Bir Alevi açılımıdır almış başını gidiyor. Yıllardır bir türlü sonlandırılamayan bir açılım bu. Esasında amaç “sorun” olarak görülen bir hadisenin çözülmesi ise sürecin bu kadar uzamaması gerekirdi

Alevi açılımı üzerine

AYDIN TONGA*

Bir Alevi açılımıdır almış başını gidiyor. Yıllardır bir türlü sonlandırılamayan bir açılım bu. Esasında amaç “sorun” olarak görülen bir hadisenin çözülmesi ise sürecin bu kadar uzamaması gerekirdi. Öyle ya Alevilerin yaşadıkları sorunlar toplantı üzerine toplantı yapılacak, kameralar önünde her defasında açıklama getirilecek ama bir türlü neticelendirilemeyecek türden sorunlar değil ki.

Kaldırırsınız zorunlu din dersini, cemevlerini ibadethane olarak tanırsınız, Alevi köylerine zorla cami yapmaktan vazgeçip imam atamazsınız; Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili en adil ve kabul edilebilir düzenlemeyi hayata geçirirsiniz olur biter. Çok mu zor bu talepler; eşit yurttaşlık temelinde meseleye yaklaştığınızda yukarıda sıralanan taleplerin bir Meclis oturumunda düzenlenecek yasalarla çözülmesi gerekirdi. Eğer amaç samimi olarak Alevilerin inançlarını bir “hak” olarak tanımaksa, konunun bu doğallık içerisinde çözülmesi gerekirdi. Hal böyle olmadığına göre “Alevi Açılımı” ile amaçlanan nedir peki?

Ahmet Davutoğlu geçenlerde gazetecilere verdiği demeçte, amaçla ilgili bir ipucu veriyor sanki. Diyor ki çiçeği burnunda Başbakan, “Maraş’ta, Dersim’de, Sivas’ta yaşananlar belli. Aleviler nasıl hâlâ CHP’ye oy veriyorlar anlamıyorum.” Sorunun içeriğinin tahlili ya da Alevilerin ağırlıklı olarak CHP’ye niye oy verdiği başka bir yazının konusu da, konu dışı olmayan şey şu; Alevilerin siyasal tercihlerinin sorgusunu yapmak Davutoğlu’na mı düşüyor? Eğer o içinden geldiği geleneğin tarihine bakarsa bu soruyu niye sorduğumuzu anlar. Ötesi Davutoğlu sorduğu soru ile neyi amaçlıyor; Aleviler mensubu olduğu partiye mi oy versin?
Eğer Davutoğlu’nun amacı bu ise bize de haklı olarak şu soruları sormak düşüyor.

Sivas katillerinin avukatlarını Meclis başta olmak üzere devletin en üst düzey kadrolarına taşıyanlara mı oy versin Aleviler? Ecdadımız diye yerlere göklere sığdıramadığı Osmanlı hayranı siyasetçilere mi oy versin Aleviler? Ne yani hali hazırda köylerine zorla cami yapan iktidara mı oy versin Aleviler? Ne yapsın Aleviler, canlarının yakıldığı ‘Madımak Müzesi’nin içine katil adlarını da yazdıranlara mı oy versin Aleviler? Alevilerin niye CHP’ye oy verdiği değil ama niye çok büyük oranda bu iktidara oy vermediği yeteri kadar açık değil mi?

Başta babası, kardeşleri ve yeğenleri olmak üzere binlerce kişinin canına kıyan Yavuz’un hamilerine mi oy versin Aleviler? O Yavuz ki, şeyhülislamları ve sadrazamları ile on binlerce Alevinin celladı olmuştur. Şimdi O celladın adını 3. Köprüye veren bir iktidara mı oy versin Aleviler? Dahası mesele sadece Alevilerin kendi önderlerinin, dede, baba ve mürşitlerinin başına ilmik geçirerek, kitlesel halde onları katledenlerin destekçilerine karşı olmakta değildir. Bu inancın muhafazası ve onuru için, Aleviler siyasal tercihlerini, insan hak ve eşitliğini başat öğe olarak kabul eden yapılardan yana kullanırlar, kullanmalıdırlar da.
“Canan bizim canımızdır/Teni bizim tenimizdir/Sevgi bizim dinimizdir/Başka bir dine inanmayız” diyen bir inancın yoldaşlarıdır ki Aleviler, 15 yaşındaki çocuğu 16 kilo olarak mezara gönderen, bu da yetmiyormuş gibi, arkasından annesini yuhalatan bir zihniyete sahip çıkabilirler mi? Sahip çıkabilirler mi onca haksızlık, rant, yağma gerçeği ortadayken; madenlerde ölümler neredeyse kitlesel hale gelmesine rağmen tek bir yetkili kişi istifa etmiyorken…  Sahip çıkanlar, bu siyasal yapıya göz kırpanlar yok mudur peki?

El cevap vardır tabii ama hatırlatmalı ki, Hızır Paşa da Pir Sultan Abdal’ın mürididir. Pir Sultan sofrasında oturan Hızır Paşa, eski yoldaşlarının katline ferman yazan Osmanlı’nın sofrasına oturmuştur, neden bugünün Hızır Paşaları o sofralara oturmasın.

