İslam coğrafyalarında yeşil kuşak projesini hayata geçirmeye çalışan ABD, Latin Amerika’da, bu Katolik&Hispanik dünyada, karşı devrimci paramiliter güçler ve askeri darbelerle işbaşı yapacaktı.

Allende'nin AK 47'si
Allende, faşist darbeye direnirken şöyle demişti: “Bu koşullarda, sözlerim sadece işçilere: Teslim olmayacağım…”

Serhat Halis

11 Eylül’ü pek çok insan 2001 yılında gerçekleşen İkiz Kuleler’e yönelik saldırının yıldönümü olarak hatırlıyor. Bilindiği üzere saldırıyı “El Kaide” isimli İslamcı örgüt gerçekleştirmişti.

11 Eylül tarihi, pek çok başka insana ise 1973 yılında Şili'de gerçekleşen ve Salvador Allende'nin ölümüyle sonuçlanan faşist darbeyi hatırlatır.
Birbirinden bağımsız gibi görünen bu iki ayrı “11 Eylül” vakası, aslında pek çok bağlamda ilişiktir.

İslamcı terör; emperyalist bumerang

El Kaide, esas gelişimini Afganistan’da Taliban şemsiyesi altında tamamladı. Taliban ise ABD’nin Afganistan’da 1978 yılında iktidara gelen sosyalist hükümete karşı organize ettiği bir yapılanmaydı.

Özcesi, ABD’nin Afganistan’daki sosyalist hükümete karşı İslamcı grupları silahlandırması, zamanın ileriki bir aşamasında, bir bumerang gibi dönüp kendisini vurmasıyla sonlandı.

ABD, özellikle ikinci paylaşım savaşı sonrasında, dünya halklarının umudu olarak yeşeren Sovyetlere ve Marksist fikirlere karşı amansız bir saldırı içine girdi. Bu saldırının “başyapıtlarından” biri de, İslam ülkelerinde, “kızıl yayılmaya” karşı duracak bir “yeşil kuşak” oluşturmaktı. İşte Taliban bu yeşil kuşak projesinin önemli bir ayağıydı.

Faşist cunta; emperyalist darbe

1959 yılında gerçekleşen Küba Devrimi ve devrime öncülük eden Fidel Castro, Che Guevara, Camilo Cienfuegos gibi karizmatik liderler; başta öğrenciler olmak üzere, tüm dünyada büyük heyecan yaratmıştı. Vietnam direnişi ve Ho Chi Minh rüzgarı, Pasifik ve Atlantik’i aşarak her iki yandan karşı kıyılara ulaşmıştı.

Kapitalizm, işçi ve öğrenci direnişleriyle içeriden zorlanırken, henüz sosyalist muhtevada olan ulusal kurtuluş mücadeleleriyle de dışarıdan kuşatılmaktaydı.

Ustaların metaforuyla söyleyecek olursak dünyada bir hayalet dolaşmaktaydı. Latin Amerika’da bu hayalet sert esen devrimci bir rüzgâra dönecekti. O yıllarda gerilla mücadelesi ve ivme kazanan öğrenci hareketleri, Latin Amerika’da cihanın diğer kara parçalarına nazaran daha şiddetli bir sıçrama gösteriyordu.

ABD ve bir bütün olarak emperyalist dünya bu devrimci dalgayı dindirmek için her türlü yola başvurdu. Bu uğurda silahlar dağıtılacak, filmler çekilecek, akademilere ısmarlama makaleler yazdırılacaktı.

İslam coğrafyalarında yeşil kuşak projesini hayata geçirmeye çalışan ABD, Latin Amerika’da, bu Katolik&Hispanik dünyada, karşı devrimci paramiliter güçler ve askeri darbelerle işbaşı yapacaktı. Nitekim Latin Amerika yakın tarihi, ABD’nin organize ettiği askeri darbelerin derin izlerini taşır.

Santiago’nun 11 Eylül’ü

Kuşkusuz bu izlerden biri, başka bir 11 Eylül faciası olarak biliniyor. 11 Eylül 1973 günü, Şili’de yeryüzünün seçimle iktidara gelmiş ilk Marksist yönetimine karşı kanlı bir plan hayata geçti.

ABD destekli ordu birlikleri başlarında Pinochet olmak kaydıyla, 11 Eylül sabahı zırhlı birliklerle içinde başkan Salvador Allende’nin olduğu devlet sarayını kuşattı.

Allende elinde yakın dostu Fidel Castro’nun kendisine hediye ettiği Sovyet yapımı AK 47 silahıyla sarayın koridorlarında direnişe geçerken görüntülenecek, bu anları gösteren fotoğraflar Marksist dünyanın belleğine kazınacaktı.

Pinochet ve ordunun ihanetine uğrayan Allen’de, darbe esnasında La Moneda’dan yaptığı konuşmayla halka seslenecekti. O sabah Santiago’daki evlerinde radyolarını açan Şilililer hışıltılı yayından Allende’nin metalik sesiyle karşılaştılar: “Bu koşullarda, sözlerim sadece işçilere: Teslim olmayacağım…”

Konuşmanın ardından kendisine teslim olması için verilen 15 dakikalık süre henüz dolmadan hava kuvvetlerine bağlı uçaklar, devlet sarayı La Modena’yı bombalayacaktı. Dakikalar sonra devlet sarayı düştü ve Allende’nin Castro’nun hediyesi olan tabancayla intihar ettiği söylendi.
Tam da bu noktada, Şili’nin taze devlet başkanı Gabriel Boric’in “yeni Allende” olarak lanse edildiğini hatırlamakta fayda var.

Marksist bir çizgide olan Allende ile pembe dalga solun yeni figürü Boric arasında nasıl bir ortaklık kurulabilir belirsiz. Ancak Küba’yı ve Castro’yu kötü bir diktatörlük olarak gören Boric ile Castro’nun yakın dostu ve Küba’nın candan müttefiki Allende arasında keskin bir ideolojik karşıtlık olduğu açık.

11 Eylül’den 11 Eylül'e

Evet, bugün Şili'deki Marksist iktidarın kanlı bir darbeyle yıkılmasının ve başkan Allende’nin yaşamını yitirmesinin 49’uncu; ABD’deki İkiz Kuleler’e düzenlenen uçaklı saldırıların ise 21. yıldönümü.

Her iki 11 Eylül faciası da ABD’nin emperyalist politikalarının farklı düzey ve konseptlerde açığa çıkan sonuçları.