Almanya’da göçmen düşmanı planları açığa çıkan aşırı sağcı AfD’ye karşı yüzlerce kentte kitlesel yürüyüşler düzenledi. Merkez sağdan komünistlere kadar yüz binlerce kişi, yükselen faşizme karşı sokaklara döküldü.

Almanya faşizme karşı direniyor
Düsseldorf'ta bir araya gelen yaklaşık yüz bin kişi, faşizme tepki gösterdi. (Fotoğraf: AA)

Ezgi GÜNEYTEPE / Almanya

Almanya’da Postdam yakınlarında, Kasım 2022´de üst düzey AfD (Almanya için Alternatif) yöneticileri, zengin iş insanları ve Neonaziler bir otelde “gizli” bir buluşma gerçekleştirdi. Bu toplantıda iki Hristiyan Demokratlar Birlik (CDU) üyesi, milliyetçi-muhafazakârlar, hukukçular, doktorlar ve siyasetçilerin katıldığı öğrenildi. Toplantının ana teması ise, Alman vatandaşlığına geçenler dâhil, göçmenlerin ülkelerine geri yollanması etrafında oluştu. Büyük bir infial yaratan “gizli” buluşma, tarihsel bir tekrarı da gözler önüne seriyor. Nazilerin de benzer “gizli” toplantılar yapmış olması, Alman toplumunda derin bir huzursuzluğa neden oldu. Ancak AfD gibi ırkçı, aşırı sağcı partileri yakından takip edenler için böyle bir toplantının gerçekleşmiş olması ise “gizli” bir şey değil. Sermaye tarafından desteklenen faşist partilerin bu buluşmalar ne ilkti ne de gizliydi.

KURUMLARA SIZIYOR

On yıllık bir geçmişe sahip AfD´nin her dönem kadrolarında Neonazilerin olduğu ve kitlenin de rızasını aldığı biliniyor. Öyle ki, Thüringen AfD Teşkilatı Başkanı Björn Höcke'ye mahkemece faşist denmesinde sakınca görülmedi. Anayasayı Koruma Teşkilatı, AfD’nin Thüringen, Sachsen ve Sachsen-Anhalt eyalet teşkilatlarını "kesin aşırı sağcı" kararıyla daha sıkı takibe aldı. Höcke'ye siyasi yasak getirilmesi ve üç teşkilatın da kapatılması yönünde talep ve sayısız imza kampanyası var. Bu on yıllık süreçte kimi sol kesimler bu tehlikeyi yeterli bir şekilde ciddiye almamış olabilir. Kadrolarında bilinen Neonazilerin olmasına rağmen AfD´yi bir “havuz” partisi olarak tespit etmek, tamamıyla böyle bir tehlikeyi göz ardı etmek olarak değerlendirilebilir. İktidar hedefine adım adım yaklaşan AfD, toplumun bir kesiminde hegemonyasını kurmuş durumunda. Köklü bir devlet geleneğine ve yoğun bir kurumsal yapıya sahip Almanya’nın bir “darbe” ile ele geçiremeyeceğini bilen AfD ve çevresi, kurumsal yapılanmalar içinde de kendine yer edinmeye çalışıyor.

HAREKETLİ GÜNLER

Geçtiğimiz aylarda Almanya Şansölyesi Olaf Scholz´un oy kaybetme kaygılarından kaynaklı kimi sığınmacıların geri gönderilmesinin önünü açan konuşmalar yapması, sosyal demokratların pragmatist tavrını ortaya koydu. Hıristiyan demokratlar ise olası bir koalisyona soğuk bakmadıklarının sinyalini verdi. Kapitalizmin yapısal krizlerini aşamayınca, toplumun ve siyasetin tüm okları sığınmacı ve göçmenlere çevrildi. Öyle ki, Birlik90/Yeşiller'in kararsız sığınmacı politikası bu partiden istifalara yol açtı. Siyaset ve toplumun sağa kayması ve somutlaşan ekonomik kriz, Almanya´da birer birer grevlerin patlaması, toplumun tüm katmanlarında yaşanan bir sarsıntıyı hissettiriyor.

