse ona edebiyat yapma demezdi.