Açılım diye başlamıştık yazımıza. Oradan devam edelim. Yeni bir inanç inşa edilmiyor memleketimizde; yüzyıllardır bilinen Alevi inancının neyi açılıma muhtaçmış ki, kabul ettirmeye, halkla tanıştırılmaya çalışıyor. Dahası kendileri de Alevileri geçmişten bugüne gayet iyi tanıyorlar. Öve öve bitiremedikleri Osmanlı’dan, Osmanlı’nın eli kanlı fetvacılarından yakinen iyi biliyorlar Alevileri. Fakat şöyle bir sorun var burada, bir taraftan Alevi kıyıcılarını göklere çıkaracaksın, adına methiyeler düzeceksin, ecdadımız diyerek inleteceksin yeri göğü öbür taraftan “Alevi Kardeşlerimiz” diyeceksin, açılım yapacaksın; samimiyetsizlik böyle bir şeydir işte.

Örnek mi, buyurun:
Soru: Kızılbaş topluluğunun şeriat uyarınca toplu olarak katledilmeleri helal olup, katl eden gazi ve bu sırada Kızılbaşlar tarafından öldürülenler şehid olur mu?
El cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri helal olup, bu din uğruna yapılan büyük savaştır. Bu savaşta ölmek te şehitliğin en ulusudur.
Soru: İmamı Azamın Kızılbaş sapkınları ile daha savaşa tutulmadan, onların esir alınabilecekleri görüşünde olduğu söylenir.
Buna göre; Kızılbaş kadınlarını esir alıp birleşmekle, İslam askerlerine güç ve kuvvet geliyor, din düşmanları ise güçsüz düşüp aşağılanıyorsa bu görüşe dayanarak hareket etmek şeriat kurallarına uygun olur mu?

El Cevap: Olur.
Soruların muhatabı Osmanlı’da Kanuni ve II. Selim, III. Murad, III. Mehmet, dönemlerinde 28 yıl şeyhülislamlık yapan bunun dışında kazasker, kadı ve müderris olarak görev yapan Ebussuud. Adına okullar açtırılan, “saygıyla” yâd edilen bu zat yukarıdaki sorulara verdiği cevaplarda, açıkça görüldüğü üzere Alevilerin topluca katledilmesini ve Alevi kadınlarına tecavüz edilmesini onaylıyor. Dahası bunu bir “din adamı” olarak yapıyor.
Ama ne oluyor dönemin başbakanı bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan Çorum’da “Çorumlular Ebussuud Efendi ile gurur duyuyorsa, biz de Çorum’la sizlerle gurur duyuyoruz” diye huşu içinde bağırıyor. Yalnız o da değil Ebu Suud ile gurur duyan. Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nde Ebussuud övgülerinden geçilmiyor.

Bakın o ansiklopediden bir pasaj
“Kanûnî Sultan Süleyman’ın kendisine büyük bir saygı duyduğu ve Süleymaniye Camii’nin temelini teberrüken ona attırdığı bilinmektedir. Padişahın Sigetvar seferinde iken yolda yazdığı ve hasta olan Ebüssuûd’un hatırını sorduğu mektubuna, “Halde haldaşım, sinde sindaşım, âhiret karındaşım, tarîk-i hakda yoldaşım Molla Ebüssuûd Efendi Hazretleri” diye başlaması ve “bende-i hudâ Süleyman Hân-ı bî-riyâ” diye bitirmesi onun padişah nezdindeki itibarını göstermektedir. Kanûnî’nin oğlu II. Selim de Ebüssuûd’a gereken saygıyı göstermiş, hatta Hurûfîlik’le suçlanan çok sevdiği musâhibi Celâl Çelebi’yi onun isteği üzerine saraydan uzaklaştırmıştır.” Görüldüğü üzere siyasal İslamcıların dillerinden düşürmediği “Sultan Süleyman” diye övünüp durdukları Padişahları da, yoldaşı, kardeşi, sırdaşı olarak görüyor Ebussuud’u.

 Diyanet Ansiklopedisi’nde bu satırları kaleme alan zat ise pek bir tanıdık. Bu isim özellikle geçtiğimiz dönemlerde Gezi karşısında yaptığı yorum ile adını duyuran Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Ahmet Akgündüz’den başkası değil. Malum şahıs “Gezinin dinsizler, PKK’liler, sarhoşlar, faizciler ve CHP zihniyeti tarafından tertiplendiğini ifade edip, Gezi Direnişi’nde hükümetle görüşmeye gidenleri de “Cami düşmanı mimarlar, komünist sendika liderleri, Müslümanları katleden Esadçılar, Alevilikten nasibi olmayan ve o adı kullanan dinsizler” olarak itham etmişti.

Adı bile hadiseyi problemli hele getiren “Açılım” toplantıları işte bu ve benzeri zihniyetin bakış açısıyla tertipleniyor. Einstein’ın dediği gibi  “Hiçbir sorun, o sorunu yaratan zihniyetle çözülemez.” Maraş Katliamı’nda adı geçen isimlerden Ökkeş Şendiller’i Alevi Çalıştayı’na davet edenler, hali hazırda asimilasyonu politikalarını sürdürenler, Alevi politikacıları kimlikleri üzerinden yuhalatmaya çalışanlarla olacak iş değildir “açılım” meselesi. Kaldı ki, bir inancın yolu, anlayışı, sahip çıktığı değerler de öyle “pazarlıklara” konu olacak bir biçimde kabul ettirilmez. Pazarlığı çokça tüccarlar yapar, yol erenlerine düşen tüccarlık değil, hak ve hakikat insanı olmak; inancının izinde yürümektir.
    
*Araştırmacı Yazar