Bir göç ülkesi olan Almanya´da gündelik ve kurumsal ırkçılığın olması yıllardır tartışılan bir mesele. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yeniden kuruluşundan günümüze kadar işgücüne ihtiyaç duyan bir ülkenin, göçmensiz kendini var etmesi düşünülemez. Daha fazla eğitimli işgücüne sahip olabilmek için çok hızlı ve sık aralıklarla kolaylaştırıcı yasaların önünü açan parlamento ve haliyle kimi sermayedarlar, bu yaygınlaşan ırkçılıktan memnun değil. Bu sözde “gizli” buluşmayı Anayasa’ya bir tehdit olarak nitelendiren Anayasayı Koruma Örgütü´nün başkanı Thomas Haldenwang bile “faşizme karşı protestoları" olumlu buldu ve sessiz kitleyi sokağa çağırdı. Anayasayı Koruma Örgütü´nün böyle bir çağrıyı yapması son derece manidar. NSU gibi faşist hücrelerin, on yabancı kökenli vatandaşı katletmesine seyirci kalan bu kurumun “anti-faşist” söylemlerde bulunması da haliyle tesadüf değil. Daha yakın zamanda “sığınmacı karşıtı” söylemlerde bulunan Şansölye Olaf Scholz, birden bu protesto yürüyüşlerinin en önünde yer aldı. Kamuoyu araştırmalarına göre AfD´de hızlı bir oy artışı gerçekleşirken, mevcut koalisyon büyük bir oy kaybı yaşıyor.

HÜKÜMET TEDİRGİN

Geçtiğimiz haftalarda Almanya hareketli günler yaşadı. Bir hafta boyunca çeşitli işkollarında uyarı grevleri meydana geldi. Bu grevler arasında en ilginci ve sıra dışı olanı ise orta ölçekli çiftçilerin grevleriydi. Birkaç yıldır çiftçi örgütlenmelerinin içinde AfD´nin etkisi çokça tartışılıyor. Protestocu çiftçiler, Ekonomi Bakanı Robert Habeck´in feribottan inmesine izin vermedi. Traktörleriyle Berlin´e çıkarma yapan çiftçiler, Tarım Bakanı Cem Özdemir’i konuşması esnasında yuhaladı. Protestocu çiftçiler bir hafta boyunca Almanya´da işleyişi felce uğrattı. Tüm bu eleştirilerin odağında özellikle Birlik90/Yeşiller Partisi´ne büyük bir öfke mevcut. Bunun en temel nedenlerinden biri ise, Birlik90/Yeşiller'in ABD eksenli bir siyasal yol çizmesi. Milliyetçi kesim, partiyi ABD´nin çıkarları doğrultusunda bir siyaset izlediği konusunda eleştiriyor. Sosyal devletin erimesi, gittikçe artan hayat pahalılığı, düşük asgari ücret ve artan işyükünün altında ezilen emekçi kesim, bir çıkış yolu aramaya çalışıyor. Özellikle orta sınıfın giderek yoksullaşması, on yıllardır süren propaganda sonucu, toplumu milliyetçi-muhafazakâr seçimlere adeta itiyor. Sol ve ilerici güçlerin, sınıfsal perspektifinin kimliksel çelişkilere kayması, liberalizmin solu tahrip etmesi ve Soğuk Savaş’ın mirası olan anti-komünizm propagandası, kitle içerisinde hegemonya kaybına neden oldu. Yoksullaşan kitle ise “alternatifi” milliyetçi-muhafazakâr partilerde aramaya başladı.

MÜCADELE ZORUNLU

Almanya´yı İkinci Dünya Savaşı sonrası kurumsal faşizmden arındırmayan irade, halen bu yapıları istediği zaman kullanıma sokabiliyor. Bugün faşizmin legal ve görünen yüzü olan AfD yasaklansa bile, faşizm tehlikesinin bitmeyeceğini tarihsel süreçler bize gösteriyor. Gerçek bir anti-faşist mücadele toplumun her katmanında ilerici, sol, sosyalist güçler tarafında göğüslenmedikçe, faşizm tehlikesi hep var olacak.