Siyaset bilimci Alev Özkazanç, Mülkiyeliler'de düzenlenen söyleşide dünya genelinde yükselen otoriter popülist rejimlerin tarihsel kazanımlar için büyük tehdit oluşturduğunu ancak feminizmdeki dönüşümlerin ve büyük kitleselleşmenin direnişleri güçlendirdiğini söyledi.

Kaynak: Haber Merkezi
Alev Özkazanç: “Otoriter popülist söylemler toplumsal cinsiyet karşıtlığını besliyor”

Toplumsal cinsiyet ve feminizm üzerine çalışmalarıyla tanınan siyaset bilimci Alev Özkazanç, Corpus Dergi’nin Mülkiyeliler’de gerçekleştirdiği söyleşide otoroiter popülist söylemler (göçmen karşıtlığı, milliyetçilik, toplumsal cinsiyet karşıtlığı vb.) ile neoliberalizmin krizi arasındaki bağı; İstanbul Sözleşmesi, LGBT+’lar, kürtaj hakkı ve aile tartışmalarını değerlendirdi.  

Adına ister radikal sağ, yeni sağ, alternatif sağ, sağ popülizm isterseniz ulusalcı-popülist, proto-faşizm, neofaşizm denilsin, otoriter popülist rejimler ya da hareketler küresel boyutta yükseliş gösteriyor. 

Özellikle 2010 ve 2015 sonrasına bakıldığında bu yükselişi daha net şekilde görülüyor. Trump, Putin, Erdoğan, Bolsanaro, Milei, Orban, Kazinski, Modi, Wilders, Meloni ve Le Pen gibi isimler bu bağlamda sayılabilir.

OTORİTER POPÜLİZM NEDİR, KİME OTORİTER POPÜLİST DENİR?

Alev Özkazanç, otoriter popülist siyasetçilerin genel özelliklerinin etno-milliyetçi, ırkçılık, yerli-millici, AB karşıtı, göçmen karşıtı, anti-küreselci, anti-liberal, anti-demokratik, anti-elitist olarak sıraladı. Özkazanç, şunları söyledi:

“Ototriter Popülist, temelde siyasal alanı halk ve kurulu düzen olarak ikiye bölen popülist bir mantıktır. Fakat bunu sağcı otoriter bir içerikle yapmaktadır. Liberal-demokratik değerlere karşı, insan hakları ve sivil toplum ve demokratik kurumlara da karşı, küresel neoliberalizmin yarattığı toplumsal ve siyasal sorunlara karşı sağcı bir tepkidir. C. Mouffe’ın ifadesiyle, ‘Populist momentin bir semptomudur bu gelişme.’”

“OTORİTER POPÜLİZM, NEOLİBERALİZMİN KRİZİNDEN BESLENİYOR"

Bu gelişmelerin neoliberal hegemonyanın 2008 ile başlayan krizinin sonuçları olarak da okunabileceğini belirten Özkazanç, 2010 civarında Arap Baharıyla başlayan süreçte tüm dünyanın sol hareketlere sahne olduğunu ve Meydan Hareketlerinin, neoliberal hegemonyanın kırılmasını temsil eden ilk büyük hareketlenmeler olduğunu ifade etti.

Özkazanç bu bağlamda şunları söyledi:

“Sol dalganın geri çekimesinin ardından alanı sağcı-faşizan tepkiler kaplamıştır. Otoriter popülist rejimler, neoliberalizmin yol açtığı yaygın toplumsal çözülmeye ve hoşnutsuzluklara hitap etmektedir. Bu sağcı yükselişin kurucu bir parçası da, toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı hareketlerdir. Bu hareketler de 1994’ten itibaren Vatikan öncülüğünde başlamıştır. Fakat 2010’larda kitlesel bir karşı-harekete dönüşmüştür. Karşı Hareket, içinde dinci kesimler ağılrlıkta olsa da geniş bir seküler koalisyon gibi çalışmaktadır. Karşı-hareket, 1970 sonrası kadın hareketinin ve LGBTi’lerin kazanımlarına karşı bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır.”

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, KÜRTAJ KARŞITLIĞI VE AİLE

Avrupa’da karşı-hareket ekseninde üç temel hedefin olduğunu vurgulayan Özkazanç, eşcinsel evlilik ve eşcinsel haklarına, kürtaj karşıtlığı ve çocuklara cinsel eğitimlere karşı taleplerin, İstanbul Sözleşmesi’ne de karşıt olan özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden geldiğini belirtti. Özkazanç şunları da ifade etti:

“Doğu Avrupa ülkelerinin İstanbul Sözleşmesi’ne olan karşıtlığının temel argümanı şu biçimde açıklanabilir: Toplumsal cinsiyet ideolojisi (gender ideology) diye adlandırdıkları şeye itiraz etmektedirler. Onlara göre toplumsal cinsiyet ideolojisi, küresel elitler tarafından üretilen ve dayatılan bir şeydir, amacı da toplumun temel direği olan aileyi yıkmak, milli varlığı zayıflatmak, bazı ülke nüfuslarını azaltmak, insanları  atomize ederek, cinsiyetsizleştirerek daha kolay yönetilebilir hale getirmek gibi akla yatkın olmayan argümanları bulunmaktadır.”

DİRENİŞ GÜÇLENİYOR!

Bu söylemlerin otoriter sağ içinde diğer temalarla (milliyetçilik, göçmen karşıtlığı, anti-elitizim, anti-liberalizm, anti-küreselcilik gibi) eklemlendiğini vurgulayan Özkazanç, cinsellik ve cinsiyet sorununun üreme, cinsellik, haz, özerklik korkusu gibi pek çok nedenle politikleştiğini belirtti.

Özkazanç son olarak, ABD’de kürtajın anayasal hak olmaktan çıkarılması, Polonya’da kürtaj yasağı, Rusya’da LGBTİ+ örgütlerinin aşırılık yanlısı olarak yasadışına çıkarılması, Türkiye’de son dönemdeki baskı ve yasaklar, İstanbul Sözleşmesi, Medeni Kanun değişikliği hazırlığı gibi somut durumlarla, sağ-popülist rejimlerin tarihsel kazanımlara çok ciddi tehdit oluşturduğunu belirtti.

Bununla birlikte “Direnişler güçleniyor” diyen Özkazanç, 2010 ve 2015 sonrası feminizmdeki dönüşümlerin ve büyük kitleselleşmenin, 2015 Amerika, 2016 Polonya, 2017’de 50 ülkede yapılan Uluslararası Kadın Grevi, 2017 ve 2018 İstanbul Gece Yürüyüşü, 2018 Arjantin, ve Şili, 2020 Hindistan, 2022 İran Mahsa Amini protestoları gibi yüzbinleri, milyonları harekete geçiren kadın eylemlerinin, ayrıca dijital aktivizmin, 2017 'metoo' ve küresel etkisinin, popüler feminizmin yükselişinin önemli adımlar olduğunu vurguladı.